8 Kasım 2011 Salı

3 Elma


Çocukken de böyleydim
Özel biri değildim...
Düşe kalka büyüdünüz
Ben sadece izledim.

Gökten üç elma düşmüş
Diye biten masallarda
Büyüyünce anladım
Üçü de yasaktı bana

Ben hapsederken kendimi
Size kaldı sokaklar..
Upuzun bir hayat var
Ben hep sonunu bekledim

Hapsettim ben kendimi
Size kaldı sokaklar
Uzun bir hayat var
Ben hep sonumu bekledim

Bir okyanustu yaşam
Mutluydunuz açıklarda
Korktum ben yüzemedim
Gelemedim yanınıza...

Bir okyanustu yaşam
El salladım size uzaktan
Korktum ben gelemedim
Boyu geçmeyen kıyılardan...

Söz: Cem Senyücel
Müzik: Yusuf Demirkol

Zakkum

3 Kasım 2011 Perşembe

NAZLICIK


Bu gün evimin bodrumunda yeni doğmuş bir kedi yavrusu buldum. Anne kedi güvenli bir yer ararken bırakmış, bizde görmeden kapıyı kapatmışsız. Anne dışarda, bebek kedi içeride... Pazar günü bahçede nar toplarken bodrum kapısını açık bırakmıştık. Sanırım o kısa sürede yavrusunu içeri taşıdı ve öyle bir yere saklamış ki yavrusunu, Bir şey aramak için girmesem asla bulamazdım. Daha gözleri açılmamış miniminacık bir yavru. Avucumu ancak dolduruyordu. Biraz miyavladıktan sonra sustu. Uysal bir kız yavruydu(şimdilik). Başını nazlı nazlı avucuma koydu, böylece adı Nazlı oldu. Çevreyi şöyle bir kolaçan ettim, anne gözükmüyordu. Çevrede ki maçolardan (erkek kedilerden) sakınmalı, anne kedinin bulunmasını sağlamalıydım. Bir müddet Nazlı avucumda sokaklarda gezindik, Anneyi bulma umudumu kaybederek geri döndüm ki bodrumun etrafında dolaşan anne kediyi gördüm. Yaklaşınca benden ürkerek kaçtı. Bir süre bekledim, ama korkudan yaklaşamadığını görünce Nazlı'yı bodrumdaki eski bir komodinin çekmecesine bıraktım. Kapıyı da açık bırakıp gittim. Bir müddet sonra kontrol için döndüğümde anne Nazlı'sını alıp gitmişti. Minik bir yavruyu annesine kavuşturmanın hazzıyla gülümsedim...
Sabah sabah iyi geldi be...

Mavigün

1 Kasım 2011 Salı

Salı Sallanıyor Maviliklerde 100,41

Salıncakta neler düşledim, neler yaşadı içim;
"ben"den sıyrılırcasına bıraktım her şeyi sonsuzluğa, yokluğunda varlığını bulabilsin diye...Poulo Coelho (simyacı)

30 Ekim 2011 Pazar

İyi ki...



İyi ki doğdun, iyi ki varsın, iyi ki seni tanımışım/ız, iyi ki...
Sevgili Kankam nice güzel yaşlara...
Allah hayırlı yaşlar ve ömür nasip etsin...

29 Ekim 2011 Cumartesi

27 Ekim 2011 Perşembe

Seval'ce


Gökyüzü birazdan yağacak yağmurun habercisi koyu gri bulutlarla kaplı.
Trafiğin gürültüsü daha az, diğer günlerden farklı bir sessizlik var dışarıda.
Bir hüzün kokusu havada... Sanki bugün bütün Dünya yasta...

Ağaçlardan dökülen yüzbinlerce yaprak, konfeti gibi serpilmis yollara.
Süslüyorlar her yeri yeşil, sarı, kahverengi ve kırmızının binbir tonlarında... Rüzgar varla yok arası hafif hafif esiyor. Sanırsın kuru dallarından kopup düşmeye hazırlanan yaprakları incitmekten korkuyor...

Her şey aynı aslında, mevsim normalleri derler ya...

