Mavigün'ce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mavigün'ce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Eylül 2009 Cuma

DUDAK OKUMA -11-


Zehranın kapıyı açmasıyla yüzüme çarpması bir oldu. Bunu bekliyordum. Bu yüzden kapıya ayağımı koymuştum, canım yansa da çekmedim ve kapıyı iterek eve daldım.

-"Ya sende utanma yok mu? Hem sözlümü elimden alıyorsun..."
-"Ben almadım Zehra, anlamıyormusun! Ben öğretmenlik yapmak istiyorum, Mehmet'i sevmiyorum..."
-"Ne demeye evleniyorsun o zaman, evlenme..."
-"Babam zorla verdi ne yapabilirim vurup kapıyı dışarı mı çıksaydım." sonradan bu sözleri nasıl söylediğimi düşünüp şaşıracaktım.
-"Çok düşündüm Zehra, artık ne olursa olsun kararımı verdim." Sanki başka biri konuşuyordu ben değil.
-"Sana Mehmet'le evlenmeyeceğimi söylemeye geldim. Ben buradan gidiyorum Zehra. Mehmet seni ister mi istemez mi bilmem, bildiğim Mehmet'i benim istememem..."

Zehra O anda duyduklarının şaşkınlığını üzerinden atmaya çalışırken liman kahvesinin kapısı açılınca alışkanlıkla gözü kapıya takıldı, Hazan da başını çevirdiğinde Ekin kaptanı gördü. Tam kapının önünde göğsünü tutuyordu. Hazan pencereye yaklaştı, kaptan bulunduğu yöne bakarak bir şeyler söylüyordu. Hazan pencerenin pervazında duran dürbünü alarak kaptanın dudaklarını okumaya çalıştı...

Ekin kaptanın derin nefesler alarak;
-"Yapma Hazan, yapma, evlenme sakın... Seni seviyorum... Dediğini, Hazal'ın dudak okuduktan sonra neden koşarak çıkıp gittiğini, Zehra çok sonra sonra bir postacının getirdiği mektupla öğrenecekti...

Postacı nın getirdiği zarftan bir mektupla, fotoğraf çıkmıştı.
Bir sınıfta çekilmiş fotoğrafta onlarca miniğin başında duran hamile bayan öğretmen, Hazan'dan başkası değildi.

-"Kimden gelmiş"

Zehra eşi Ali'ye dönerek;

-Hazan'dan canım...

SON

mavigün

17 Eylül 2009 Perşembe

DUDAK OKUMA -10-


Liman kahvesinden içeri girdiğimde Mehmet ve kankası Ali'nin oturduklarını gördüm.
-"Ekin kaptan, bilsen sen yokken neler oldu" dedi Ali, sesinde neşeli bir hava vardı;
-"Mehmet evleniyor."

Hayatta kimseyi nasıl neden kimle evlenir diye merak etmeyen ben, o gün ağzımdan bu sözlerin nasıl çıktığına sonradan hep şaşırdım...

-"Sevindim Mehmet, sözlün Zehra'ydı sanırım, Allah mesut etsin..

Kahvede bir gülüşme oldu, kenarda oturan Zehra'nın babasının başı önde kimseye belli etmeden dışarı çıkışından yanlış bir şey söylediğimi anladım, ben sormadan;

-"Yok Ekin kaptan, ben Zehra ile değil okullu Hazan'la evleniyorum...
-"Nee Hazan mı?"
-"Ne o kaptan çok şaşırdın."

Öksürdüm... Aslında zaman kazanmaktı tüm niyetim... Yüreğime, böğrüme, mideme her yerime yediğim yumrukları bertaraf etmeye çalışıyordum.
Neden sonra;

-"Yok ben, şeey, sözlün diyecek oldum..."
-"Boşver Ekin kaptan, sen de düğüne davetlisin. O iş kapandı anlayacağın."

Orada duramadım. Liman kahvesinin kapısını açtım biraz nefes almam gerekiyordu. Uzun süre nefesi almaya çalıştım... Boğuluyordum...

****
devamı var...
Mavigün

16 Eylül 2009 Çarşamba

DUDAK OKUMA -9-


Ekin Datça'ya yanaşırken içindeki sıkıntı daha da artmaya başlamıştı. Uzaktan belediye başkanın oğlunun geldiğini gördü. Delikanlının çok sevinçli bir hali vardı;
-"Ekin kaptan! evleniyorum, düğünüme davetlisin..."

