15 Eylül 2009 Salı

MAVİLİGÜNLER



Dostlar,
Gökyüzünün rengi ne olursa olsun,
BBO Adasında, BBO FM 95.5 te
Gökyüzü hep MAVİ olsun...

mavi sevgi
mavi huzur
mavi mutluluktur...
mavi düşler yeşertir umutları
mavi derinlikler yüceltir
mavi gökyüzü kanatlandırır insanı
mavi hayattır ve hayat masmavidir...

14 Eylül 2009 Pazartesi

DUDAK OKUMA -8-


Dün gecenin gerginliğini üstümden atamamıştım. Mehmet'lerin gelip beni istemesi, babamın da vermesinin üstünden tam tamına 1 ay geçmişti. Ekin'in gidişi ise 1 ay 15 gün olmuştu. Dilim kopsaydı da "alay ediyorsun!" demeseydim, ne olmuş alay ettiyse?..
Etseydi de hep burada olsaydı... Belki, ne bileyim... Bendeki saçmalığa bak, "kendi kendine gelin güvey olmak" denir benimkine... Bir yabancı bana gülümsedi, bana isimler verdi diye beni alacak da götürecek mi sandın... Nah kafana...

-"Ne o kız, ne vurup duruyorsun kafana?"
-"Umrundaydı da"
-"Ne demek umurunda mı kızım, başına talih kuşu kondu diyorum sana. Neden anlamıyorsun?"
-"Ya Zehra'nın gözyaşları... Ben sevmiyorum bile Mehmet'i. Beni ne yapacak ki?"
-"Allah Allah... Gönlü ona değil sana kaymış, hem öyle resmi toplantılarda okumuş kadın iyi olur diyormuş babası, okusaydı Zehra kızda..."
-"aman anne okumak için ağladığımı bilmesem iyi koca bulmak için okududuğuma ben bile inancam neredeyse."
-"Hadi hadi, yarın düğün var erkenden yat bakalım sen."

Yat demek kolay da yatmak kolay mı bakalım?..
O hâlâ gelmedi. Ben neden bekliyorum bilmiyorum...
İşte böylesi bir gecenin sabahıydı teknesinin geldiğini gördüğümde... Ne dün, ne yarın... İşte tam da bu gün geliyordu. Erken değilse de geç de kalmamıştı... Efsunlu yabancı kesin bir şey hissetmişti. En azından benim çok üzüldüğümü... diye geçirdim içimden. Birden içim aydınlandı, efsunlu bekli de benim üzgün olduğumu uzaklardan da hissetmiş olamaz mıydı?..

*****

devamı var

Mavigün

13 Eylül 2009 Pazar

DUDAK OKUMA -7-


Datça'dan uzaklaşmıştım. Bir ayı aşkın süredir Marmaris'teydim. Bu kendime verdiğim bir ceza idiyse...
Kendime neden ceza verdiğimi de anlamamıştım...
Artık dönmek istiyordum, onun derin deniz rengi gözlerinin içine bakmak istiyordum. Beynim onu düşünmeden duramıyor, düşündüğümde de onu hiç bırakmamak istiyordum. Aramızdaki yaş farkı beni ürkütüyordu, onun özlemleri, bekletileri karşısında ben hayata demir atmak isterken, o hayata açılmak istiyordu. Öğretmen olduğunu duymuştum. O mesleğini yapmak istiyordu. Ben ne istiyordum ki balıkçılık yapmak mı? Bu yüzden mi buralara gelmiştim?..
Kafam çatlıyor binbir düşünceyle boğuşmaktan yorgun düşüyordum...

Bu gece teknede denizi seyrederken içim sıkıldı. Bir şey oluyordu, birden "Hazan" dedim. Bir şey vardı kesin...
Yüreğimde duyduğum bu sıkıntının bir nedeni vardı ve bu da onunla ilgiliydi. Tekneyi çalıştırdım. Sabah uyandığında beni görsün ve aynı şekilde gözlerindeki sevinç parıltısıyla baksın istedim...

****

Bitmez

Mavigün

12 Eylül 2009 Cumartesi

DUDAK OKUMA -6-


-"Hazan... Hazan... Neredesin" diye seslenen annesinin sesiyle kendine gelmişti.
-"Kızım nedir bu deniz sevdası sende bilmem ki? Bakıp duruyorsun ucsuz bucaksız bu denize... Nereye kadar be kızım..."

Annesi, her Hazan deyişte onun sesinin kulaklarında yankılandığını nasıl bilecekti ki, annesi Hazan diyordu o denize daha bir dalıyordu sanki. Ama son bağırışı karşısında öyle bir sıçramıştı ki elini ağzına götürüp damağını yukarıya doğru Kaldırdı,-"Hemen geliyorum" diye seslenerek...
-"Ne var anne!.."
-"Ne demek ne var kız, bunca iş var yapılacak sen geçmişsin denizin karşısına, tövbe tövbe...Seni gören denizden gelecek bir yavuklun var sanır."