Anlaşılan değişen benim. Bir soran olsa, bu gün tonlarca yük taşıdığıma yemin edebilirim. Omuzlarıma çöken ağırlıktan olsa gerek, itaat etmiyor bana ne beynim ne ellerim...

Şimdi, ya silmeli gördüklerimi hafızamdan, unutmalı bildiklerimi, ya da toparlanmak için durup uzun uzun düşünmeli...
Ama, benim -herkes gibi- hiç vaktim yok ki...

Gel, çık işin içinden, kalk altından kalkabilirsen.
Sen ağlamak istemesen de gözlerine dolar yaşlar kendiliğinden.
Canın yanar canı yananları duyup gördükçe. Lanet okur, isyan edersin nafile olduğunu bile bile. Kocaman bir çaresizlik sarar küçücük yüreğini.
Boy boy korkular büyütürsün böyle günlerde...
Ah, keşke kendi canavarını beslediğini görsen kendi ellerinle...

Haykırmak istiyorum, yorgun düşene dek avaz avaz bağırmak!..
Ama ne mümkün, zaten beni kim duyacak?
Hem, nereden bileyim ki ben, nasıldır kuralların dışına çıkmak...

Sessiz bir çığlık yükseliyor içimde...
"Haydi, insanoglu!" diyorum, "Kımılda biraz be!"
"Kışkırt, yüreklendir kendini, meydan oku kaderine!"
"Diren! Öfkelen istersen! Yeter ki durul ve değiştir bir şeyleri..."
Al yahu, artık şu dersini. Ver kardeşlerinle el ele...
Onlar da Allahın kulu, bir ananın kuzusu tıpkı senin gibi...
Yok et adaletsizliği ve fakirliği yeryüzünde...
Öğren paylaşmayı, farklı olanı da anlamayı...
Can yakma hakkını kendinde görme! Hiç değilse hak yememekle başla işe!"

Ne! Olmuyor mu? Olmaz tabi... Yapamazsın değil mi?

Pekala be geri zekalı! Öyle olsun, pis çıkarcı! Kalleş! Sahtekar! Sakın değişme sen, hep böyle riyakar kal... Aldat herkesi, gir günaha, kendini kandır. Bırak kalsın yüreğin kulaklarından daha sağır...

Öfff...
Biliyorum yine saçma sapan konuştum. Iyi ki bir duyan gören olmadı, yoksa rezil olurdum.
Güldüm sonra kendime, olmasa da bir faydası düşüncelerin zararı da yok diye...
Ve sustum...

26 Ekim 2011 16:36

16 Ekim 2011 Pazar

Kırmızı Gül

Ayrılırken kırmızı gül ver bana
İçimdeki yangının rengi olsun
Kimse bitsin diye sevmez
Aşkıma yakışır son söz olsun
İncitme sakın giderken
Anım kalsın veda ederken
Yaşamak için güç ver bana
Koskoca bir hikaye biterken
Her gün binlerin yaşadığı acı bu
Biraz tanıdık biraz yabancı
Bize gelmez sandım doğrusu
İmkansız zaman alırmış
Bir avuç hatıra elde kalan
Kirlenmensin dünya nasılsa yalan
Hayat pul olur gözünde
Kırmızı güldür geriye kalan

Kırmızı Gül

7 Ekim 2011 Cuma

Sevgili/m Günlük

Merhaba Günlük,

Öhö öhöö öhööö
toz içinde kalmışsın kullanılmaya kullanılmaya
E tabi kankam da kullanmıyor bırakmış seni tozlu raflarda olacağı bu...
Dur senin tozunu silkeleyelim biraz...