Köylünün içinde pek olmazdı ama egeli insanların sıcaklığına dayanamaz bazen liman kahvesine giderdi bu günde öyle yaptı...

Hazan uzaktaki teknenin Ekin'e ait olduğunu gördükten sonra onu görmek için dayanılmaz bir istek duyuyordu. Çok geç olmadan en azından bir merhaba demeliydi, görünce belki de ona kadersiz diye seslenirdi... Kaderini değiştirmek için çok uğraş vermişti. Bu sonuç için miydi? Okumak için göz yaşı dökmüştü, bu aptal Mehmet'e varmak için miydi elindeki öğretmenlik diploması... Kendi hayatına bir türlü hakim olamamıştı. En çok ta yüreği aşkı bulmuşken, ona söyleyemeden yüreğine gömmesine yanıyordu. Ona söyleyebilseydi... Herşeyi anlayan efsunlu yabancı aşkını da anlasaydı ya...
Birden Zehra ile konuşması gerektiğini düşündü. Ona anlatmalıydı, Mehmet'i sevmediğini...

Bu fikir o kadar aklıma yatmıştı ki anneme;
-"Ben hemen geliyorum." diyerek evden çıktım. Annem ne olduğunu bile anlamadan ben Zehra'ların evine doğru koşmaya başladım.
Zehra'ların evinin önünde birden durdum. Kim dinlerdi ki beni, hem babana ses çıkarama evlenmeye kalk sonra gel kıza "ben sevmiyorum" de, dinler mi seni? Ama ben çaresizim, benden bilmesin... Ben kurbanım, anlasın Mehmet'in onu nasıl oyaladığını. benim onu değil onun beni istediğini, onun elinden almadığımı elime zorla verildiğini, benim onun elini tutmak istemediğimi bilsin. Delilik miydi yoksa bir umut kapısı mıydı? Evin kapısını güm güm çaldım, Zehra... Zehra.... diye seslenerek...

***
devamı var...

Mavigün

14 Eylül 2009 Pazartesi

DUDAK OKUMA -8-


Dün gecenin gerginliğini üstümden atamamıştım. Mehmet'lerin gelip beni istemesi, babamın da vermesinin üstünden tam tamına 1 ay geçmişti. Ekin'in gidişi ise 1 ay 15 gün olmuştu. Dilim kopsaydı da "alay ediyorsun!" demeseydim, ne olmuş alay ettiyse?..
Etseydi de hep burada olsaydı... Belki, ne bileyim... Bendeki saçmalığa bak, "kendi kendine gelin güvey olmak" denir benimkine... Bir yabancı bana gülümsedi, bana isimler verdi diye beni alacak da götürecek mi sandın... Nah kafana...

-"Ne o kız, ne vurup duruyorsun kafana?"
-"Umrundaydı da"
-"Ne demek umurunda mı kızım, başına talih kuşu kondu diyorum sana. Neden anlamıyorsun?"
-"Ya Zehra'nın gözyaşları... Ben sevmiyorum bile Mehmet'i. Beni ne yapacak ki?"
-"Allah Allah... Gönlü ona değil sana kaymış, hem öyle resmi toplantılarda okumuş kadın iyi olur diyormuş babası, okusaydı Zehra kızda..."
-"aman anne okumak için ağladığımı bilmesem iyi koca bulmak için okududuğuma ben bile inancam neredeyse."
-"Hadi hadi, yarın düğün var erkenden yat bakalım sen."

Yat demek kolay da yatmak kolay mı bakalım?..
O hâlâ gelmedi. Ben neden bekliyorum bilmiyorum...
İşte böylesi bir gecenin sabahıydı teknesinin geldiğini gördüğümde... Ne dün, ne yarın... İşte tam da bu gün geliyordu. Erken değilse de geç de kalmamıştı... Efsunlu yabancı kesin bir şey hissetmişti. En azından benim çok üzüldüğümü... diye geçirdim içimden. Birden içim aydınlandı, efsunlu bekli de benim üzgün olduğumu uzaklardan da hissetmiş olamaz mıydı?..