İyi ki annem yüzüme bakmıyordu... Gerçi neden yüzüme ateş bastığını anlayamamıştım ama onun bu durumu fark etmemesi yüzünden rahat bir nefes almıştım. Aşık olduğum yoksa fark ediliyor muydu?.. Aman bende saçmalıyordum, aşık olduktan sonra bizim kıkırdayan kızlar gibi bütün hallerimi aşka yorar oldum...
O gelmiyordu, gerçek olan buydu...

bitmez...

11 Eylül 2009 Cuma

DUDAK OKUMA -5-


Bir ay olmuştu sahilden uzaklaşalı. Dönmek istiyor muydum bilmiyorum?.. Kendime defalarca korkaksın sen korkak! Diye bağırıyordum. Onu ilk defa o koyda gördüğümden beri kaskatı olan yüreğim çözülmüştü sanki. Onu her gördüğümde yüreğimde fırtınalar kopuyordu... Unuttuğum, unutmak için uğraştığım her şeyi tekrar bana yaşatıyordu. Bana yaşam zevkini geri vermişti ve yaşadığımı hissediyordum artık. İşte tam böyle bir durumda beni yanlış anlamasına mı yoksa benimle ilgilenmesindeki manayı benim büyütmem mi bilmiyorum ama dönmek için cesaretim olmadığı da bir gerçek...

Kendime defalarca "Ne olurdu dedim, yürüyüp gideceğine alay etmediğini söyleseydin"
Nasıl derdim ki: "Sen farkında değilsin ama benim yüreğimde bir kasırga, içime sarılan bir sarmaşık ve canımın cansuyu olduğunu nasıl anlatırdım." Bazen karşısına dikilip söylesem diyorum... Bazen gözlerinde içimi ısıtan bir bakışa rast gelip umutlanıyorum, bazen gözlerindeki başka biriyle hararetli konuşmam esnasında beni kıskandığını bile seziyorum. Fakat esas ben onun Hazan'ıyım. O ise benim baharım... Hep bu yüzden... Hayatımın kırk beş yılını deviren ben yarım hayat görmüş birine nasıl derim ki; "Sen benim baharım, yazım ol... " Aramızdaki bu fazladan yaşanmışlıkları neyle aşarız?.. Sevgi... Aşk, ama gel gör ki bende ki aşk da ondaki aşk mı? O gözlerinde beni görünce başlayan parıltı yanaklarına basan pembelik aşk mı? Yoksa içinin güzelliği yüzüne yansıyan birinin düşünceleri bu kadar kolay anlaşılırken onun beni efsunlu sanmasındaki merak mı?..

Dönmek kolay da ya korkularım... Keşke tüm korkularımı şu köpek balıklarına yedirebilsem...
Ruhumdaki bu yaralarla yaşamak bu kadar zorken, hiç günahsız bir perikızını kendi hayatıma nasıl sokardım? Zaten onun da bunu ne kadar istediğini bilmiyordum ya...

Bu sahil kasabasına, bir arkadaşım elindeki tekneyi satmak isterken tesadüfen karşılaşmamız sayesinde gelmiştim. Uzun bir aradan sonra İstanbul’a dönmüştüm...
99 depreminde Gölcükte gemi mühendisi olarak çalışıyordum. Depremde kaybettiğim eşim ve biricik kızımın acısı beni rüzgarın önüne katılmış kuru bir yaprak gibi oradan oraya sürüklemişti. Aradan geçen on yıldan sonra 45 yaşıma gelmiş hasrete dayanamayarak yurduma dönmüştüm...
Gemiler, deniz... Hep iyi geçindiğim iki şey olmuştu hayatta.
Denize duyduğum özlemle Ortaköy de dalgın dalgın denizi seyreder, boğaz havasını ciğerlerime doldururken arkamdan gelen bir sesle irkildim;
-"Ekin!.."
Başımı çevirdiğimde ünversiteden eski bir arkadaşım karşımda duruyordu. Türkiye ye döndüğüm ilk gün beni tanıyan birine rastlamak beni huzursuz etse de hemen kendimi toparladım...
-"Ekin sen ha! Hiç aklıma gelmezdi seni göreceğim."
Benim de dedim içimden.
-"Bu gün hafta arası, bu saatler sakin olur, gel oturulalım şöyle."
Sakin dediği yere baktığımda şaşkınlığımı anlayarak;
-"Oğlum biz bu haline sakin diyoruz, hadi gel." diyerek kolumdan çekti. Aslında hiç sohbet havamda değildim ama arkadaşımın coşkusunu da kaçırmak istemiyordum. Birer çay söyledikten sonra başladı anlatmaya. Parayı bulunca, 45 inden den sonra bir deniz tutkusu gelmiş, bir tekne almış. Şöyle ufak birşeymiş, hafta sonları bazen balığa çıkyormuş, bu aralar kızlar arabadan çok yat gezmelerini seviyormuş...

