Murathan Mungan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Murathan Mungan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Şubat 2015 Pazartesi

Yaz Bitti


yazın bittiği her yerde söylenir
söylenmeyen şeyler kalır geriye

ve sonra hiçbir şey olmamış gibi
ağır, usul bir hazırlık başlar
uykuya başlar yeni bir mevsime

orda burda, ev içlerinde, kır kahvelerinde, deniz kenarlarında
incelen yazın akşam esintilerinde
zaman usulca sıyrılır aramızdan
ta içimizde duyarız gelecek günlerin geçmişini
başka ne gelir elimizden
büyük bir uzaklığa gülümseyerek
geçiştiririz ıskaladığımız şeyleri

yatıştırır rüzgarlar
dışavurur içimizdeki lodosu, poyrazı, günbatımlarını
saklar bizi
gözlerimizdeki hüzne "dinginlik" adını verir
"seni iyi gördüm" diyenler
biz de iyi hissederiz kendimizi
elimizden başka ne gelir ki
köşe başları, akşamüstleri, kokular
tozar gider zamanın boşluğunda
karışır anların kuytu belleğine
belki sonraları bir gün
hatırlanır aynı kederle
yazın bittiği her yerde söylenir
söyleyenler inanır gerçekten birşeylerin bittiğine
yaz biter
eskir geceler, serin hüzünlü
yeni mevsime hazırlık ömrün teğel yerleri
bir yanı telaş, bir yanı ürperten yaz sonu ikindileri
çıkarır sizi dalgın derinliğinizden
yaşadığınızı duyarsanız teninizde
bir zamanlar okumuş olduğunuz kitapları özlersiniz
sıcak odaları, beyaz, temiz yastıkları
ahşap pancurları
yaz bitti
bitmeyen şeyler kaldı geride

yaz bitti
yaz bitti
yüksek sesle söylüyorum bunu kendime
her yerde söylendiği gibi
yaz bitti
yaz bitti
hiçbir şey hiçbir şey
hiçbir şey
yalnızca üşüyorum şimdi

Murathan Mungan

18 Haziran 2011 Cumartesi

Terkeden


Kimdi giden kimdi kalan
Giden mi suçludur her zaman?
Ne zaman başlar ayrılıklar
Dostluklar biter ne zaman?

Her geçen gün bir parça daha
Aldı götürdü bizden.
Aynı kalmıyordu hiçbir şey
Değişiyordu herşey
kendiliğinden

Artık çözülmüştü ellerimiz
Artık bölünmüştü yüreğimiz
Birimiz söylemeliydi bunu
Ötekini incitmeden

Kimdi giden kimdi kalan
Aslında giden değil
Kalandır terkeden
Giden de
bu yüzden gitmiştir zaten...

MURATHAN MUNGAN


DİnLeMek İçİn

11 Ekim 2010 Pazartesi

Gece ve Müzik


Ne zaman otursam gecenin başına
ne zaman müziğin...
Yazamıyorum sözünü etmek istemediğim şeyleri
birbirinden ışığını saklayan uzak yıldızlar gibi
çekiliyor herşey kendi karanlığına.
Parmak uçlarımda yıldız tozlarıyla kapıyorum gözlerimi.
Ey ruhumun en büyük şartı olan tedirginlik!
Şimdi saat on iki.
Şimdi gece ve müzik...

Ne zaman otursam gecenin başına
ne zaman müziğin...
Göçüyorum boş kağıdın sessizliğine
kalbim, kapatılmış kireç kuyusu akıyor kendine
bakıyorum gençliğim geçiyor uzaktan
dudaklarında bir ıslık
kitapların on lira olduğu zamanlardan...

Anayurdum gece, kalbimi yazdım mürekkebinle.

Gün bir çocuk, yaralanmış
akşamın kıyılarına vuran
yürekteki gizli yemin
gidiyor bir şiirden ötekine
ardında yıkılmış kentler
bayındır düşler var ilerde.
Gün bir çocuk, yaralanmış
ütopyaları kalelerle değiştiren
güdümlü gündüzlerde...

Anayurdum gece,
ört pelerinini ışıkları sönmüş odalarda
radyo dinleyen çocukların üstüne.