Şimdi nasılsın bakalım? Daha iyi görünüyorsun...
Günlük bak baştan anlaşalım ben ne Seval ablam gibi, ne kankam gibi, ne Mavigün gibi
edebi, süslü, noktalama işaretlerine dikkat ederek çok güzel yazamam.
Baştan söyleyeyim ki sonra bana ne biçim yazıyorsun diye şikayet etme :)

Günlük anlayamadığım bir takım şeyler var. Onları yazıp dertleşmek istiyorum seninle.
-Memnuniyetle mi?
Eyvallah sağolasın...
Şimdi günlüğüm anlayamadığım konulardan biri erkek milleti...
-Ah ahh hiç sorma...
-Sende mi günlüğüm?
Bu erkek milleti kızı tavlayana kadar, flört döneminde ya da evliliklerinin ilk yıllarında nasıl romantik oluyorlar...
Güllerle karşılarlar kızları, güzel sözler, romantik mesajlar, ince davranışlar vs...
Sonra ne oluyorsa bunlara belli bir süreleri var galiba, o süre bitince bir bakıyorsun romantik, ince, düşünceli erkek kaybolmuş...
Ne oluyor da durum böyle oluyor sen ne dersin günlüğüm bu işe?
-Ah ahh Eylem'cim, anladım senin yaran derin...

Gelelim başka bir konuya, ne demişler “parayla saadet olmaz”...
Kim demiş?
Asıl parasız saadet olmuyor...
-Bence de...
Bana destek vermene sevindim günlük...

Çift evlenmiş kör kütük aşık olup, çok sevmişler birbirlerini.
-Eee
E’si işte yukarıda bahsettiğim cicim ayları denen kısım geçtikten sonra
Bir de para yoksa bak sen şimdi mutlu çifte...
Erkek, işi yok veya var ama para alamıyor...
Biz ikinciyi ele alalım,
Sabah çıkıyor evden ekmek parası kazanmaya
akşam geliyor. Gelirken düşünüyor adamcağız, kira, elektrik, su, birde çocuk varsa onların masrafları, eve alınacaklar, kart borçları off ki of...
Yeni bir işte bulamıyor parada vermiyorlar...
Geliyor eve, acıkmış,
soruyor.
-Hanım yemekte ne var?
-Ne yemeği eve ekmek parası mı getiriyorsun ki yemek soruyorsun.
Gidiyorsun çalışıyorsun çalışıyorsun paranı da alamıyorsun,
ne diye adamların ağız kokusunu çekiyorsun...
Diye bir sürü feryat figan...
Zehir zıkkım olsun der gibi önüne koyuyor yine de bir kap yemek.
Kadın:
-Komşular çarşıya çıktı ben çıkamadım para yoktu, yeter artık bul iyi bir iş...
Erkek: Öf be kadın yeter artık ben ne yapmaya çalışıyorum... Sizin için didinip duruyorum...
Ve kavga ve gürültü...

Ne oldu mutlu aşka?
Parasız saadet olmadı...
Gördün mü olayı günlük...

Bak birde şu olay var günlükçüğüm...
Geçenlerde, ama bayaa bi geçenlerde, memleketime gittiğim günlerden birinde
üst kat komşumuzdan yüksek sesler, sert konuşmalar geliyor...
En son Mehmet amca(evin babası) aptaall diye bağırıp kapıyı vurdu çıktı evden...
Biz bugüne kadar böyle bir şey duymamıştık kendilerinden, kaç yıllık komşumuz...
Birkaç gün sonra öğrendik ki kızı birini sevmiş...
Kızımız ODTÜ mezunu, iyi derece İngilizce biliyor, işinde de güzel para kazanıyor.
Sevdiği erkek kendi statüsüne göre değilmiş daha düşük maaşlı vs. vs. İşte
Baba hayır diyor, kız olacak diyor.
Baba çık evden git evlen senin gibi kızım yok diyor...
Erkek tarafında da kız istenmeyen gelin...
İki ailede istemiyor ama bunlar yine de evleniyorlar...
Kız annesini teyzesinde falan görüyor eve gelemiyor çünkü...
Baba kızıyla görüşürseniz sizi de affetmem diyor... Yine de gizli saklı annesiyle görüşüyor...
Kendi kurduğu yeni yuvada da haliyle bir sürü sorunu oluyor bu durumda kızcağızın...
Artık geriye dönüşüde yok son pişmanlık fayda etmiyor...
Babası da affetmiyor...
Ne kötü bir durum değil mi günlük?
Bir yerde izlemiştim ya da okumuştum kız biriyle beraber oluyor, evlilik kararı falan alacaklar,
Kız diyor ki olmaz önce aileler birbirini tanısınlar anlaşabilecekler mi bakalım
Onlar anlaştıktan sonra biz haydi haydi anlaşırız...
Bence biraz haklı be günlük...
Ailelerde sorun olunca o yapılan evlilikte sorunlu geçiyor…