-"Kardeşim bu yaşına gelmişsin daha evlenmedin mi?" diye sordum.
-"Evliyim ne olmuş, evlilik başka bu başka, sen ne yaptın, Aslı'dan sonra var mı hayatında birisi?"
-"Hayır Aslı'dan sonra uzun süreli bir ilişkim olmadı hiç."
Biraz mahcup bir ifadeyle;
-"Kusura bakma" dedi
-"Önemli değil, ben atlattım, sen beni bırakta devam et" dedim.
Bu tekneyi almış ama gel gör ki bir iki defadan fazla kullanamamış bile. Karısı başının etini yiyip duruyormuş sat şunu diye, karısı ondan şüphelenmiş bu yüzden elden çıkartması gerekiyormuş ama teknesini sevdiği için tanıdık biri alsa sevinecekmiş...
-"Ya Ekin sen denizci ve gemicisin oğlum sen alsana şunu, uygun bir şey yaparım sana kurtar beni bu dertten"

On yıl sonra ülkeme geldiğim ilk gün, daha ailemi bile görmeden neden bir tekne almak istediğimi hiçbir zaman kendime açıklayamayacaktım... Üç saat sonra tüm parasını bir tekneye yatırmak için el sıkışan kendime şaşmaktaydım...

Teknenin Datça marinasında demirli olduğunu da el sıkıştıktan sonra öğrenecektim.
Böylece Datça'ya doğru yola çıkacacağım belli olmuştu. O zaman anladım, anne ve babamı hemen görüp gitmek için geçerli bir bahane aradığımı...

********
devamı var

mavigün

Sorma...


Gün ağarınca boynum bükülür
Dalarım uzaklara gönlüm sıkılır
Sorma ne haldeyim
Sorma kederdeyim
Sorma yangınlardayım zaman zaman
Sorma utanırım
Sorma söyleyemem
Sorma nöbetlerdeyim başım duman
Ah bu yangın beni öldürüyor yavaş yavaş
Kor kor ateşler yanıyor içimde
Aşkı beni kül ediyor...

Sezen Aksu

http://www.youtube.com/watch?v=GIES3qWuNGQ

DUDAK OKUMA -4-


Garip adam, nineme göre de bana göre de efsunlu adamın denize açılmasından tam bir ay sonra idi. Günlerimi kah onu düşünerek kah onu düşünmemeye çalışarak geçiriyordum. Bir gözüm işte ise bir gözüm hep denizdeydi, öyle ya kimseye bir şey demeden öyle motoru çalışıtırıp gitmek mi olurdu? Tamam o gitmişti de bana ne olmuştu? Sanki biri içimdeki neşeyi- gerçi okulumu bitirip geldikten sonra o da çok azdı ama- söküp almıştı. Anlayamıyordum yaa... Kasabanın kızları kıkır kıkır gülüp benim şehirden gelen yazlıkçıların birine abayı yaktığımı söyleyip duruyorlardı. Sevgilim yazlığını kapayıp gidince ben bir yasa girmişim. Kızların şakalarını ciddiye alan anam beni bir kere sorguya bile çekmişti. Efendim dikkatli olmam gerekiyormuş zaten okullu olduğum için kısmetim çıkmıyormuş, birde yalan yanlış dedikodularla uğraşamazmış...

Zehra ise hâlâ Mehmet'ten haber bekliyordu. Bir şey değil kız başka kısmetlerinden oluyordu. O günden sonra arada çağırsa da dudak okumaya, Allahtan Mehmet bir daha bir şey dememişti. Ben bile bunun o gün için öylesine söylenmiş bir söz olduğuna kendime inandırmıştım ki akşam yemeğinde babamın annemle fısıldayarak bir şey konuştuklarını görünceye kadar. Ne yapardım Tanrım ben... Birden yüreğimi bir telaş kaplamıştı sanki efsunlu yabancı yani Ekin geri dönmemişti. Hiç mi gelmeyecekti... Böyle düşününce hepten moralim bozuluyor daha çok içime kapanıyordum. Son zamanlarda kızlarla da konuşmaz olmuştum. Bazen geldiğini rüyamda görüyordum. Gece yarısı uyanıyor denizi seyrediyordum. Bir gece ninem yanıma yaklaştı;
-"Kızım nedir bu halin, denizden kocasının gelmesini bekleyen kadınlar gibisin. Hazan hepten zayıfladın soldun be kızım, bir derdin mi var."
İçimden, "ah be ninecim ben de ne olduğunu bir bilsem" diye geçirdim. Nineme;
-" Öğretmenlik yapamıyorum ona üzülüyorum ninecim" dedim. Böyle söyleyince ninem derin bir nefes aldı.
-" Aman kız, ben ne bileyim, bu kızların dediği doğru buraya gelen gençlerden birine gönlün kaptırdın sandım, amaan boşver sen öğretmenliği, bak seni Mehmet istiyormuş, hani şu belediye başkanın oğlu, ne yapacaksın üç kuruş öğretmen maaşını"
Der demez, söylememesi gereken bir şeyi ağzından kaçırdığını anladı...