Saf kokunun sindiği oturma odaları
zamanın tortusu eşyaların duruşunda
duvarlarda içi boşalmış resimler
yıllardır dağılmayan bir sis
akşam yemeklerinin yendiği muşamba masada
kilit altına alınmış duygular, düşünceler.
Bütün tetikler çekili durur
gerginliğin geometrik nizamında
ışıkları yanmamış akşam alacası
okul dönüşü saat beş radyoda fasıl çalar
bütün gün iç geçiren
ölgün kadın yüzleri sobanın etrafında
ağrı eşiği alçak,
acı frekansı yüksek.
Okul ve aile birliğinde parçalanmış çocuklar
bir oda, bir dönümlük dünya
kol demiri iner az sonra
çıplak yara gençlik
günden geceye ilerleyen
yüksek gerilim hattında...

Odam, yaralı hayvan
gecenin gümüş alaşımında gölgelenen eşyalar
müziğin dördüncü duvarı, karanlığın kundağı
sarıyor gündüzün yaralarını.
Kendime yerleşmek, kendimden uzaklaşmak için gözlerimi kapıyorum
dinliyorum uçurumlara oturmuş ağaçlar gibi başka odalardaki yalnızlıkları...

Odam, yasak kitaplar
suç ortağı şiirler
sevdiğim bir kaç poster,
odam bir karaduygu fotoğrafı
o çember zaman içinde
yoktu ki varolmanın başka yolları
yastığımın altında
tutukluk yapmaz silahım
uykumu bekleyen kelimeler...

Geri dönüyorum
geçmişte çalınan bir gecenin kapılarından,
yarım kalmış bir sevişme hatırlıyorum
bir daha hiç tamamlanmamış olan.
Sonra bir diğerini, bir diğerini daha
derken dağılmış kristal
odalarda sızlayan...

Sonra seni
siyah motorsikletli çocuk,
deri ceketin odamın duvarında asılı kaldı
yıllar yılı birbirimizi paralamaktan
vazgeçip seviştiğimiz ilk ve tek akşamdı.
Benim için sus payı bir kaç şiirsin artık eski hatıra.
Ya sen ne yaptın bunca zaman
değişmesi gerekeni sağlamlaştırmaktan başka?

Bak duyuyor musun?
Deep Purple, Led Zeppelin
Emerson, Lake and Palmer
plak zarflarında yitirdiğimiz ritüel
bugün birinci viteste yaşıyormuş gibi
bir duyguya kapılıyor musun? Arasıra da olsa
buluştuğun birileri var mı?
Gecenin, müziğin, şiirin toprak hattında
kapamadan gittiğin arka kapı
bak açık duruyor hala,
uğrar mısın bir gün unuttuğun ceketini almaya?

Hırsızlığın ürpertili monoloğu;
Kendime hayatımı anlatıyorum
daha o zamanlar biliyordum
yapmaya çalıştığım her şeyin
kendime hayatımı anlatmak olduğunu.
Sözcükleri sevmeyi, büyütmeyi, büyülemeyi,
onları sivriltip silah yapmayı, yaralamayı da
süsleyip gönül almayı da
aynı zamanlarda öğrendim.
Sözcüklerin karbon ve elmas gücünü keşfettim.
Gecenin geometrisinde, müziğin matematiğinde
saklı duruyor şimdi gizli sözlüğüm.
Uzakta değil.
Hırsızlığın ürpertili monologu
dilimin ucunda siyanürüm.

Duvarlarda uzak bir geleceğin koyu gölgeleri,
şiirlerimizi okurduk mahcup bir fısıltıyla
plaklar dinletirdik birbirimize, filmler anlatırdık
sonra gizlerimizi vermeye gelirdi sıra
dünyayı anlamanın yakıcı isteğiyle
gömüldüğümüz kitaplar, genç ölenlerin matemi...
Hiçbir şey ilham vermezdi aşka ve kavgaya
Eric Clapton'ın gitarı, Genesis'in tarihi
ve Ayın öteki yüzü kadar
Şimdi radyoyu açsam
biliyorum dünyanın bütün radyolarındasınız
gençliğini kirletilmiş takvimlerde yaşayanlar!

Artık ne montumun cebindeki çakı
ne yüreğimde tetiği düşmüş sözcükler.
Çok zaman oldu
odamızın kapısını çekip
O evlerden çıkalı.
Ellerimizi ve yüreğimizi kirletmeden geçtik
vahşetin yakın tarihinden
ucuza yaralandık, pahalıya ölmedik
biz radyonun son çocukları...

Anayurdum gece,
ört pelerinini ıslığını yenileyen
çocukların üstüne.

Gece ve müzik...
Kapanış programı,
bu kitabın da
kili dağılıyor
kendime yazdığım serüvenin.
Her şiir tabletler halinde bölünüyor birbirine
çoğalıyor birbirinin içinden
gündelik dile transpoze edilmiş şarkıların
biliyorum, kimi derin yaralar okunmaz kalp ağrısı
kırgınlıklarım,
kimi eski hatıra ecza dolaplarında saklı mırıldanlıklarım...

