16 Ekim 2010 Cumartesi

Gitmek mi Yitmektir, Kalmak mı?


Gitmek mi yitmektir kalmak mı artık bilmiyorum
Yerini yadırgayan eşyalar gibiydim ya ben hep
Ve inançlı, gitmenin bir şeyi değiştirmediğine.
Bilemem, belki bu yüzden
Ben sana yanlış bir yerden edilmiş
Bir büyük yemin gibiydim.
Beni hep aynı yerimden yaralayan o eve
Yine de döneyim döneyim istedim.
Ah benim sesimle
Söylesem de, inanmazlar
Benzemiyor çünkü bir dile.
Döndüğüm, döndüğüm ama döndüğüm
Döndüğüm bu sema sensin döndüğüm.
Sen benim kara ömrüme vuran
Suyumu harelendiren sevincimdin.

Onu sevebileceğinin en yücesiyle sevdin.
Titreme daha fazla kalbim.
Bağışla kendini artık, onu da
Bırak gitsin, bırak gitsin
O senin en ezel gününden kaderin
Sen onu nasılsa bin kere daha
Seveceksin.

Birhan Keskin

İz


Acıyla geçtiğim yoldan geçiyorsun
izlerime rastlıyorsun, bıraktıklarıma,
orada o yolda çekmiştim ruhumu patlatan fitili
benden savrulan parçalar kurusa da,
izleri var hâlâ yolun kenarında.

İzini sür yolun, acının ormanı büyütür insanı
vakit geniştir, ufuk sandığından daha yakın
acıyla geçtiğim yoldan geçiyorsun,
ustası olacaksın içine gerdiğin tellerin
hangi sızıyla titrer içinde, hangi sesle
büyük bir aşk, hangi sesle ölür, bileceksin.

Ne zamandı bilmiyorum. yaşadıklarından sana
kalan tortu, seni olduğun yere çakan, olduğun
yerde fırtına koparan korku. Kendi sarmalında
döndün, döndün, sanma ki daha dönmeyeceksin
kalsan da bir yer için, aslında hep gidiyorsun.

Şimdi, acının ormanından geçiyorsun
her şey bir daha kanasa da
ne geçtiğin yola ne sana dokunabilirim ben
geç meleğim, senin de şarkıların olsun
içindeki telleri titreten.

Birhan Keskin

15 Ekim 2010 Cuma

Sevgilim


Ey sevgilim, nerelerde dolaşıyorsun böyle?
Geliyor seni candan seven aşığın dur onu dinle.
Elemi de, neşeyi de beste yapmış diline.
Uzaklaşma şirin yarim.
Yolculuklar, aşıkların buluşmasıyla nihayetlenir.
Her tanrı kulu bunu bilir.

Aşk nedir? Ahret demek değildir her halde.
Çınlamalıdır neşesi bu anın gene bu anın kahkahalarıyla
Çünkü ne olacağı yarının meçhulümüzdür hâlâ,
Boş yere vakit geçirmekten artık yoktur bir salah;
Öyle ise gel öp beni, genç ve tatlı sevgilim,
Ömrü pek azdır gençliğin...

SHAKESPEARE

14 Ekim 2010 Perşembe

Sevenler Ağlarmış



Bir yarim olsun isterdim, gözleri yeşil
Bir yarim olsun isterdim, gül yüzü gülen
Onu çok sevmek isterdim, delice sevmek
Peşinden koşup koşup, sonunda almak

Ben sevmek, sevmek isterdim
Nerden bilirdim, sevenler ağlarmış

Bir yarim oldu sonunda, gözleri yeşil
Bir yarim oldu sonunda, gül yüzü gülen
Onu çok sevdim sonunda, delice sevdim
Fakat bu aşkın sonunu, ben hiç bilmezdim

Ben sevmek, sevmek isterdim
Nerden bilirdim, sevenler ağlarmış

Üç Hürel

Sevenler Ağlarmış

13 Ekim 2010 Çarşamba

Ben Böyleyim


Üzgünüm, acı sözlerim için
Üzgünüm, seni kırdığım için
Haklısın bana darılsan bile
Beni terketsen bile
Ne yapayım ben böyleyim.