Günlükcüm ya, yazdıkça yazmışım günlük değil yıllık gibi olmuş:)
Ne bileyim sevgili günlük bugün bunlar geçti içimden yazdım sende dinledin sağol...
Hadi iyi geceler olsun...

6 Ekim 2011 Perşembe

Seval'ce


Ekim geldi, hoşgeldi...

Sonbahar önümüzdeki haftalarda hayatımızda büyük bir rol oynamaya niyetli, biz istesek de istemesek de geldi, yerleşti.

Bu gördüklerimiz yılın son güneşli günleri olmalı. O halde, yağmurlu ve karanlık günlerden önceki mavi gökyüzüne şükranla bakmalı, ılık rüzgara kapılıp uçuşan yapraklardaki güzelliğin tadını çıkarmalı...

Sonra nasılsa yağacak mübarek, yağabildiğince...

Öyle de olmalı, elbette yağmalı. Aylardır yolunu gözleyen toprak kana kana içmeli her zerresini, doymalı... Yoksa nasıl can bulur ekilen tohumlar, susuz kalırsa yeşerir mi tarlalar? Tanrım, iyi ki insanın elinde veya onun keyfine bağlı değil yarattığın ilahi ayarlar...

Deriz ya her fırsatta, Dünya fani. Her an, her şey olabilir. Seneye çıkar mıyız hep birlikte, bir ilk ve sonbahar daha görür müyüz, kimbilir?

Biz hep böyle konuşuruz, söylediklerimizin anlamını düşünmeden... Borçludur genelde hayat, eksik vermiştir bize nimetlerinden... Ve planlar yaparız bolca, hayaller kurarız hatta... Aldığımızdan hep daha fazlasını isteriz, isteyenin yüzü bir kara...

Koşarken peşinden paranın, başarının, gücün ve daha çok rahatlığın farkında olmadan kaybederiz gerçek değerleri... Sevmeyi, kıymet bilmeyi, şükretmeyi unutarak benimseriz şikayet etmeyi...

Ancak koşmaktan yorgun düşünce verdiğimiz zorunlu molada, bakarsak geriye, görürüz bir çok şanslar verildiğini bize... Yakaladığımız ve ıskaladığımız fırsatların uzun bir listesi vardır artık önümüzde. Yaşam biraz da kendi tercihlerimizin neticesi gibi kaderle oynadığımız ebedi oyunda...

Yaralı bereliyse dizlerimiz, demek ki kavgada, oldukça tecrübeliyiz...

Büyük, çok büyük dersler aldığımızı gösterir, boş kalan ellerimiz, kırık-dökük çarpan kalbimiz...

Bu oyun böyle devam eder, kayıplar ve kazançlarla...

Ve biz bulduğumuz her yerde sarılırız umutlara. Çünkü en büyük yardımcımızdır umut, sevmekten başka. Tabi, inanıyorsak eğer, bize düşenin yaşamak olduğuna...

"Yakında yağmurlar başlayacak, eyvah yine kış geliyor!" diye somurtan insanlar var çevremde. Durur durur hava durumuna söver,söylenir... Halbuki bir çatının altında olmanın güzelliği en çok yağışlı havalarda hissedilir. Hem, insanın başını sokacak bir evinin olması bile bir servet değil midir? Hele varsa evde ekmeği, bir tencere de sıcak çorba, tercihen mercimek yahut tarhana...

Ama en önemlisi o çorbayı paylaşacak birileri hayatında, hemen yanıbaşında...

Ne diyorum ben ya? İşte böyle bir şey yaşlılık, kusura bakmayın çocuklar...