-" Ne diyorsun ninem sen! O Zehra ile sözlü gibi."
-" Yok canım ne sözü, aralarındaymış öyle aileye gidip istenme filan yok, hem sen bu işleri büyüklere bırak."

Ninem çıktıktan sonra uykum iyice kaçmıştı. gelmesini beklediğim bir türlü gelmiyordu. Neden beklediğimi de bilmeden içimde bir umut denize bakıyordum. İşte o zaman anladım ki ben ona aşık olmuştum.
Efsunlu yabancıya...

*************************
Bitmedi

Mavigün

10 Eylül 2009 Perşembe

DUDAK OKUMA -3-


Zehraların evindeki olaydan sonra her gün bir bahane ile marinadan geçmeyi adet edinmiştim, adet demesem de ayaklarım beni götürüyor desem güleceksiniz, ama valla öyle oluyordu. Mesela bir şey almak gerektiğinde, marinaya yakın bir dükkandan alabilecekken oraya en uzak dükkana gidiyordum ama sonra ne oluyorsa oluyor birden kendimi onun teknesinin önünden geçerken buluyorum. Ve her seferinde bana gülümserken. Neredeyse yabancının efsunlu olduğuna beni büyülediğine inanacam.
O kadar sık karşılaşmaya başlamıştık ki artık aramızda merhabalaşmalar başlamıştı. Dikkat çekmesin, dedikodu çıkmasın, babamın kulağına gitmesin diye de hemen uzaklaşıyordum.

Bugün de öğleden sonra ona görünmeden marinadan uzaklaşmak istemiştim. Aslında onu görmeden duramadığım için kızıyordum, kendi duygularımı çözmeden onun etki alanına girmek istemiyordum. Sanırım onda beni hem çeken hem de iten bir durum vardı. Fakat kaçmakta geç kalmıştım, beni görmüştü. Yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı. Aslında oldukça yakışıklı bir adam sayılabilirdi, bilhassa gülümserken.

-"Merhaba"
Cevap vermeden yürümeye devam etmeyi düşündüm bir an ama o kadar kabalık yapamazdım, ne de olsa bende uyandırdığı hisler onun suçu değildi. Aslında bazen benim duygularımdaki gelgitleri anlayıp içten içe benimle eğlendiğini bile düşünüyordum. Yok yok bu böyle olmayacak, en sonunda kendimle konuşmaktan aklımı kaçıracağım. Tüm bunları düşünen sanki ben değilmişim gibi merhabasına gayet sakin bir şekilde;

-"Merhaba" dedim.
Konuşmayı sürdürecek gibiydi;
-"Nereden böyle cankız?"
Her gün değişik isimlerle hitap etmekten hoşlanıyordu, bazen cankız bazen kasırga bazen de sarmaşık diyordu bana.
Neden böyle seslenmek istediğini hiç anlamamıyordum, sormaya da çekiniyordum, hem benim bir ismim vardı canım o ne demeye söylemiyordu ki?

-"Ne o cankız, içinden gene kime söyleniyorsun?"

Al işte, birde içimi okumaz mı? Bu adamda bir gariplik var diye boşuna demiyordum. Efsunlu tam ona biçilmiş bir ad idi. Hem madem o bana her gün değişik isimlerle sesleniyordu bende ona efsunlu diyebilirdim. Geçenlerde yolda ninem rastlamış. Eve gelince yolda bir yabancıya rastladım, genç bir adam, sanki gözleriyle insanın içini okuyor, kimin nesi acep demişti de herkesi güldürmüştü. Ben de nineme katılıyordum, bu herkesin içini okuyordu. Ürperdim, ne kadar haklıymış ninem.

-"Yok öyle bir şey bunu da nerden çıkardınız" dedim.
-"Pekala, öyle olsun kasırgam öyle olsun, sen ne dersen odur" derken bile dudaklarındaki kıvrımlar başka bir şey söylüyordu, hem ben nerden senin kasırgan oluyordum, kasıgaymış, adı ne acaba sorsam mı diye düşünürken;

-" Sor ne sormak istiyorsan sarmaşığım."

