Mehmed Akif Ersoy etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mehmed Akif Ersoy etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Şubat 2011 Çarşamba

Âtiyi Karanlık Görerek Azmi Bırakmak


Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle.
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle:
Ey dipdiri meyyit, 'İki el bir baş içindir.'
Davransana... Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın?
Esbâbı elinden atarak ye'se yapıştın!
Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver... Kalma yolundan.
Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!
Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!
Herkes gibi dünyâda henüz hakk-i hayâtın
Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın?
Ye's öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.
Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar;
Me'yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar
Lânetleme bir ukde-i hâtır ki: çözülmez...
En korkulu câni gibi ye'sin yüzü gülmez!
Mâdâm ki alçaklığı bir, ye's ile sirkin;
Mâdâm ki ondan daha mel'un daha çirkin
Bir seyyie yoktur sana; ey unsur- îman,
Nevmid olarak rahmet-i mev'ûd-u Hudâ'dan,
Hüsrâna rıza verme... Çalış... Azmi bırakma;
Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!

Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş...
Sesler de: 'Vatan tehlikedeymiş... Batıyormuş! '
Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından,
Tek kol da demiyor bir tarafından!
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar...
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.
Feryâd ile kurtulması me'mûl ise haykır!
Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!
'İş bitti... Sebâtın sonu yoktur! ' deme, yılma.
Ey millet-i merhûme, sakın ye'se kapılma.

14 Mart 1913

Mehmet Akif Ersoy

18 Mart 2010 Perşembe

ÇANAKKALE ŞEHİDLERİNE



Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördübeşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara' ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayasızca tahassüd ki ufuklar kapalı! Nerde-gösterdiği vahşetle " bu, bir Avrupalı
Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,Varsa gelip açılıp mahpesi, yahut kümesi
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvam-i beşer,
Kaynıyor kum gibi... mahşer mi, hakikat mahşer. Yedi iklimi cihanın duruyor karşısında
Ostralya' yla beraber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk;
Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela... Hani, taunada züldür bu rezil istila!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-u asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise hakkıyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına.
Maske yırtılmasa hala bize afetti o yüz... Medeniyyet denilen *****, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müthiş ki: eder her biri bir mülkü harab. Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a' makı; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin:
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam;
Atılan her lağamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir: savrulur enkaz-i beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak;
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına ram?
Çünkü te'sis-i ilahi o metin istihkam. Sarılır, indirilir mevk-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-u beşer; Bu göğüslerse Huda' nin ebedi serhaddi;
"O benim sun'-u bediim, onu çiğnetme! " dedi.
Asım’ın nesli. diyordum ya. nesilmiş gerçek; İşte çiğnetmedi namusunu,çiğnetmeyecek
Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar, Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe!" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitap... Seni ancak ebediyyetler eder istiab.
"Bu, taşındır" diyerek Kabe' yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namiyle, Kanayan lahdine çeksem bütün ecramiyle;
Ebr-i nişanı açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyya' yı uzatsam oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağbiri, akşamları,sarsam yarana. Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini; Şark’ın en sevgili sultanı Selahaddin' i,
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran... Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki,ruhunla beraber gezer ecramı adın
Sen ki, a'sara gömülsen taşacaksın... Heyhat!..
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmed Akif Ersoy