9 Eylül 2009 Çarşamba

DUDAK OKUMA -1-


Her şey nasıl başlamıştı bilemiyorum, nasıl duygularım bu aşamaya gelmişti. Bir türlü anlayamadığım bu durum gittikçe içinden çıkılmaz bir hal almaya başlamıştı. Düşüncelerimin çoğu onunla ilgili idi. Onu aklımdan bir türlü atamıyordum. Aslında hiç ilgimi çeken tiplerden değildi. Yaşı benden bayağı büyüktü, uzaktan bakıldığında sahil kasabalarına teknesiyle hava atmaya gelen birine benzese de yanına yaklaşıldığında o bal rengine yakın kahverengi gözlerindeki içtenlik ile sinir bozan bir havası vardı. Genellikle teknesiyle gelen, hele hele genç gruplar halinde marinaya gelenlerden hep uzak dururdum. Fakat onunla karşılaştığımda bakışlarında ki içtenlik beni kendisine çekmişti.

Oturduğumuz evin önünden geçen dar sokaktan aşağı doğru sallanıp sağa kıvrılca denizle buluşur, sakin bir yer olduğu için de tüm kızlar buradan denize girerdik.

Geçen gün kumsalda oturmuş kitap okurken bir teknenin yanaştığını görünce şaşırmıştım, bu koyu yabancılar pek bilmezdi. Açıkçası bizde bu durumdan çok hoşnuttuk. Biraz uzağımda teknenin demir attığını görünce huzurum kaçtı. Kalkıp uzaklaşmak istedim ama nedense yapamadım. Elimdeki kitaba gömülerek okumaya devam ettim, fakat bir türlü dikkatimi toplayamıyor, aynı sayfayı defalarca okumama rağmen anlayamıyordum ki, yumuşacık melodik bir sesle irkildim.

-"Merhaba! affedersiniz korkuttum galiba, beni gördüğünüzü sanmıştım..."

Yanılmıyordu, onu görmüştüm her kulaç atışını saymıştım ama yanıma gelip benimle konuşacağı aklıma bile gelmemişti. Bu güne kadar yabancılara hep mesafeli durmuştum. Bu yüzden arkadaşlarım bana buz perisi lakabı takmıştı. Nedense bu yabancı beni ürkütmemiş, sıcacık gülümsemesiyle içimi huzurla doldurmuştu, bal rengi gözlerinin içinde yitip gitmiştim ki kendime geldim, kızararak;

-"Şey...Yani...Ben karaya çıkmanızı beklemiyordum da..."

Gülümsedi, niye bu kadar güzel gülerdi ki bir insan, her şeyi beni kızdıracak kadar sıcacıktı ben buraların bu sıcak iklimin kızıydım ama hava hiç bu kadar boğucu gelmemişti. Ve bir yabancıyla sohbet ettiğimin ancak farkına varmıştım. Kaçar gibi uzaklaşmak istedim, ama ayaklarım beynimin komutlarına uymuyordu...

-"İsmin ne" diye sordu. Söylememem gerekiyordu ama sesinde öyle bir yumuşaklık vardı ki irademi ve tüm direncimi yok ediyordu.
-"Hazan, ismim Hazan" dedim ve pişman oldum, neden durup dururken bu adama adımı söylüyordum ki.
-"Hazan mı, Neden Hazan?"
-"Neden Hazan... Ne bileyim Hazan işte..."dedim.

Gülümseyerek bana doğru bir adım attı;
-"Senin gibi yüzünde güller açan birine hüzün mevsimi hiç yakışmamış senin adın bahar hem de gülbahar olmalıymış..."

İçimden, buyrun bakalım, bir yabancı ukalalığı daha, benim annem babam bilmiyordu sanki bana neyin yakışıp yakışmayacağını diye söylenmeye başlamıştım. O kadar kızmıştım ki;
-"Sizi ilgilendirmez" gibi bir şeyler söyleyip hızla eve koştum arkama bile bakmadan...


O gün ürkek bir ceylan gibi benden kaçışına bakarken huzur arayan ben nedense onun herhangi biri olamayacağını da anlamış birden huzurum kaçmıştı bile.


Arkası yarın...

Mavigün

2 yorum:

no name dedi ki...

Ablacığım, yüreğine sağlık.
Heyecanla devamını bekliyoruz...

mavigun41 dedi ki...

canım kardeşim
öncelikle hem yayınladığın hemde gerekli düzeltmeleri yaptığın içinde teşekkürler..
sevgilerimle..