Mevsimler ardarda birbirini kovalar, zaman hızla gelir geçer, ablaların çenesi düşer...
Benimki laf kalabalığı. Demem o ki, İlkbahar beni sevindirir, Yaz güldürür, Karakış üşütür, ama Sonbahar... Silkeler tozu toprağı, düşündürür...

Seval

27 Eylül 2011 Salı

Seval'ce


"Eylül´ün son haftası..." demiş ve eklemiştik.
Bir kaç gün sonra bir veda daha...

Eylül de bitti demek, geldi Ekim... Sonra Kasım... Ardından Aralık...
İyi ama... Ama...

Aman Tanrım! Olamaz! Kış geldi bile işte, kahretsin!

Üşüyeceğiz yine. Üstüste, kat kat giyinsek de, aylarca ısınamadan sürecek yaşam titreye titreye...

Kim nefret etmez sobayla uğraşmaktan? Ki, bilen bilir hiç kolay değildir hani. Kömür torbalarını taşımak, her gün kül temizlemekle uğraşmak resmen işkence gibi. Ailece zehirlenme tehlikesi de cabası. Üstelik, ucuz bile değil meret, Dünyanın parası...

Bu sene doğal gaz döşetse miydik acaba? Kömürden, mazottan rahattır mutlaka, ama daha çok masraflı. Nasıl döşetiyorsun yahu? Zar-zor denkleştiriyorken ev kirasını...

offf yaa... Keşke kaloriferli olsaydı bütün evler... Hatta herkesin oturduğu ev, kendi evi... :)

Salak gibi hayal kurup da insanı güldürme. Var mı herkesin ev sahibi olduğu bir ülke? Hem olsa ne yazar? Günümüzde ev sahipleri için hayat daha mı kolay? Düşün, onların da bin çeşit vergisi, tadilatı-tamiri, kapısı-penceresi, çatısı-bahçesi-duvarı, şusu-busu bir sürü derdi var...

Offf...Eylül geldi de, gidiyor ha?..
Şimdi çabucak günler kısalacak... Hem kısalacak hem kararacak, benim de içim git gide daha çok daralacak...

Bir yağmur başlar yakında, dinmek bilmez bir türlü... Önceleri hoş gelir insana, özlemiştir çünkü ama sonra iyice sinir bozar... Mazgallar tıkanmıştır, her yerden sular taşar, ortalık su birikintileriyle dolar... Islak ağaçlar, ıslak yollar, yer yer çamurlar...

En kötüsü ışığa hasret kalmak, çünkü her gözünü açtığında gördüğün sonsuz bir alacakaranlık olacak. Hani güneş doğmuş mu, batmış mı kestiremediğin... Başını her yukarı kaldırdığında griden başka bir renk göremediğin... Nereden baksan berbat!..

Öff yaaa... İyi olan ne kaldı ki? Bu memlekette her şey berbat...

Oku... Oku... Oku... Okuduğun onca okul bir iş bulmana yetmiyor. Haydi buldun diyelim, kazandığın para yaşamana yetmiyor. Öde öde faturaların bitmiyor. Yok telefon derdi, kredi kartı ekstreleri, yok bilmem ne vergileri, yok sigortalar, aidatlar...

Hele de o sigortalar... Şaka gibi ya... Artık, kimin işine yarıyor, hangi sağlığı veya güzel geleceği sigortalıyorlarsa?

İşimi sevmiyorum! Her günüm bir öncekinin kopyası, yorulduğuma değmiyor. Ailem, arkadaşlarım, Çevrem kalabalık ama hiç kimse beni anlamıyor... Bıktım bu monotonluktan, canım hiç bir sey yapmak istemiyor...

Şeytan diyor, kaç git uzaklara... Sadece çektiği sıkıntılar kâr kalıyorsa insanın yanına...

Üfff... Öyleyse, batsın kardeşim bu dünya!.. Biz de topluca geberelim içinde! Daha fazla direnmek niye? Ne!.. Yalan mı söylediklerim? İtirazı olan var mı? Kim mutlu, kim huzurlu bu devirde?..