*****

devamı var

Mavigün

13 Eylül 2009 Pazar

DUDAK OKUMA -7-


Datça'dan uzaklaşmıştım. Bir ayı aşkın süredir Marmaris'teydim. Bu kendime verdiğim bir ceza idiyse...
Kendime neden ceza verdiğimi de anlamamıştım...
Artık dönmek istiyordum, onun derin deniz rengi gözlerinin içine bakmak istiyordum. Beynim onu düşünmeden duramıyor, düşündüğümde de onu hiç bırakmamak istiyordum. Aramızdaki yaş farkı beni ürkütüyordu, onun özlemleri, bekletileri karşısında ben hayata demir atmak isterken, o hayata açılmak istiyordu. Öğretmen olduğunu duymuştum. O mesleğini yapmak istiyordu. Ben ne istiyordum ki balıkçılık yapmak mı? Bu yüzden mi buralara gelmiştim?..
Kafam çatlıyor binbir düşünceyle boğuşmaktan yorgun düşüyordum...

Bu gece teknede denizi seyrederken içim sıkıldı. Bir şey oluyordu, birden "Hazan" dedim. Bir şey vardı kesin...
Yüreğimde duyduğum bu sıkıntının bir nedeni vardı ve bu da onunla ilgiliydi. Tekneyi çalıştırdım. Sabah uyandığında beni görsün ve aynı şekilde gözlerindeki sevinç parıltısıyla baksın istedim...

****

Bitmez

Mavigün

12 Eylül 2009 Cumartesi

DUDAK OKUMA -6-


-"Hazan... Hazan... Neredesin" diye seslenen annesinin sesiyle kendine gelmişti.
-"Kızım nedir bu deniz sevdası sende bilmem ki? Bakıp duruyorsun ucsuz bucaksız bu denize... Nereye kadar be kızım..."

Annesi, her Hazan deyişte onun sesinin kulaklarında yankılandığını nasıl bilecekti ki, annesi Hazan diyordu o denize daha bir dalıyordu sanki. Ama son bağırışı karşısında öyle bir sıçramıştı ki elini ağzına götürüp damağını yukarıya doğru Kaldırdı,-"Hemen geliyorum" diye seslenerek...
-"Ne var anne!.."
-"Ne demek ne var kız, bunca iş var yapılacak sen geçmişsin denizin karşısına, tövbe tövbe...Seni gören denizden gelecek bir yavuklun var sanır."

İyi ki annem yüzüme bakmıyordu... Gerçi neden yüzüme ateş bastığını anlayamamıştım ama onun bu durumu fark etmemesi yüzünden rahat bir nefes almıştım. Aşık olduğum yoksa fark ediliyor muydu?.. Aman bende saçmalıyordum, aşık olduktan sonra bizim kıkırdayan kızlar gibi bütün hallerimi aşka yorar oldum...
O gelmiyordu, gerçek olan buydu...

bitmez...

11 Eylül 2009 Cuma

Sorma...


Gün ağarınca boynum bükülür
Dalarım uzaklara gönlüm sıkılır
Sorma ne haldeyim
Sorma kederdeyim
Sorma yangınlardayım zaman zaman
Sorma utanırım
Sorma söyleyemem
Sorma nöbetlerdeyim başım duman
Ah bu yangın beni öldürüyor yavaş yavaş
Kor kor ateşler yanıyor içimde
Aşkı beni kül ediyor...

Sezen Aksu

http://www.youtube.com/watch?v=GIES3qWuNGQ

DUDAK OKUMA -4-


Garip adam, nineme göre de bana göre de efsunlu adamın denize açılmasından tam bir ay sonra idi. Günlerimi kah onu düşünerek kah onu düşünmemeye çalışarak geçiriyordum. Bir gözüm işte ise bir gözüm hep denizdeydi, öyle ya kimseye bir şey demeden öyle motoru çalışıtırıp gitmek mi olurdu? Tamam o gitmişti de bana ne olmuştu? Sanki biri içimdeki neşeyi- gerçi okulumu bitirip geldikten sonra o da çok azdı ama- söküp almıştı. Anlayamıyordum yaa... Kasabanın kızları kıkır kıkır gülüp benim şehirden gelen yazlıkçıların birine abayı yaktığımı söyleyip duruyorlardı. Sevgilim yazlığını kapayıp gidince ben bir yasa girmişim. Kızların şakalarını ciddiye alan anam beni bir kere sorguya bile çekmişti. Efendim dikkatli olmam gerekiyormuş zaten okullu olduğum için kısmetim çıkmıyormuş, birde yalan yanlış dedikodularla uğraşamazmış...

