Hakkı Yalçın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hakkı Yalçın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Mayıs 2009 Pazar

Yaşam Meleği


Martılar denizin üzerinde çığlık çığlığaydı. Denizin kıyısındaki kadın, hayatın uçurumunda. Yandaki gazinodan gelen şarkılar feleğini şaşırmıştı zaten. "Onu benden siz aldınız, İstanbul sokakları." Duyulacak biçimde bağırdım kadına, "Ne yapıyorsunuz?" Kadın gözyaşlarını denize dökmekle meşguldü o sıra, birazdan kendini denizin ortasına bırakacaktı belki. Ben arabadan inip, yanına koştum ve hırkasından tuttum. "Size ne?" dedi, "Bu benim intiharım..." Ellerimle sımsıkı yapışıp, silkeledim kadını. "Kendinize gelin" diye haykırdığımda, kadın denizin kenarından çekilmişti. Gecenin ışıkları titriyordu sularda, kadın karşımda titriyordu. Baktığını görmeyen bakışlarına karşılık, onda bir anlam aradım. Mağrur yüzünde, yenik bir yüreğin izleri duruyordu sanki. Onun hikayesini öğrenme isteği duydum birden, "Buyrun oturun" dedim, yandaki bankı işaret ettim. Varamadığı yolların yorgunu olduğu besbelliydi. Birden uysal bir kedi gibi bankın üzerine oturdu. Durumu izleyen birkaç kişi, ürkek bir hayranlıkla bakıyordu bana. Oralı olmadım, gittiler. Bir sigara yaktım, kadına uzattım. Ölümle arasındaki yakın ilişkinin iplerini koparmıştım ya, bir sigara da kendime yaktım. Sarayburnu çocukluğumun da intihar ocağıydı. Yaşamayı reddedenlerin sırat köprüsüydü burası. Hep duyardım, martılar en çok burada ağlardı. Çay satıyordu, orta yaşlı bir adam. "İki tane bırak" dedim. Çay bardağının şefkatli sıcağını uzattım kadına. Aldı, başını kaldırıp bana baktı. Yüzü soluk renklerle boyanmıştı, 30'lu yaşlardaydı. Gözlerinde eylül yağmurlarının hüznü vardı. Boynunda yana kaymış lacivert bir eşarp vardı. Saçları denizdeki dalgalar gibiydi. "Gördüğüm kadarıyla kötüsünüz, görmediğim kadarıyla nasılsınız?" dedim, gülümsedi. İçinden tekerleme çıkan şekerleme tadında hissettim sözlerimi. Çayımdan bir fırt çektim. Onun çayı çoktan bitmişti. Birden aklıma geldi. Arabamı yolun kenarında bırakmıştım. "İsterseniz arabada oturun, üşümüşsünüzdür" dedim. Birkaç dakika önce ölümün başoyuncusu, bu kez hayatın figüranı gibiydi karşımda. Ürkek gözlerle arabaya bindi. Bizi izleyen birkaç meraklı göz beni süzüyordu da, oralı olmadım. Sokaktaki insanların hakkımda ne düşündüğünü düşünemeyecek kada meseleye kendimi kaptırmıştım çünkü. Bir fotoğraf çıkardı siyah çantasından, bakmama fırsat vermeden tam ortasından yırttı, sonra küçük parçalara ayırdı. Ardından ani bir hareketle, hepsini otomobilin camından rüzgara savurdu. "Kendini öldüreceğine, umutsuzluğunu öldürmeyi denesen" dedim. Sustu. Havayı dağıtmak için bir espri yaptım. "Acıların için gömme töreni bile düzenleyebilirim." Bu kez güldü, "Zaten beni hayata döndürmenin törenindesin!" Sürekli olarak parmaklarıyla oynuyordu. Bir şeyler anlatmak ister gibiydi. "Belki de her son yeni bir başlangıçtır" dedi, almak istediğim mesajı aldığım için belki, rahatladım ve başımı salladım. Otomobili çalıştırıp, bir sokak lambasının altına taşıdım onu. Yanlış denizlerde boğulmuştu zaten, bu deniz ona fazlaydı ve arabanın dışında kalmıştı ölüm. Şehir uykuya dalarken, ben meraklı gözlerle bir kadının hayat hikayesine uyanıyordum. "Kaç ay oldu yaşamıyorum" dedi, ıslak baktı. "Sadece ağlayacak bir omuz istiyorum" derken, eline bir pusula tutuşturdum sanki, omuzlarımdaki adresi tarif eden. Anlattıkça açıldı, açıldıkça anlattı. Maziyle gelecek arasında bocalarken, içinde meşalaler yaktığımı düşündüm. "Adres sormak için, bazen kurşun olmak gerekir" dedi. "Aman ha!" dedim, "Kurşun adres sormaz, senin onlarla işin olmasın." Zaman ilerledikçe, ona karşı daha bir güven duymamı sağladı sanki. Yılgınlığa karşı silkinişini hissettirdi