Üzgünüm, bütün olanlar için
Üzgünüm, mutlu yıllarım için
Aşkımız şüphesiz olmalıydı
Lekesiz olmalıydı
Affedemem ben böyleyim.

İster vur ister okşa
İster tut ister yolla
İster sev ister zorla
Ben böyleyim...

Söz: Ümit Aksu
Müzik: Armando Manzanero

Cem Adrian
Funda Arar
Candan Erçetin
Ayten Alpman

Leyla ile Mecnun -I-


İnsanlık tarihinin hafızasında zamanımıza taşıdığı en büyük aşklardan biri Leyla ile Mecnun’un aşkıdır. Dünyanın büyük bir bölümüne yayılmış İslam ülkelerinde yüzyıllardır bu dünyaya gelip giden tüm kuşaklar, ki bunların çoğu hiç okul yüzü görmemiş olsalar da, Leyla ve Mecnun’un aşkını bildiler. Belki hikayeyi bilemediler, ama hayal ettikleri aşkın, Leyla Mecnun aşkına benzemesini istediler. Hayalini kurdukları en büyük aşk neyse, işte oydu Leyla ile Mecnun'un aşkı.

Yalnızca İslam edebiyatlarında en bilinen aşk mesnevîlerinin konusu olmanın dışında Leyla ile mecnunun hikayesi, Türk halk edebiyatında da oldukça yaygındır. Kahramanlarının gerçek kişilikler olduğu sanılmaktadır. Bir rivayete göre Mecnûn, Arap şâiri Kays b. Mülevvaha Âmirî'nin lakabıdır. Bu hikaye de onun şiirlerinin yorumundan doğmuştur. Emevî ailesinden olup amcasının kızını seven bir genç olduğunu söyleyenler de vardır. Leylâ'nın gerçek adı ise Leylâ binti Meh-dî b. Sa'di'l-Âmirî'dir.
Necit çöllerinde yaşayan Ben-i Amr kabilesinde, dünyaya gelen Leyla ve Mecnun çocukluklarında birlikte okula giderken birbirine âşık olurlar. Nizami Leyla’nın güzelliğini şöyle tasvir eder;
“Sıhhatli mükemmel güzel bir kız. Akıl gibi iyi şöhrete sahip. Zarif bir bebek kadar güzel, ay gibi bir kız. Yüksek servi gibi herkesin bakışını kendine çeken bir dilber.
0 kadar cilveli ki ufak bir yan bakışla bir değil bin sine yarar. Bir ahu gözlü ki her zaman bir cilvesiyle bir cihanı öldürür. Göründüğü zaman Arabistan ay'ı gönül kapmakta Acem Türkü. Zülfü gece, yanağı meşale. Yahut karga pençesinde bir meşale. Ağzı küçük, fakat mertebesi büyük. Geniş bir lezzeti dar bir mahfazaya sığdırmış bir şeker kutusu.
Tatlı tatlı konuştuğu zaman dişleri arasında şeker kırıyor zannedersin. O ordular kıran dilber, elbette şeker kırar. Arkadaşları arasında bir muska ve en güzellerin ağuşuna lâyık. Hayat evinin hanımı, gençlik kasidesinin şah beyti, alnından inciler gibi damlıyan ter damlaları onun zenh bendi- ve zülfünün halkası da amberini idi.
Yanağının allığı sütle beslenen kandandı. Anadan doğma sürmeliydi. Zülfünün siyah teline ve onun bir düğümü gibi duran benine, güzelliğinin incileri dizilmişti. Her gönülde onun aşkı vardı. Saçı gece (leyl) , adı da (Leylâ) idi. Kays ondaki cazibeye gönül verdi ve gönül mihri (nikâh) ile onu satın aldı. O da Kays'ın sevdasına
düştü ve her ikisinin göğsünde sevgi fidanı yetişti. Aşk geldi ve birbirine çok uygun olan bu iki gence ilk aşk kadehini sundu. İlk sarhoşluk, ilk şarap çok zordur. Hiç sevdayı tatmamış bir gönülün ilk düşkünlüğü çok zordur. Sevgi gülünü kokladıktan sonra artık birbirinden ayrılmadılar. Bu (Kays) , canını onun güzelliğine vermiş, sevdiğinin gönlünü almış, fakat canını (ki sevdiğidir) elde edememiş.
O (Leylâ) , bunun (Mecnunun) yanağına göz koymuş ona gönül vermiş fakat onun gönlünün muradını vermemiş. Durum böyle olunca da aşk gerçekleşti.