Zehra ise hâlâ Mehmet'ten haber bekliyordu. Bir şey değil kız başka kısmetlerinden oluyordu. O günden sonra arada çağırsa da dudak okumaya, Allahtan Mehmet bir daha bir şey dememişti. Ben bile bunun o gün için öylesine söylenmiş bir söz olduğuna kendime inandırmıştım ki akşam yemeğinde babamın annemle fısıldayarak bir şey konuştuklarını görünceye kadar. Ne yapardım Tanrım ben... Birden yüreğimi bir telaş kaplamıştı sanki efsunlu yabancı yani Ekin geri dönmemişti. Hiç mi gelmeyecekti... Böyle düşününce hepten moralim bozuluyor daha çok içime kapanıyordum. Son zamanlarda kızlarla da konuşmaz olmuştum. Bazen geldiğini rüyamda görüyordum. Gece yarısı uyanıyor denizi seyrediyordum. Bir gece ninem yanıma yaklaştı;
-"Kızım nedir bu halin, denizden kocasının gelmesini bekleyen kadınlar gibisin. Hazan hepten zayıfladın soldun be kızım, bir derdin mi var."
İçimden, "ah be ninecim ben de ne olduğunu bir bilsem" diye geçirdim. Nineme;
-" Öğretmenlik yapamıyorum ona üzülüyorum ninecim" dedim. Böyle söyleyince ninem derin bir nefes aldı.
-" Aman kız, ben ne bileyim, bu kızların dediği doğru buraya gelen gençlerden birine gönlün kaptırdın sandım, amaan boşver sen öğretmenliği, bak seni Mehmet istiyormuş, hani şu belediye başkanın oğlu, ne yapacaksın üç kuruş öğretmen maaşını"
Der demez, söylememesi gereken bir şeyi ağzından kaçırdığını anladı...

-" Ne diyorsun ninem sen! O Zehra ile sözlü gibi."
-" Yok canım ne sözü, aralarındaymış öyle aileye gidip istenme filan yok, hem sen bu işleri büyüklere bırak."

Ninem çıktıktan sonra uykum iyice kaçmıştı. gelmesini beklediğim bir türlü gelmiyordu. Neden beklediğimi de bilmeden içimde bir umut denize bakıyordum. İşte o zaman anladım ki ben ona aşık olmuştum.
Efsunlu yabancıya...

*************************
Bitmedi

Mavigün

10 Eylül 2009 Perşembe

DUDAK OKUMA -3-


Zehraların evindeki olaydan sonra her gün bir bahane ile marinadan geçmeyi adet edinmiştim, adet demesem de ayaklarım beni götürüyor desem güleceksiniz, ama valla öyle oluyordu. Mesela bir şey almak gerektiğinde, marinaya yakın bir dükkandan alabilecekken oraya en uzak dükkana gidiyordum ama sonra ne oluyorsa oluyor birden kendimi onun teknesinin önünden geçerken buluyorum. Ve her seferinde bana gülümserken. Neredeyse yabancının efsunlu olduğuna beni büyülediğine inanacam.
O kadar sık karşılaşmaya başlamıştık ki artık aramızda merhabalaşmalar başlamıştı. Dikkat çekmesin, dedikodu çıkmasın, babamın kulağına gitmesin diye de hemen uzaklaşıyordum.

Bugün de öğleden sonra ona görünmeden marinadan uzaklaşmak istemiştim. Aslında onu görmeden duramadığım için kızıyordum, kendi duygularımı çözmeden onun etki alanına girmek istemiyordum. Sanırım onda beni hem çeken hem de iten bir durum vardı. Fakat kaçmakta geç kalmıştım, beni görmüştü. Yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı. Aslında oldukça yakışıklı bir adam sayılabilirdi, bilhassa gülümserken.