Yok yok ah kafama edeyim, bu söylediklerini başka yerlerde söylerse diye bir telaşa kapıldım bu seferde.
Sakin bir sesle devam etti yabancı;

-" Hayır Hazan, sadece seninle konuşurken, sana seslenmek istediğim gibi sesleniyorum merak etme."

Ben farkında olmadan seslimi düşünüyorum acaba diye korkmadım değil ama birden;

-" Adın ne?" dedim işte nihayet sormuştum....
-" Ne yapacaksın ki adımı, bana mı sesleneceksin?"

O kadar kızmıştım ki gücümün yeteceğini bilsem hemen şuracıktaki denize atardım onu...
-" Yok yok cankız, hemen kızma öyle, bana seslenmene çok sevinirim. Hem belki aramız düzelir."

Sanki aramızda bir şey varmış gibi, ama hata bendeydi, ne vardı ki kim olduğunu bilemediğim bu yabancıyla konuşacak. Tam dönüp gidecektim ki;

-" Ekin" dedi "benim adım Ekin, sarmaşık..."

-" Sen benimle neden böyle hep, şeeyy yani, nasıl desem... alay eder gibisin."

-" Demek öyle düşünüyorsun" dedi ve ben ne olduğunu anlamadan arkasını dönerek motorunu çalıştırdı ve denize açıldı. Arkasından bakakalmıştım...

Allahım bu adam ne garipti kendisi dünyaları söyler biz gülüp geçeriz, biz bir kere bir şey diyecek olduk küstü gitti...

devamı var

Mavigün

DUDAK OKUMA -2-


Yıllar önce okulda tanıştığım bir arkadaşımdan sağır ve dilsiz alfabesini ve dudak okumayı öğrenmiş, hafta sonları engelli çocuklar rehabilitasyon merkezinde gönüllü olarak çalışmıştım. Dudak okumayı bildiğim için arkadaşlarım bu özelliğimden zaman zaman faydalanmak için zorla yanlarında sürüklerlerdi. Anlaşılan sıra Zehradaydı, çıktığı çocukla 2 yıldır konuşuyorlardı. Zehraların evi, denizi aynı zamanda da liman kahvesini görüyordu. Sevdiği çocuğun kahveden çıkışını bekleyip elime tutuşturduğu dürbünle ne konuştuğunu ona anlatmam için yalvarıyordu. Bu bana biraz hırsızlık, insanların başkalarıyla ya da kendileriyle konuşmalarını orta yere saçmak gibi geliyordu.
Kızlar; -"Ne var bunda kız, Allah günah yazmaz." diyorlardı.
Bazen, ben mi akıllıyım onlar mı çok aptal anlayamıyordum. Hepimiz aynı okula gitmiştik hocalarımız bile aynı idi. Hepimize aynı şeyleri öğretmişlerdi. Ben neden hep okumak istemiştim de bunlar ha bire liman kahvesinden çıkacak delikanlıların dudak aralarında kalmıştı hayatları. Hoş benim de babamın iki dudağının arasında değildi sanki, okumuştum da ne olmuştu öğretmen çıkmış atanmış, fakat bir türlü babamı ikna edip görevime başlayamadım. Ne demekmiş kız başına köyde beldede öğrenmenlik yapmak. Oturaymışım oturduğum yerde, kızı gözünün önünde olmalıymış. Sen de gel dediğimde ise düzenini bozmaya yanaşmıyordu bir türlü...

Zehra'nın -"Çıkıyorlar Hazan, Hazan hadiii..." demesiyle ne iş için nerde olduğumu hatırladım. Zehra'nın yavuklusu liman kahvesinden arkadaşıyla çıkmıştı. Dürbünü gözüme götürerek ağız hareketlerine dikkat kesildim. Seyrettikleri maçın kritiğini yapıyorlardı. Gözümü dürbünden ayırmadan Zehra'ya; -"Seyrettikleri maçın pozisyonlarını konuşuyorlar" dedim.
Zehra; Ah Hazan'cım sendeki yetenek bende olacaktı var ya, off offf... sonra...
İkili yürüyerek konuşmaya devam ediyordu.

-"Ne iş olum, annemler konuşurken duydum, önümüzdeki hafta sonu Zehra'yı istemeye gidecekmişiniz"
-"Yok be oğlum, ben Zehra'dan çoktan geçtim, ben şu okullu Hazan'ı istiyorum artık. Geçen gördüm bizim sıska Hazan bir içim su olmuş...