Nizami anlatıyor;
Bunlardan birisinin bir yeri incinse ikisi birden feryat ederdi. Aşk gelince kayıtsızlık kılıcını çekip evi(başka sevgilerden) boşaltır. Aşk, onlara gam verip gönüllerini aldı. Artık gönül verince kararları da kalmadı. Aralarındaki bu sevişme dedikoduyu mucib oldu. Her tarafta Kays'a arsız ve terbiyesiz dediler. Her mahallede Leylâ, artık sırrı dillere düşmüş bir kız haline geldi. Bu muhakkak olan sevgi (muhkem ayet) herkesin ağzında başka bir hikâye şeklinde tefsir edilmiye başladı. Bu sırrı meydana vermemek için kendilerini çok tuttular. Fakat göbek misk’inin kokusu gizlenebilir mi?

Bu aşktan haberdar olan bir dost, bir gün bu aşkın güzelliği üzerinden duvağı kaldırdı.
Bu çıplak aşkı örtmek için çalıştılar, sabrettiler.
Aşkta sabrın ne faydası vardır. Güneş balçıkla sıvanmaz ki! Bin gamze ile insanı aldatan (gamz eden) bir göz karşısında o sır nasıl perde içinde gizli kalabilir. Bin halkalı zincire benzeyen o zülüf karşısında insan deli olmaktan başka ne tedbir kullanabilir. Böyle dillere düştükten sonra biraz akıllanır gibi oldular. Birbirlerine kaçamak nazarlarla bakmaya başladılar.
Kays'ın hali perişandı, aşkın çemberi içine düşmüş, bir yerlerde duramıyordu. Leylâ ile bir arada idi. Lâkin yine sabredemiyordu. Bir anda gönlü elden gitmişti. Hem kırba delinmiş, hem eşek yuvarlanmıştı. Onun gibi aşka düşmemiş olanlar kendisine 'Mecnun' lâkabını verdiler. O da zavallı haliyle bu lâkabı tasdik ediyordu. Çok kınadılar, Mecnun'dan yeni ay'ı (Leylâ'yı) gizlediler. Köpekler gibi hırlıyan ahu yavrusunu (Mecnun) taze çayıra (Leylâ) yaklaşmaktan menettiler.

Nizami

12 Ekim 2010 Salı

Seval'ce


"Gökyüzü herkesindir!" dediğinden beri şair, ben tuttum aldım payıma düşeni. Sonsuz mavisini hediye bildim, bulduğum her yerde sevindim. Bulutların en beyazları oyun arkadaşım oldu, onlarla çok eğlendim. Bugün bile yağmur yüklü grileriyle nerede görsem dertleşirim...

Ayın her şekli bir başka büyüler beni. Gecenin karanlığı gizledi, utanıp kızarmalarımı yabancı gözlerden.

Gözüme ilişmeye görsün yıldızlar, döküveririm oracıkta içimdekileri, hem de ışık hızından bin kere daha süratli... Küçüklüğümden beri böyle alışmışım, sorun isterseniz, her biri tek tek, milyon tane sırdaşım...

Güneşi uzaktan sevmeyi tercih ettiğim için gayet sakin geçti birlikteliğimiz. Sicaklığın da fazlası zarardı, ben hiç üstüne gitmedim.