-"Merhaba"
Cevap vermeden yürümeye devam etmeyi düşündüm bir an ama o kadar kabalık yapamazdım, ne de olsa bende uyandırdığı hisler onun suçu değildi. Aslında bazen benim duygularımdaki gelgitleri anlayıp içten içe benimle eğlendiğini bile düşünüyordum. Yok yok bu böyle olmayacak, en sonunda kendimle konuşmaktan aklımı kaçıracağım. Tüm bunları düşünen sanki ben değilmişim gibi merhabasına gayet sakin bir şekilde;

-"Merhaba" dedim.
Konuşmayı sürdürecek gibiydi;
-"Nereden böyle cankız?"
Her gün değişik isimlerle hitap etmekten hoşlanıyordu, bazen cankız bazen kasırga bazen de sarmaşık diyordu bana.
Neden böyle seslenmek istediğini hiç anlamamıyordum, sormaya da çekiniyordum, hem benim bir ismim vardı canım o ne demeye söylemiyordu ki?

-"Ne o cankız, içinden gene kime söyleniyorsun?"

Al işte, birde içimi okumaz mı? Bu adamda bir gariplik var diye boşuna demiyordum. Efsunlu tam ona biçilmiş bir ad idi. Hem madem o bana her gün değişik isimlerle sesleniyordu bende ona efsunlu diyebilirdim. Geçenlerde yolda ninem rastlamış. Eve gelince yolda bir yabancıya rastladım, genç bir adam, sanki gözleriyle insanın içini okuyor, kimin nesi acep demişti de herkesi güldürmüştü. Ben de nineme katılıyordum, bu herkesin içini okuyordu. Ürperdim, ne kadar haklıymış ninem.

-"Yok öyle bir şey bunu da nerden çıkardınız" dedim.
-"Pekala, öyle olsun kasırgam öyle olsun, sen ne dersen odur" derken bile dudaklarındaki kıvrımlar başka bir şey söylüyordu, hem ben nerden senin kasırgan oluyordum, kasıgaymış, adı ne acaba sorsam mı diye düşünürken;

-" Sor ne sormak istiyorsan sarmaşığım."

Yok yok ah kafama edeyim, bu söylediklerini başka yerlerde söylerse diye bir telaşa kapıldım bu seferde.
Sakin bir sesle devam etti yabancı;

-" Hayır Hazan, sadece seninle konuşurken, sana seslenmek istediğim gibi sesleniyorum merak etme."

Ben farkında olmadan seslimi düşünüyorum acaba diye korkmadım değil ama birden;

-" Adın ne?" dedim işte nihayet sormuştum....
-" Ne yapacaksın ki adımı, bana mı sesleneceksin?"

O kadar kızmıştım ki gücümün yeteceğini bilsem hemen şuracıktaki denize atardım onu...
-" Yok yok cankız, hemen kızma öyle, bana seslenmene çok sevinirim. Hem belki aramız düzelir."

Sanki aramızda bir şey varmış gibi, ama hata bendeydi, ne vardı ki kim olduğunu bilemediğim bu yabancıyla konuşacak. Tam dönüp gidecektim ki;

-" Ekin" dedi "benim adım Ekin, sarmaşık..."

-" Sen benimle neden böyle hep, şeeyy yani, nasıl desem... alay eder gibisin."

-" Demek öyle düşünüyorsun" dedi ve ben ne olduğunu anlamadan arkasını dönerek motorunu çalıştırdı ve denize açıldı. Arkasından bakakalmıştım...

Allahım bu adam ne garipti kendisi dünyaları söyler biz gülüp geçeriz, biz bir kere bir şey diyecek olduk küstü gitti...

devamı var

Mavigün

DUDAK OKUMA -2-


Yıllar önce okulda tanıştığım bir arkadaşımdan sağır ve dilsiz alfabesini ve dudak okumayı öğrenmiş, hafta sonları engelli çocuklar rehabilitasyon merkezinde gönüllü olarak çalışmıştım. Dudak okumayı bildiğim için arkadaşlarım bu özelliğimden zaman zaman faydalanmak için zorla yanlarında sürüklerlerdi. Anlaşılan sıra Zehradaydı, çıktığı çocukla 2 yıldır konuşuyorlardı. Zehraların evi, denizi aynı zamanda da liman kahvesini görüyordu. Sevdiği çocuğun kahveden çıkışını bekleyip elime tutuşturduğu dürbünle ne konuştuğunu ona anlatmam için yalvarıyordu. Bu bana biraz hırsızlık, insanların başkalarıyla ya da kendileriyle konuşmalarını orta yere saçmak gibi geliyordu.
Kızlar; -"Ne var bunda kız, Allah günah yazmaz." diyorlardı.
Bazen, ben mi akıllıyım onlar mı çok aptal anlayamıyordum. Hepimiz aynı okula gitmiştik hocalarımız bile aynı idi. Hepimize aynı şeyleri öğretmişlerdi. Ben neden hep okumak istemiştim de bunlar ha bire liman kahvesinden çıkacak delikanlıların dudak aralarında kalmıştı hayatları. Hoş benim de babamın iki dudağının arasında değildi sanki, okumuştum da ne olmuştu öğretmen çıkmış atanmış, fakat bir türlü babamı ikna edip görevime başlayamadım. Ne demekmiş kız başına köyde beldede öğrenmenlik yapmak. Oturaymışım oturduğum yerde, kızı gözünün önünde olmalıymış. Sen de gel dediğimde ise düzenini bozmaya yanaşmıyordu bir türlü...