bana. "Çekip gitmek istiyorum buralardan. Umutlu ve aydınlık sokaklara" dedi. Derin bir nefes çekti, sanki dilenen gözlerle baktı bana. "Öyle yerler kaldı mı?" diye sordu. "Vardır" dedim, karanlığın denizinden, sokak lambasının aydınlığını işaret ettim. Bir parça ışık sızdı gözlerine. Gözlerini kıstı. "Etrafımdaki herkes birer ölü. Burası mezarlığa taşınmış. Öyle boşluktayım ki, ne cennet kabul ediyor beni, ne cehennem." Bir huzursuzluk vardı kadında. Geçmişle gelecek arasındaki gezintide, sırlarını açığa vuruyordu. "Heybemdeki hikayeler bana kaldı" derken, köle tüccarlarına esir düşen yanını gizlemedi."Ben aradığını bulamamış bir kaşifim." Anneydi, çocuğu ellerde kalmış, yüreği sellere kapılmış bir anne. Hayırsız tanrıların kurban ettiği annelerden biri. Odasız bir pencereydi belki. Ya da penceresiz bir odanın içindeki sahipsiz biri. "Çok direndim" dedi, "Bedenimi alırlarsa, ruhumu da alsınlar!" Kuşların bile vurulduğu bir İstanbul akşamında, umudunu yitiren bir kadının, en yakın arkadaşıydım o sıra. Aşkın dışındaydı ama nefretin ve özlemin içinde. "Yaşlandım ve kirlendim. Ama bir çocuğum var pırıl pırıl. Onu göremiyorum bile. Terk ettiğim bir adam var, onu sevemiyorum bile." Kadın yıllarca gülleri sulamıştı, sevdası canlı kalsın diye. Adam başka mevsimlerin kapısında, bütün çiçeklerin kökünü kurutmuştu. "O giderken öbür yarım gitti, o yüzden yaşamak istemedim" dedi. "Değer mi?" diye sordum. "Yaşamak için değerli olan şeyleri söyle" dedi. "Çocuğun" dedim, yıkıldı. Sanki unuttuğu bir hazineyi hatırladı da, yüzünü iki elinin arasına alıp, hıçkırmaya başladı. Süt kokan bebekliğin ta kendisi oluverdi bir an, sonra kendine döndü. Yine kendi karanlığından baktı bana. "Çocuğumu göremedikten sonra, bazı şeylerin ne anlamı olabilir ki." "Bir çocuğun hakkını çalma" dedim, "Onu anasız bırakmakla zaten öldürüyorsun. Oysa yaşamalısın." İçindeki umutsuzluğun kökünü arıyordu belki. "Peki" dedi, "Yaşamak için değerli olan, başka ne var?" "Yıldızlara dokunmak" dedim. "İstersen denizde batan güneş olursun, istersen gökteki en parlak yıldıza dokunabilirsin." Annelik duygusunun çekim alanındaydı artık. İnanmadığı bir davaya el uzatan sıradan bir kadın olmaktan çıkıp, kendini sınadı. Elini otomobilin camından gökyüzüne uzattı, yıldızlardan en parlak olanı seçip, cebine koydu sanki. "Sen okumuş adamsın, beni anlarsın" diyerek, aniden kapıyı açıp otomobilden indi. Çantasını otomobilde unutma ihtimali yüksekti, hemen uzattım, güldü. "Çok dikkatli adamsın" dedi, "Hayat senin için ayrıntılarda gizli." Yüzünde kendine inanmış bir ifadeyle haykırdı. "O çocuğu da bulacağım, o adamı da." "Önce kendini bulmalısın" dedim. "Buldum bile" dedi. Aramızda açan hayat çiçeğinin kökünü suluyordu sanki. Acısının bir kısmının dindiğini hissettim. "Yaşasın hayat" diye haykırdığını duydum, denize karşı. Sonra aniden dönüp, aynanın altındaki yazıyı işaret etti bana. "Sana söz veriyorum. O sözler bundan böyle benim hayat felsefem olacak" dedi ve usulca yoluna devam etti. İnsanlara uzaktan bakarak, onların derinliğini ölçmek mümkün değildir. Bazen ölümün kıyısında gezinen insanlar, yaşamayı hepimizden çok ister. Yeter ki onlara uzanacak bir el olsun, ya da onları yolundan çevirmeye yönelik bir çift söz. Bakışlarımı gözden kaybolana kadar kadından ayırmadım. Sonra otomobilimin içinde gezdirdim gözlerimi. Dikiz aynamın altında beyaz bir kartonun üzerinde, kimin olduğunu bilmediğim harika bir söz asılıydı. Kadının gördüğü, benim kaç zamandır görmediğim sözü okudum yüksek sesle... "Güneşe doğru zıplayın, onu tutamasanız bile en azından ayaklarınız yerden kesilir." Bastım gaza, kendi huzuruma yöneldim. Aslında sıradan bir hayatım vardı ama. Biliyordum ki; o kadının yaşam meleği, bu gece bendim.

Hakkı Yaçın