Birden donup kalmıştım, demek liman kahvesinde beni konuşuyorlardı.
-Okullu Hazan- demek adım kahvede gençlerin arasında böyle dilleniyordu.
Sabırsızlanan Zehra'ya ne diyecektim, insan böyle bir şeyi nasıl anlatabilirdi ki.
Bu arada gençler yabancıyla karşılaştılar. 15 gün olmuştu görmeyeli. O yanından kaçtığım günden sonra bilhassa marinaya gitmemiştim onunla karşılaşmamak için.
Neden...
Neden olacak siniğr bozucu bir adam...
Allah'tan yabancıyı gören Zehra'nın ilgisi dağıldı ve konuşmalar unutuldu. Keşke ben de unutabilseydim...
Yabancı durup gençlerle tokalaştı, gençlerin sırtı bana dönüktü, yabancı kafasını kaldırıp olduğumuz yere bakınca bir an beni gördüğünü sandım, o panikle dürbünü bırakıp arkaya saklandım.
Zehra: -"Ne oldu hazan?"
-"Yok birşey bir an bizi gördü sandım"
Kızlar kıkırdayarak kendi aralarında koyu bir sohbete daldılar...

Bu kadar sıkıntım yetmezmiş gibi başıma birde Mehmet derdi çıkmıştı.
Babam zaten öğretmenlik yapmama karşı çıkıyordu, birde iyi bir kısmet çıkarsa-ki babama göre Mehmet iyi bir kısmetti- beni anında başgöz ediverirdi.

-"Kızlar ben gidiyorum" diyerek kapıya yöneldim.
Zehra; -"Hazancım nereye, bir şey söylemedin henüz"
-"Konuşmadılar Zehra ben ne söyleyeyim, geç kalmamam gerek annem merak eder"

Arkası Yarın...

Mavigün

Sevdam Yanıyor


Meğer ne çok sevmişim seni...
Dudaklarım sana o kadar alışmış ki,
Yemin olsun ...
Sinemde sanki nefesin...
Anla işte hayatın tadı yok sensiz...

Ben seni unuttum demiştim ya...
Külliyen yalan...!
Yaktım şimdi ateşini izliyorum ...
Birkaç sinsi alev sönme telaşında...
Sabırla çırpınışlarını izliyorum ...

---/ Aşk işte böyle bir şey
Yakarsın yangında sende yanarsın ..../

Düşünsene kelebekleri ..!
Bir günlük yaşam için ne çok acı çektiler
Yazık! Bize...
Kelebek gibi cesareti kuşanamadık...!
Bir gün bile çalamadık ömrümüzden...

Ben sevdamı ateşe vermiştim eyvah ...!
Neden şimdi bu karanlık ?
Yakmayın ışıkları durun , durun...
Közlerimde hala bir tutam alev var...
Sakın yakmayın, durun...!

---/ Karanlığım bile seninle öyle aydınlık ki /---

Söndürün ışıkları yeter...
Bu gece yüreğimde ki sevdayı ateşe verdim
Bu gece yanıyor yüreğimde sevda külleri

---/ Ne olur bir ses ver..
Sönmeden bu ateş gel artık yeter.....

---/ Bekleyin bitmedi daha yakmayın sakın ışıkları
Bu ateş biraz daha yanmalı.../

---/ Biliyorum gelmeyeceksin...
Senin için nasıl yandığımı görmeyeceksin...

Gelme o zaman...!
Ateş tanrısına yenileceğimi bile , bile git...
Tanrının eli cebinde kim söndürecek yangını..?

---/ Şimdi Yakın bütün ışıkları, yakın, yakın...
Sevdam yanıyor yüreğimde .../

(Adını hatırlamadığım bir şairden etkilendim...)


İhsan Kahraman

9 Eylül 2009 Çarşamba

DUDAK OKUMA -1-


Her şey nasıl başlamıştı bilemiyorum, nasıl duygularım bu aşamaya gelmişti. Bir türlü anlayamadığım bu durum gittikçe içinden çıkılmaz bir hal almaya başlamıştı. Düşüncelerimin çoğu onunla ilgili idi. Onu aklımdan bir türlü atamıyordum. Aslında hiç ilgimi çeken tiplerden değildi. Yaşı benden bayağı büyüktü, uzaktan bakıldığında sahil kasabalarına teknesiyle hava atmaya gelen birine benzese de yanına yaklaşıldığında o bal rengine yakın kahverengi gözlerindeki içtenlik ile sinir bozan bir havası vardı. Genellikle teknesiyle gelen, hele hele genç gruplar halinde marinaya gelenlerden hep uzak dururdum. Fakat onunla karşılaştığımda bakışlarında ki içtenlik beni kendisine çekmişti.

Oturduğumuz evin önünden geçen dar sokaktan aşağı doğru sallanıp sağa kıvrılca denizle buluşur, sakin bir yer olduğu için de tüm kızlar buradan denize girerdik.