Murathan Mungan

10 Ekim 2010 Pazar

Ay Zeytin Gece


Kamçılı karanlıktı geldin üstüme
Bütün masalları dolaştın
Ay, zeytin, gece...
Ay vurmuştu alnına
Perçemlerin Tokat akıtması
Yorgundu atılmış yılan derisi
Değiştirilmiş güvercin gömleği tende
Nereye gidiyorsun? Dedim
Zeytinlerin arasından
Siste silinip giderken yollar
Aydı, zeytindi, geceydi...
Korkmadım bağırdım ardından
Aydaki zeytindeki gecedeki delikanlı
Nereye böyle?
Aldı rüzgar sesimi duyurmadı
Vurdu geçti durduğum yeri
Gümüşünü silkeledi yüzüme
Atının kanatları...
Ben öldüm, ölüm bulunamadı
Kamçılı bir karanlıktı
Hikayemin gecesini dürdüm de
Kimse çıkamadı dışarı.
Ay kaldı zeytin kaldı gece kaldı
Sis kaldı yollar kaldı
Karanlıktı...

Murathan Mungan

27 Şubat 2010 Cumartesi

Ateşte Unutulmuş Ferman


herkes kendi ateşini başkasının cehenneminde sınar
kendi külünde söner bütün rüzgârlarına yazıldığın akşam
ateş tadında kum tadında kalarak
derinleştirir bazı ayrılıkları zaman
al ağrını git buradan
en uzun eylülü ömrümüzün
uyutmuyor seni ne kömürleşmiş bu gurur
ne göğsündeki kaplan
seçilmiş taş milyonlarca taş arasından
başını vurduğun
çok gençti genç olmak için bile
kendi zamanına muhtaç
kendiyle dalgın
daha yolun başında görülüyordu
menzilindeki noksan
ömrünce sızlayacak
kayıplar sarayında ateşte unuttuğun ferman

Murathan Mungan

22 Şubat 2010 Pazartesi

Avara


Anımsıyor musun?
bir çetemiz vardı: Vahşi Siyah Atlar
ısmarlama serserilikler yaşardık
kimseden bir şey demeden kaçıp gitmeler gibi
sokaklarda sabahlamak, parklarda yatmak
yabancıları mahalleye sokmamak gibi
Ve bir gün gideceğimiz bir Amerika vardı
herkesin bir Amerika'sı vardı o zamanlar
herkes gece istasyonlarında
kendi Amerika'sını aradı

kısık ışıklı arkadaş odaları
plağın bir yüzünü kaplayan uzun parçalar eşliğinde
kendi rüyalarımıza dalar, dağılırdık
okyanuslar, gemi yolculukları, kanayan ıslıklar
ve dünyanın bütün limanları
önümüzdeki sessizce uzardı

BİTERDİ PLAK, DİSK BOŞA DÖNERDİ.
DÜŞLERİMİZ ÇARPIP GERİ DÖNEN SULARDI ŞİMDİ
BÖYLE ZAMANLARDA İLK SÖZÜ SÖYLEMEKTEN
KAÇINIRDI HERKES
SONRA BİRİ USULCA KALKAR, HERKESE ÇAY KOYARDI
ANIMSIYOR MUSUN?

vahşi siyah atlardık
kentin ışıklı çöllerinde kendi izini arayan
deri ceketlerimize sığdıramadığımız düşlerimiz kadar
aşık ve düşmandık
dünya acıtırdı bizi. her şey kanatır, her şey yaralardı
sevişmek çekip çıkarmazdı bizi derinliğimizden
öfkemizi dindirmezdi hiçbir şey
geceleri uyuyamayan çocuklardık,
otobüs garlarında uzun macerlara umar
apansız yolculuklara çıkardık

uykulu kentlere girerdik gece yarıları
ıssız ağaçlar olurdu yol kenarlarında
gökyüzünde parlak yıldızlar, her yere aynı uzaklıkta
sarhoş bindiğimiz otobüsün penceresinden
sanki bambaşka bir dünyaya bakardık
sonra saklayarak yüzümüzü birbirimizden
yumruklarımızı sıkar sessizce ağlardık
ışığı açık kalmış pencerelere, kepengi örtülü dükkanlara,
yaz bahçelerinden taşan çiçeklere,
adını bile bilmediğimiz bu kente
neye olduğunu bile bilmediğimiz bir hasretle
uzun uzun bakardık
anımsıyor musun?