Hay Allah! cık cık cık...

Ne oldu bana böyle? Tövbe tövbe... Ne olmuş yani Ekim gelmişse... Öyle de biliyorum ya soğuklar kapıda... Hem oldukça da yorgunum galiba... Ondan böyle....


devamı var ona göre.. :)

Seval'ce


Ee, ne yapalım? Hadi gazetelere bir göz atalım...

Uzmanlar diyorlarmış ki; "Yakıt-taşıt-vergi zamları daha şimdiden aldı başını gitti. Daha da yükselmeleri beklenmeli."

Elinin körü! Sanki böyle olacağı önceden bilinmiyordu. Kartel-siyasetçi aşkı bu sene de nur topu gibi bir enerji krizi doğurdu. Halk besledi, kaçak elektrik kullanan şirketler büyüttü, siyasiler globalleştirdi... Şimdi o, tüm zamlara bahanelerin en güzeli...

Değil mi ki, kapitalizmin gücü hep patronlardan yana, sömürecekler elbette sömürebildiklerince... Ama neme lazım, Sezar´ın hakkını vermeli Sezar´a. Ben yıllardır kendim şahidim, hiç bir konuda uzlaşmayı başaramadılar, kendi çıkarlarını korumanın dışında...

Öffff... Geçelim bunu... Benim içim şimdiden karardı... Bakalım başka neler oluyormuş Dünyada?

Hükümetler çok meşguller. Hepsi canla başla dünya barışı ve halkların kardeşliği için çalıştıklarını söylemişler... Ay, onların çalışmalarını teker teker sevsinler...

Avrupa'lısı da Asya'lısı da aynı, al birini vur ötekine... Her gün artan iç ve dış borçları ve kendilerine hortumladıkları paraların hesabını vermektense elbirliğiyle Yunanistan'ı kurtarıyor ya da batırıyorlar son günlerde... Veya gidip Somali'li çocukları, sanki zavallılar bir daha acıkmayacaklarmış gibi bir günlüğüne doyuruyorlar. En güçlü görünenler de "barış ve demokrasi" sözlerini ağızlarından düşürmeden silah ticareti yapıyor sonra savaş çığlıkları atıyorlar. Bu katil ve sahtekârlar kimi kandırdıklarını sanıyorlar?

Öfff... Yine sinirlerim tepeme çıktı... Saydıklarım bu kadar gerçek olmasa keşke... Her şey sahte, sırf göstermelik... Yani aslında yaşananlar tam traji-komedi ama insan gülemiyor ki... Lanet olsun! Lanet olsun hepsine...

Offf... Neyse... Biliyorum aynı şeyleri duymaktan herkese gına geldi... Avro, Dolar ve borçlar, savaşlar, krizler, yok bilmem ne... Kuzum, tüm bunlar gerçekten kimin derdinde?..

Güzel şeyler olmuyor mu? Oluyordur elbette... Milletçe nasıl uzman kesildik bu yaz, hepimiz koşarken -altın fiyatları- peşinde. Çatır çatır pazarlık yaptık, üç kuruş daha az ödemek için -her şey dahil- tatil köylerinde... Zırnık bahşiş koklatmadık bize hizmet eden görevliye, sırf gıcıklık olsun diye, yahut bize gülümsemediği için belki de... Saatlerce ayakta, üstelik de o sıcakta, en fazla asgari ücretle çalıştığını düşünmeden hem de...

Yav, bunlar da güzel şeyler değilmiş. Yazı unutup gelelim bari bu güne, Eylül-Ekim'e... Hem başkalarının acısından bize ne?


Boşuna sevinmeyin bitmedi...:))

Seval'ce


Öyle ya da böyle geçti tatil, yaz bitti...

Ekim kapıda, döndük en başa...

Insanoğlu ne garip değil mi? Hoşuna gitmeyen gerçeklerden kaçmak için devekuşu gibi gömmeye hazır başını kuma... Hele kendi canı azıcık yanıyorsa, görmez gözü kimseyi, sağırdır yüreği...