Geçen gün kumsalda oturmuş kitap okurken bir teknenin yanaştığını görünce şaşırmıştım, bu koyu yabancılar pek bilmezdi. Açıkçası bizde bu durumdan çok hoşnuttuk. Biraz uzağımda teknenin demir attığını görünce huzurum kaçtı. Kalkıp uzaklaşmak istedim ama nedense yapamadım. Elimdeki kitaba gömülerek okumaya devam ettim, fakat bir türlü dikkatimi toplayamıyor, aynı sayfayı defalarca okumama rağmen anlayamıyordum ki, yumuşacık melodik bir sesle irkildim.

-"Merhaba! affedersiniz korkuttum galiba, beni gördüğünüzü sanmıştım..."

Yanılmıyordu, onu görmüştüm her kulaç atışını saymıştım ama yanıma gelip benimle konuşacağı aklıma bile gelmemişti. Bu güne kadar yabancılara hep mesafeli durmuştum. Bu yüzden arkadaşlarım bana buz perisi lakabı takmıştı. Nedense bu yabancı beni ürkütmemiş, sıcacık gülümsemesiyle içimi huzurla doldurmuştu, bal rengi gözlerinin içinde yitip gitmiştim ki kendime geldim, kızararak;

-"Şey...Yani...Ben karaya çıkmanızı beklemiyordum da..."

Gülümsedi, niye bu kadar güzel gülerdi ki bir insan, her şeyi beni kızdıracak kadar sıcacıktı ben buraların bu sıcak iklimin kızıydım ama hava hiç bu kadar boğucu gelmemişti. Ve bir yabancıyla sohbet ettiğimin ancak farkına varmıştım. Kaçar gibi uzaklaşmak istedim, ama ayaklarım beynimin komutlarına uymuyordu...

-"İsmin ne" diye sordu. Söylememem gerekiyordu ama sesinde öyle bir yumuşaklık vardı ki irademi ve tüm direncimi yok ediyordu.
-"Hazan, ismim Hazan" dedim ve pişman oldum, neden durup dururken bu adama adımı söylüyordum ki.
-"Hazan mı, Neden Hazan?"
-"Neden Hazan... Ne bileyim Hazan işte..."dedim.

Gülümseyerek bana doğru bir adım attı;
-"Senin gibi yüzünde güller açan birine hüzün mevsimi hiç yakışmamış senin adın bahar hem de gülbahar olmalıymış..."

İçimden, buyrun bakalım, bir yabancı ukalalığı daha, benim annem babam bilmiyordu sanki bana neyin yakışıp yakışmayacağını diye söylenmeye başlamıştım. O kadar kızmıştım ki;
-"Sizi ilgilendirmez" gibi bir şeyler söyleyip hızla eve koştum arkama bile bakmadan...


O gün ürkek bir ceylan gibi benden kaçışına bakarken huzur arayan ben nedense onun herhangi biri olamayacağını da anlamış birden huzurum kaçmıştı bile.


Arkası yarın...

Mavigün

4 Eylül 2009 Cuma

Ben Orada Sen Burada


Ben orada öldüm en çok orada bilmezsin
Orada zaman buruşmuş bir eski resimdi
Orada sen yoktun, gözlerin belli belirsiz
Koptum oradan, bir kırık heykelim şimdi

Bir kolum derin denizlerde tek başına
Ayaklarım çöllerde kum tepelerinde gömülü
Alıp götürür saçlarımı bir soğuk rüzgar
Ben orada öldüm, en çok orada bir başka türlü

Hiç bende değilsin, burada yoksun ki
Orada var mısın, ya da ben yok muyum
Tek değiliz seninle, bütün olmadık hiç
Şimdi nerdeyiz nasılız bilmiyorum

Orada akşamlar daha çok serin
Ben bu kadar değilim, bu kadar yıkık
Sarhoşum, kederliyim, yoksulum, sensizim
Orası sisler içinde orası karanlık.

Bensiz olduğun yerde değil mi en güzelsin
Bensiz olduğun yerde söyle şarkılarını aşkın
Bir mermeri al, yont, şekil ver ona benden
Bir günah işlercesine sessiz ve dalgın

En iyisi sen burada kal, hep burada
Ellerinle kal, dudaklarınla, gözlerinle
Tut ki bütün renkler senin mavi kırmızı
Burada her şey sen nasıl istersen öyle

Bir büyük ayna duvarlar çok büyük
Orayı düşünme hiç burada soyun
Utandır duvarları pencereleri, kapıları
İki yalnızız şimdi anlıyor musun

Var sandığın sen sen değilsin bir başkası
Benim anlasana benim o yok dediğin
Sabahları bir serin havayım içine dolan
Benim akşamları pencerende beklediğin

Hiç bir şey bilmiyorum, sen anlıyorsun
Senin bilmediklerini anladığım gibi
Güzel, parmaklarının değdiği bir şey
Sensizlikler içinde seninle olmak iyi

Orada bulutlar yağıyor paramparça
Orada ağlayan dağlardır göğe en yakın
Orada sen yoksun, orada bir şey yok
Orada kan ve ölüm, orada yangın...