ahh o gece yolculukları
bir başka kentte, bir başka insan olmanın umutları
kaç yol arkadaşı kaldı şimdi geriye
gençliğin ilk acılarını birlikte keşfettiğimiz

kaç yol arkadaşı?
sürüyerek götürdüğümüz dargın beraberlikleri saymazsak
ne kalıyor elimizde?
ölenler,
terk edenler,
bir de telefonları, adresleri, kendileri değişenler

vahşi, siyah atlardık; yılkıya bırakıldık
içimizden kimse gidemedi Amerika'ya
kendi Amerika'sı da olmadı hiçbirimizin
yağmur aldı
rüzgar aldı
zaman aldı
o vahşi siyah atları
herşey o eski rüyada kaldı

çarpıp geri dönen düşlerimizin üstünde
çürümüş cesetleri yüzüyor şimdi vahşi siyah atların
öldükleri sahilleri kendileri de bilmiyorlar
peki sen anımsıyor musun?


Murathan Mungan

7 Ocak 2010 Perşembe

IMAGINE


Çok oluyor değil mi, haklı oluşun kişisel doyumundan vazgeçeli,
Gramer tuzaklarına dayalı şah-mat tartışmalarına gönül
indirecek yaşları geride bırakalı,
Kavramları, terimleri yangın söndürme araçlarının
güveniyle taşımaktan cayalı,
etiketleyip kaldırdığımız anladığımızın kavanozlarını kıralı,
Çok oluyor değil mi?

Hadi baştan başlayalım
en baştan
bir 45'lik kadar kısa,
bir 45'lik kadar kesin
biri plâk, biri tabanca

Adı: Imagine
hadi çıkaralım geçmişimizde suç ortağı ne varsa.

Herkesin düşmanına benzediği bu dünyada
ne eksik bizde, ne fazla
ne arıyoruz şimdi şu kundaklanmış yılların başında
kendimiz bulalım kara kutuyu
ne kadarını kurtarabilmişiz kendimizin
hadi sayım yapalım
ilk iş bu şiire "Imagine" adını koyalım.

Ne kadar uzak görünüyordu bize
Oysa geldik.
İşte buradayız.
Yaşlanıyor ve ayrılıyoruz.

Ne zaman karşılaşsak gözlerimizi kaçırıyoruz birbirimizden
Kaçamak sözler ediyoruz ayaküstü...
Ne zaman karşılaşsak unutmak istediğimiz ne varsa karşımızda
Gençliğimiz! Kimsenin olmayan gençliğimiz!
Gençliğimizi tartarken boşluk tutan avucumuzda
acı çekiyoruz
acı çeken yerlerimiz kalmış diye seviniyor
sonra ya bira içiyor, ya televizyon seyrediyoruz.

Karşı çıktığımız dünyanın bir parçası olduk nicedir
Ürküyoruz bizi geçmişe bağlayan halatlardan
yarım yangınlar çıkardığımız gemilerde tükettik bütün yolculukları
dünyayı dinleyişin sonsuzluğunda
olanakların hayaletleri ve biz
kirlenen, çürüyen sularda yalpalayıp duran
bir gözcü ıslığıyla kendinin terk edilmiş sahilinde dolaşan
şu çocuk kim
ya şu koynunda içedönük bir tabancayla uyuyan melankolik haydut
hayata dişlilerinin dokunduğu yerden başlayan, erken törpülenmiş şu kalabalık
ne kadar uzak görünüyordu bize
oysa geldik işte buradayız
bu kadar mıydık..?


Boşalan meydanların uğultusu kaldı kulaklarımızda
küllerine katılıyoruz büyük yangının
gündelik adresler avutmuyor aşkın kollarını
balıksırtı desenlerde çapraz günler
birbirini tutmuyor yalnızlıklarımız
birbirimizi yitiriyoruz her buluşmada

sebepsiz üşüyoruz
yüreğinde bir muştayı gezdiren günleri düşündükçe
tiftiklenmiş bir sessizlikte bulunmuyor aradığımız kelimeler
kabzasında uyuduğumuz şiddet rüyaları
dağılıp gidiyor gündeliğin sisli peronlarında
kalın bir kireç tabakası altında bütün duygularımız
saat farkı var en yakınımızdakiyle bile aramızda
demek ki o kadar da sebepsiz üşümüyormuşuz...