Halbuki kaçış yok! Bu iletişim çağında istese de istemese de herşeyin farkında olmak zorunda... Kime yabancıdır mesela; Bütün sektörlerde işsizliğin arttığı, üretimin durduğu, fabrikaların kapandığı... Içinde değilsek de görmedik mi, işci direnişlerini, polis coplarını... Gördük, görmesine de, çabucak unutmadık mı?

Hayvancılığın, çiftçiliğin öldüğünü, en bereketli toprakların ekilmeden boş kaldığını, ekilenleri sel bastığını, yahut kuraklığın yaktığını da duyuyor, görüyor, biliyoruz... Ama suçluyu bulduğumuz için içimiz rahat bu konularda... Tüm bunların sebebi biz değiliz, sadece "küresel ısınma"...

Zaten, ithalat büyüyüp ihracat küçüldügü için temel gıda madde taban fiyatları tavan yapmış! Yoksa, ekonominin sağlığı gayet normal sayılırmış. Inanmayanlar, borsayı takip edip endeksleri hesaplasınmış... Borsanın çökme ihtimali filan, külliyen yalanmış!

Oh beee... Neyse ki, son anda depresyondan kurtulduk...

Siz kurtulamadınız ama hâlâ..:)

Seval'ce


Bakalım mı, daha neler varmış?

Memleketin her yerinde kadınlar kızlar dövülmüş, tecavüz edilmiş, öldürülmüş. Bazıları satılmış kurbanlık koyun gibi istemediği bir adama,
kimi olmuş bir alçağın elinde köle,
kiralanmış bir kaç dakikalığına her gün yüzlerce erkeğe.
Hoyratça sökülmüş fidanlar köklerinden,
kupkuru gözpınarları kalmış geriye...

Bunca olan bitene dayanmak için gözler kendiliğinden kapanmış.
Göz görmeyince herkes onları,
onlar da acılarını yok saymış...

Kime hizmet ettiği bilinmeyen savaşlar varmış,
gel zaman git zaman,
haklı haksız birbirine karışmış,
askerler bile iyice şaşırmış,
dün kardeş olanlar bu gün artık düşmanmış.
Bazı rivayetlere göre, azınlıklar azdıkça azmış.
Kendilerince onlar da haklıymış...

Yalan ya da doğru.
Ama bir gerçek var ki o da şu:
Yıllar yılı, yüzlerce gencecik, masum çocuk doymak bilmez bir canavara yem oldu. Ocaklar söndü, yürekler kavruldu...
Sağ kalıp kurtulanların ne eski neşeleri, ne eski sağlıkları,
ne de yaşama arzuları artık yoktu.

Atalarımız doğru demiş; "Beterin beteri var! Dibin daha derini."
Benim Eylül-Ekim derdim de dert miymis?

Kısacası yaşamak haktır ama hak çalınır, hayat harcanır, çiğnenir insan onuru... Çünkü, hem güzel hem çirkin, hem iyi hem de kötüdür hâlâ insanoğlu...

Değişmesini istiyorsak bazı şeylerin, kolları sıvayıp kendimizden başlamalı.
Elbette insan takvimlerin, ayların, mevsimlerin, yılların, her gün ve her anın farkında olmalı.
Yaşamalı hayattan korkmadan ve Allah'a sevgi olmalı, şükrederek sığınacağımız yegane liman...

BiTTi

Salı Sallanıyor Maviliklerde 100,41

Evet Salı Sallanır
E hadi sallansın o zaman:)

21 Eylül 2011 Çarşamba

Seval'ce


Oradaydı biliyordum.

Yine de ben, etrafımda uçuşan sarı yaprakların, kuru dalların, çimlerin içinden bana gülümseyen irili ufaklı mantarların farkında değilmişim gibi yürümeye devam ettim. Ceketimin yakasını yukarı kaldırıp başımı iyice önüme eğdim. Kendimce onu görmeden, yanından geçip gidecektim.

Bırakmadı tabi, buna izin verir mi?