Ümit Yaşar Oğuzcan

Bana Bir Şarkı Söyle


Özledim sesini ne olur konuş
Bir gül açtır zamanların ötesinden
Karanlıklar içindeyim, kapkarayım bugün gel
Gök mavisinden, deniz mavisinden
Bana bir şarkı söyle.

İçimde bir şey kımıldıyor
Gözlerim kan çanağı, yorgunum, uykusuzum
Bir baksana ne haldeyim deli divane
Yaralıyım, çaresizim umutsuzum
Bana bir şarkı söyle.

Yağmur ol yağ üstüme, güneş ol ısıt
Dökül karanlığıma ışıklar gibi
Al beni, en uzaklara götür
Sesin aksın içimde bir pınar gibi
Bana bir şarkı söyle.

Bütün renkleri kat birbirine
Buram buram bir turuncu getir geçen yazdan
Bir tüy gibi, bir bahar dalı gibi
Hafiften, inceden, güzelden, en beyazdan
Bana bir şarkı söyle.

Bazan kar nasıl hazin yağar bilirsin
Kurşuni bir gökyüzünden ağlamaklı
İşte öyleyim, kapkarayım bu gün gel
En hüzünlü sesinle, en dokunaklı
Bana bir şarkı söyle...

Ümit Yaşar Oğuzcan

2 Eylül 2009 Çarşamba

ateşler içinde


Ateşler içinde yandım kül oldum
Gelir geçer dedim de, geçmedi aman
Dünya bir yana, sen bir yana
Desem de ne çare, yetmedi sana

Bir rüzgara tutuldum
Sana getirdi vuruldum
Talih desem bu değil
Zindandır bana

Can parça pare pare
Baştan başa virane
Sen getirdin beni bu hale
Sen düzelt yar

Geçmez oldu sözlerin cana değdi
Geçmez oldu şu kara, yalnız akşamlar
Gün oldu yaslı dağlarda başım
Her gecem ah... ile sabahlar

Bir rüzgara tutuldum


Efkan Şeşen

Maviye Özlem


Hain lacivert bir uğultuydu gece
Gecede lacivert bir gülümseme (lacivert neyin rengiyse)
İnadına mavi diyorum ben
Avazım çıktığı kadar (sende demiştim anımsa!)
İnadına bir tek renk aklımda!
Ne ses(n) sizlik,
Ne dili tutulmuş, sus olmuş Temmuz dudaklar
Ne ak düşmüş
Ve daha düşecek olan takvimi belirsiz saçlar
Ve ne de orman gibi yalnızlık var şimdi!
İnadına o renk inadına mavi...
.......
...
...
...
....
......
Bedenimizin kaç parçası kaç bin yerde
Kaç ömrü kaç kere yaşayamadığımızın diyetidir belkide
Maviye Özlem!

Yoksul sokaklar bilir
En çok onlar satar maviyi
ki
parayla alınmazlar en çok onlardan sorulur
Binlerce yıl öteden
Binlerce sevda yüklüdür heybelerinde
Nakış nakış işlenen türküler
İlmik ilmik dokunan şiirler
Ve hepsinin mavidir gözleri
Kahverengime inat!

Senin de gözlerin kahverengiydi
Mavi desekte
Sende demlenmez miydi güzele dair ne varsa?
Sen kahve tadında
Ben fincanda kalan telvenin altında!

Hadi gülümse
Çocuk yanların yeşersin
Bak mavi bırakıyorum avuçlarına
Bu yaşam denilen macera sende demlensin!


Deniz Ekrem

1 Eylül 2009 Salı

Nice Yaşlara


Minik Meryemgül geçen yıl bu vakitlerde dünyaya gelmiş, gelişiyle de etrafını sevince boğmuş. €e büyükleri durur mu, karar almışlar her yıl Meryemgül'ün dünyaya gelişini kutlamaya...
BBO ailesi olarak bizler de bu kutlamalara davetliyiz.
Minik afetin doğum gününü kutlar, sevdiklerinin arasında sağlıklı ve uzun bir ömür dileriz...

31 Ağustos 2009 Pazartesi

O Dönmeden Önce


Geceleyin benden ayrılır ruhum,
Dönünceye kadar açık kalır cam.
Uyanık, başımın ucunda bir mum,
Beklerim, beklerim böyle her akşam.
Bilmesem de nereye gidiyor ruhum,
Bütün gece sessiz, eriyip de mum,
Sabah olduğunu çok biliyorum;
Biliyorum, bu bir sonsuz helecan.
Besbelli bir ömür böyle sürecek,
O öyle uçarı, ben böyle ürkek;
Bir gün ya bilerek, ya bilmeyerek,
O dönmeden önce camı kapayacağım...

Ahmet Kutsi Tecer