Umutlar kiralamıyoruz artık, kullanılmış umutlar da karşılamıyor siparişlerimizi, ilkeler rehin, değerler eksiğine bozdurulmuş Büyük Pazarda, Operadaki Hayalet yer gösteriyor ölen bir kültürün üyelerine, beşeri günahlarımıza makbuz kesiliyor, vergi yerine hayat iadesi topluyor Kent İdareleri, Kolluk Kuvvetleri kusursuz düzenleri dağıtıyor görüldüğü her yerde, eski plâk kapaklarını okşuyoruz yalnızlıktan, eski bir sıcaklığı arıyoruz mağmalaşmış fotoğraflarda, kantaşıyla dindirilmiş kelimeler akıp gidiyor konuşamadıklarımızın üzerinden, takma yüreklerle sürdürdüğümüz alışkanlıklar geri tepiyor, çekimine girdiğimiz her yeni imkânın aydınlığında, tekrarlana tekrarlana içi boşalan gizleri pazarlıyoruz hayatına manşet arayanlara, naylon tadında maceralar, kalp para değerinde gecelik aşklar kırk kupona, hayatı birbirinden kopya çeken çocuklara slogan ve cıngıl üretiyor, ödüller veriyoruz düşü dar, yüreği ensiz gündüz yıldızlarına, buzlu ve hüzünlü rakılarla çınlattığımız içimizin kırılgan korunağı, iyi paketlenmiş vahşet sürüyor piyasaya. Görüldüğü gibi herkes kadar biz de benziyoruz düşmanımıza.

Biz ki, 45'lik plâkların, radyo istek programlarının, yazlık sinemaların çocuklarıydık, yarım kalmış devrimimizi emanet ettik doların ve markın dalgalanmalarına

yedi askı boynumuzda, elimizde yedinci mühür, koynumuzda akrep
azap karşıdan karşıya geçerken selam veriyoruz anılarımızı arkadan
vuranlara
ne verili koşulların ufkundaki umut
ne mutlak huzur arayıcıları
oyalamıyor içinden geçtiğimiz karanlığı
çıkıp geliyor toz duman içinde
kavganın taş, aşkın tunç, kendimizin demir çağındayken
bütün masalları dolaşmış kahraman
poz veriyor içimizdeki kuraklığın peyzajına
tarih sürüp giderken

sırlarımızı ve çeliğimizi verdiğimiz sular
çekiliyor eski topraklardan
yeni volta boyları ufukta
yepyeni tanımlar aranıyor
dünyayı değiştirmek isteyen varoluşumuza
biliyoruz ki buradan görünmez.

Çünkü Büyük Umutsuzlardır dünyayı değiştirecek olan
dipsiz bir öfke kadar derin
dipsiz bir banknot gibi dolaşımda
ne kadar uzak görünüyordu bize
oysa geldik.
İşte burasındayız
adını "Imagine" koyduğumuz şiirin.

Murathan Mungan

22 Temmuz 2009 Çarşamba

KIRILGAN



Kırılgan bir çocuğum ben
Yüreğim cam kırığı,
Bütün duygulardan önce
Öğrendim ayrılığı.
Saldırgan diyorlar bana,
Oysa kırılganım ben...

Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten,
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden,
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
gözükara cesaretimden...

Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?

Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı...

MURATHAN MUNGAN

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Sevgilim


Sevgilim,
yetimim benim,

aylar nasıl geçiyor zaman hiç geçmezken
kapılar kapalı, dünya buzlu can
uyuşmuş gözlerimin önünde
hayat akıp gidiyor hiç kımıldamadan

ikimizin yerine dinliyorum
sevdiğin şarkıları
siyah tişörtünü giyiyorum yatarken
gömleklerini, kazaklarını, kokunu
senin rüyalarını görüyorum ölür gibi uyurken
gün boyu elimde kahve fincanı

kapıyı açmıyorum
telefonlara çıkmıyorum
başını bekliyorum geleceği olmayan hatıraların

Sevgilim,
yetimim benim,
nasıl da kayıtsız gülüyorsun hayata
öldüğünden haberi yok fotoğraflarının...

Murathan Mungan

20 Nisan 2009 Pazartesi

Fırtına


Bak işte yaklaşıyor fırtına
Bak yine yükseliyor dalgalar
Yollardan sonra
Yıllardan sonra
Şarkılar söylüyor çocuklar
Yollardan sonra
Yıllardan sonra
Yeniden yanyana onlar

Ne geçmiş tükendi
Ne yarınlar
Hayat yeniler bizleri
Geçse de yolumuz bozkırlardan
Denizlere çıkar sokaklar

MURATHAN MUNGAN