Zehra'nın -"Çıkıyorlar Hazan, Hazan hadiii..." demesiyle ne iş için nerde olduğumu hatırladım. Zehra'nın yavuklusu liman kahvesinden arkadaşıyla çıkmıştı. Dürbünü gözüme götürerek ağız hareketlerine dikkat kesildim. Seyrettikleri maçın kritiğini yapıyorlardı. Gözümü dürbünden ayırmadan Zehra'ya; -"Seyrettikleri maçın pozisyonlarını konuşuyorlar" dedim.
Zehra; Ah Hazan'cım sendeki yetenek bende olacaktı var ya, off offf... sonra...
İkili yürüyerek konuşmaya devam ediyordu.

-"Ne iş olum, annemler konuşurken duydum, önümüzdeki hafta sonu Zehra'yı istemeye gidecekmişiniz"
-"Yok be oğlum, ben Zehra'dan çoktan geçtim, ben şu okullu Hazan'ı istiyorum artık. Geçen gördüm bizim sıska Hazan bir içim su olmuş...

Birden donup kalmıştım, demek liman kahvesinde beni konuşuyorlardı.
-Okullu Hazan- demek adım kahvede gençlerin arasında böyle dilleniyordu.
Sabırsızlanan Zehra'ya ne diyecektim, insan böyle bir şeyi nasıl anlatabilirdi ki.
Bu arada gençler yabancıyla karşılaştılar. 15 gün olmuştu görmeyeli. O yanından kaçtığım günden sonra bilhassa marinaya gitmemiştim onunla karşılaşmamak için.
Neden...
Neden olacak siniğr bozucu bir adam...
Allah'tan yabancıyı gören Zehra'nın ilgisi dağıldı ve konuşmalar unutuldu. Keşke ben de unutabilseydim...
Yabancı durup gençlerle tokalaştı, gençlerin sırtı bana dönüktü, yabancı kafasını kaldırıp olduğumuz yere bakınca bir an beni gördüğünü sandım, o panikle dürbünü bırakıp arkaya saklandım.
Zehra: -"Ne oldu hazan?"
-"Yok birşey bir an bizi gördü sandım"
Kızlar kıkırdayarak kendi aralarında koyu bir sohbete daldılar...

Bu kadar sıkıntım yetmezmiş gibi başıma birde Mehmet derdi çıkmıştı.
Babam zaten öğretmenlik yapmama karşı çıkıyordu, birde iyi bir kısmet çıkarsa-ki babama göre Mehmet iyi bir kısmetti- beni anında başgöz ediverirdi.

-"Kızlar ben gidiyorum" diyerek kapıya yöneldim.
Zehra; -"Hazancım nereye, bir şey söylemedin henüz"
-"Konuşmadılar Zehra ben ne söyleyeyim, geç kalmamam gerek annem merak eder"

Arkası Yarın...

Mavigün

9 Eylül 2009 Çarşamba

DUDAK OKUMA -1-


Her şey nasıl başlamıştı bilemiyorum, nasıl duygularım bu aşamaya gelmişti. Bir türlü anlayamadığım bu durum gittikçe içinden çıkılmaz bir hal almaya başlamıştı. Düşüncelerimin çoğu onunla ilgili idi. Onu aklımdan bir türlü atamıyordum. Aslında hiç ilgimi çeken tiplerden değildi. Yaşı benden bayağı büyüktü, uzaktan bakıldığında sahil kasabalarına teknesiyle hava atmaya gelen birine benzese de yanına yaklaşıldığında o bal rengine yakın kahverengi gözlerindeki içtenlik ile sinir bozan bir havası vardı. Genellikle teknesiyle gelen, hele hele genç gruplar halinde marinaya gelenlerden hep uzak dururdum. Fakat onunla karşılaştığımda bakışlarında ki içtenlik beni kendisine çekmişti.