Yolumun üzerindeki meşe ağaçlarının arasından çıkıverdi karşıma, gelirken topladığı çam kozalakları ve palamutlarla...
Çabucak ayaklarımın altına serdi hepsini, "Haydi, beni görmeden git de, göreyim seni!" der gibi...

"Tamam!" dedim kendi kendime "Kaçıs yok. Bir selam verip, uzaklaşayım bari!" Hayır, her zaman can kurban. Ama... Ama, bu gün gerçekten değildim kavuşma havamda...

O içimden geçenleri anlamış gibi durdu, "Neyin var?" diye sordu "Benden kaçar gibisin?.. Halbuki sen, beni gördüğüne hep sevinirdin..."

"Merhaba Rüzgar!" dedim mecburen "Hoşgeldin Sonbahar!" diye ekledim sonra "Kusura bakma, ben yaşlandım galiba, seni göremedim!"

"Değiştin mi sen?" derken rüzgar dönüyordu etrafımda "Eskiden yalan söylemezdin bana."

"Yalan değil..." dedim usulca. "Görüşmeyeli uzun zaman oldu... Hayat beni epeyi yordu... Anlayacağın, hem yorgunum, hem neşem yok, yapılacak işlerim de her zamankinden daha çok!"

Söylediklerime inanmadığı belliydi. Cevap vermeden gülümseyerek uzaklaşmayı tercih etti...

Bu defa ben "Ya kırdıysam onu?" diye diye, olan azıcık keyfimi de kaçırdım o gidince...

Omuzlarım biraz daha çöktü, içimi kapladı bir üzüntü... Insanoğlu istemese de bazen bir çelişki yumağına dönüşüyor böyle, lakin olan olmuştu bir kere...

Ağır adımlarla yaklaştığımda bizim mahallenin futbol sahasına, sahayı çevreleyen kavaklar başladı şarkımızı mırıldanmaya...

Küsmemişti, gitmemişti...

Biliyordu o sesleri duyunca devam edemeyeceğimi yoluma.. Sevincim unutturdu bana korkularımı, görünmeyen bir el sildi yüreğimdeki telaşı...

Böylece kulak verdim rüzgar dostumun binlerce kavak yaprağı ile dallarına sırf benim için söylettiği şarkılara...

Bir süre sonra üşüdüğümü hissettim, artık evime dönmeliydim...

Teşekkür etmek icin kaldırdığımda başımı gökyüzüne, Allah sizi inandırsın ben inanamadım gözlerime! Kıpır kıpır sallanıyorlardı karşımda capcanlı...
Kimi hâlâ yeşildi, kimileri çoktan sarı...
Birbirinden güzel, yüzbinmilyon kavak yaprağı...

Üstelik bilerek bu gün-yarın olacağını toprak, hayat doluydu her bir yaprak...

Ve sanki bu güzellik yetmezmiş gibi bana, bir kırlangıç sürüsü vardı biraz daha yukarılarda...

Hemen, gözlerimden kaybolmalarını beklemeden "Hayırlı yolculuklar" diledim... Sonra her şeyi unuttum, nefesimi tuttum... Vedanın bu en güzel halini izlemeye koyuldum...

Ağır ağır uçtular önce arka arkaya... Sanki geride bıraktıklarından ayrılmak istemiyor gibiydiler ama "Gitmek" değil miydi onların kaderi... Dost bildikleri rüzgara teslim olup kahramanca, süzülerek yok oldular...

"Tanrım!" diyerek iç geçirdim "Bu bana ne güzel bir hediye... Çok teşekkür ederim!"

Sonra toparlandım elbette verdim ağzımın payını!

"Kızım!" dedim "Fasulye nimettir ama sen kendini ondan sayma... Yaradan sevmiş yaratmış, seninle ne alaka?
Sen, zaman zaman işte böyle, ancak şahit olursun O güzelliğe..."

20 Eylül 2011 Salı

Salı Sallanıyor Mavilliklerde 100.41


ALTIN SALI

Alımlı çalımlı,
Sallanır gelir Salı.
Ne asılır ne basılır,
Açılır saçılır.
Tatlı mı tatlı,
Altın Salı.