Oturduğumuz evin önünden geçen dar sokaktan aşağı doğru sallanıp sağa kıvrılca denizle buluşur, sakin bir yer olduğu için de tüm kızlar buradan denize girerdik.

Geçen gün kumsalda oturmuş kitap okurken bir teknenin yanaştığını görünce şaşırmıştım, bu koyu yabancılar pek bilmezdi. Açıkçası bizde bu durumdan çok hoşnuttuk. Biraz uzağımda teknenin demir attığını görünce huzurum kaçtı. Kalkıp uzaklaşmak istedim ama nedense yapamadım. Elimdeki kitaba gömülerek okumaya devam ettim, fakat bir türlü dikkatimi toplayamıyor, aynı sayfayı defalarca okumama rağmen anlayamıyordum ki, yumuşacık melodik bir sesle irkildim.

-"Merhaba! affedersiniz korkuttum galiba, beni gördüğünüzü sanmıştım..."

Yanılmıyordu, onu görmüştüm her kulaç atışını saymıştım ama yanıma gelip benimle konuşacağı aklıma bile gelmemişti. Bu güne kadar yabancılara hep mesafeli durmuştum. Bu yüzden arkadaşlarım bana buz perisi lakabı takmıştı. Nedense bu yabancı beni ürkütmemiş, sıcacık gülümsemesiyle içimi huzurla doldurmuştu, bal rengi gözlerinin içinde yitip gitmiştim ki kendime geldim, kızararak;

-"Şey...Yani...Ben karaya çıkmanızı beklemiyordum da..."

Gülümsedi, niye bu kadar güzel gülerdi ki bir insan, her şeyi beni kızdıracak kadar sıcacıktı ben buraların bu sıcak iklimin kızıydım ama hava hiç bu kadar boğucu gelmemişti. Ve bir yabancıyla sohbet ettiğimin ancak farkına varmıştım. Kaçar gibi uzaklaşmak istedim, ama ayaklarım beynimin komutlarına uymuyordu...

-"İsmin ne" diye sordu. Söylememem gerekiyordu ama sesinde öyle bir yumuşaklık vardı ki irademi ve tüm direncimi yok ediyordu.
-"Hazan, ismim Hazan" dedim ve pişman oldum, neden durup dururken bu adama adımı söylüyordum ki.
-"Hazan mı, Neden Hazan?"
-"Neden Hazan... Ne bileyim Hazan işte..."dedim.

Gülümseyerek bana doğru bir adım attı;
-"Senin gibi yüzünde güller açan birine hüzün mevsimi hiç yakışmamış senin adın bahar hem de gülbahar olmalıymış..."

İçimden, buyrun bakalım, bir yabancı ukalalığı daha, benim annem babam bilmiyordu sanki bana neyin yakışıp yakışmayacağını diye söylenmeye başlamıştım. O kadar kızmıştım ki;
-"Sizi ilgilendirmez" gibi bir şeyler söyleyip hızla eve koştum arkama bile bakmadan...


O gün ürkek bir ceylan gibi benden kaçışına bakarken huzur arayan ben nedense onun herhangi biri olamayacağını da anlamış birden huzurum kaçmıştı bile.


Arkası yarın...

Mavigün

15 Eylül 2008 Pazartesi

Mavi Köşe

YOL-SUZ-LUK

Güzel Türkçemiz de öyle sözcükler vardır ki anlamından farklı birçok duygularımızı da dile getirir.Örneğin ''YOL'' sözcüğü bize hem bir yerlere gitmeyi, gezmeyi, hem uzaklıkları, özlemi, hem kavuşmaları aynı anda anlatabilir. Sonra bir ek gelir bu sözcüğün yanına bütün her şeyin anlamını değiştirir. Örneğin ''suz '' eklendi mi yolun yanına ''YOLSUZ'' olur bu da bir çok anlamlar aklımıza getirebilir. Örneğin çocukların yol olmadığından okula gidemediği yolsuz bir köy...Sonra bir garip, bir fakir, yardıma muhtaç biri aklımıza gelebilir vicdanımızı sızlatıp bize yardım yapmak için tüm duygularımızı hayatta geçirtebilir.

Bir dil yani sözcükler yaşadığı ülkenin ikliminden,ahlakından,geleneğinden göreneğinden şekil bulur.
Yakın tarihimize kadar bize güzellikleri, özlemleri hatırlatan YOL sözcüğü ile YOLSUZ köyleri yola kavuşturmak için çalışan kişileri yada vicdanlarımızdan taşan yardım isteğimizle YOLSUZ kalan fakir fukaraya yardımlar yapan insanlarımızı anımsatan sözcükleri kullanmayı bıraktıkta yerine bir -luk ekini eklediğimiz bir sözcüğü dilimiz kattık. Güzel olanı, insani duygularımızı, paraya emanet edip her şeyi kirlettik. Artık yepyeni çağdaş bir sözcüğümüz oldu Türkçemiz de duymaktan bıktığımız, duyduğumuzda utandığımız ama nedense bir türlü kurtulamadığımız ...YOLSUZLUK...
yoksa anlamını yitiren ya da değişen sözcükler değil de yoldan çıkan değişen bizler miyiz?..

By;Mavigün

14 Eylül 2008 Pazar

Mavi günlük...

Okudunuz mu Kardeşler?
Güzel yurdum da bayram tatilini dokuz güne çıkaracaklarmış.
Tabii gelen bayram ne de olsa.
Benim yurdum insanı bir zamanlar “çalışmakta ibadet” diye giderdi işinin başına…
Örneğin babam bizi öyle yetiştirmişti ki, senelik iznimiz de bile suçlu gibi bakardık kendimize. “Bu ülke çok çalışmalı” derdi rahmetli…
Ne değişti benim canım yurdumda, ormanlar azaldı, denizler daha çok kirlendi, yağmura hasret çiftçi ne yapacağını şaşırmış bir şekilde çaresizlik içinde kaldı…

Ama biz, “gelen-ağam-bayram giden paşam” der gibi, “ varsın oynasın çalsın oynasın” yaşar olduk…
Yoksa bu gelen bayramda mı kabahat? O mu değişti?
Neden her neslin eski bayramları var? Birbirlerine “nerede eski bayramlar” diye başlayan…
Aslında eskidendi, çok eskidendi gerçekten de büyüğünün elini öpmek, fakiri sevindirmek, dargınların barışması, sevdiklerinle kucaklaşmak için olan bayramlar…
Ne oldu bayramlarımıza? Kimler değiştirdi de…
Daha doğrusu ne yaptık biz o güzelim sevgi dolu bayramlarımıza, yoksa biz sevmeyi mi unuttuk ulusça.
Daha çok dindar olalım derken, daha çok kindar mı olduk…
Hep tatil, hep bir uzaklaşma, hep bu çağın hastalığı olan, “ gelen bayram sadece bana hep bana gelsin” diyen paylaşmayı ve kendini bile sevemeyen yüreklerin yaşadığı bir ülke mi olduk…
Yurdumda bayram tatili dokuz gün olacakmış…
Daha çok tatil,
Daha az aş.
Daha çok sevgisizlik..
%13 işsizlik oranıyla 365 gün tatil yapan genç insanlar ülkesi yurdumda, bayram tatili dokuz gün olacakmış.. Komik, çok komik…
Aslında yazımı atalarımızın sözleriyle noktalamak istiyorum.
“Güleriz ağlanacak halimize”

Herkese iyi bayramlar…

By;Mavigün

11 Eylül 2008 Perşembe

Mavi günlük...

Kankacığım,
Burada Ramazan ayı böyle geçer...
Burada çalışanlara Ramazan ayında, "kapıyı kapa" dersin, yerinde esneyerek "rüzgar çıkar kapar" der...

Ah canım arkadaşım işte bu bir ay yurdum insanı böyle canla başla çalışır durur.
Bazılarını nikotin krizi tutar bazılarını çay ama bir kriz mutlak vardır.
Krizi olmayan oruçlu sayılmıyor yurdumda...

Bu arada oruç tutup tutmamak önemli değil herkes böyledir Ramazan aylarında...
Sanki yarı tatil...

By;Mavigün