Yağmuru çok sevdiğimi söylemiş miydim? Babamı hatırlattığını bana, ve de kutsal bereketi... O yağar ben şükrederim.

Gençler bilmez belki, "Su gibi aziz ol!" derdi eskiden büyükler, ben de lafın gelişi sanırdım. Yaşlandıkça anladım suyun hayat olduğunu ve değerini. Bitkilerin, arıların, kuşların, kelebekler ile sincapların... Öğünmek gibi olmasın, her biri çoktandır uzaktan akrabalarım...

Akarsuların bendine sığmayan çamurlu ve hırçın coşkusu her seferinde korkuttu beni doğrusu. Ama belli etmedim elbet... Yani, olsa olsa seviyeli bir mantık ilişkisiydi aramızdaki muhabbet... Sanıyorum onlar benden bihaberdiler, bendeki de sadece minnet!

Bilmem hiç bahsetmiş miydim, yüce dağlara hayranlığımdan, her karşılaştığımızda göğsümü daraltan heyecan dolu korkudan... Yahut denize duyduğum aşktan?

"Işte Yaradanın muhteşem gücünün zerresi!" derim kendime o zaman "Ve sen zavallı insan! Bir kum tanesi bile değilsin evrende aslında... Ya utan yaptıklarından ve durul, ya da boş yere kalabalik etme de kaybol!"

Yok canım, bahsetmemişimdir herhalde. Hem demezler mi, "Görmek isteyene kapının önündedir keramet!" benimki öylesine kendi kendime gevezelikten ibaret... :)

Seval

Teşekkür


Adamızda mavinin altında buluşan katılımcılara gönülden teşekkürler...

HerDemMavi


Salı...
Mavi...
Neden Salı?
Bunu herkes biliyor.
Neden mavi?
Çünkü;
Mavi sevgi
mavi huzur
mavi mutluluktur...
Mavi düşler yeşertir umutları
mavi derinlikler yüceltir
mavi gökyüzü kanatlandırır insanı.
Mavi hayattır ve hayat masmavidir...

11 Ekim 2010 Pazartesi

Gece ve Müzik


Ne zaman otursam gecenin başına
ne zaman müziğin...
Yazamıyorum sözünü etmek istemediğim şeyleri
birbirinden ışığını saklayan uzak yıldızlar gibi
çekiliyor herşey kendi karanlığına.
Parmak uçlarımda yıldız tozlarıyla kapıyorum gözlerimi.
Ey ruhumun en büyük şartı olan tedirginlik!
Şimdi saat on iki.
Şimdi gece ve müzik...

Ne zaman otursam gecenin başına
ne zaman müziğin...
Göçüyorum boş kağıdın sessizliğine
kalbim, kapatılmış kireç kuyusu akıyor kendine
bakıyorum gençliğim geçiyor uzaktan
dudaklarında bir ıslık
kitapların on lira olduğu zamanlardan...

Anayurdum gece, kalbimi yazdım mürekkebinle.

Gün bir çocuk, yaralanmış
akşamın kıyılarına vuran
yürekteki gizli yemin
gidiyor bir şiirden ötekine
ardında yıkılmış kentler
bayındır düşler var ilerde.
Gün bir çocuk, yaralanmış
ütopyaları kalelerle değiştiren
güdümlü gündüzlerde...

Anayurdum gece,
ört pelerinini ışıkları sönmüş odalarda
radyo dinleyen çocukların üstüne.

Saf kokunun sindiği oturma odaları
zamanın tortusu eşyaların duruşunda
duvarlarda içi boşalmış resimler
yıllardır dağılmayan bir sis
akşam yemeklerinin yendiği muşamba masada
kilit altına alınmış duygular, düşünceler.
Bütün tetikler çekili durur
gerginliğin geometrik nizamında
ışıkları yanmamış akşam alacası
okul dönüşü saat beş radyoda fasıl çalar
bütün gün iç geçiren
ölgün kadın yüzleri sobanın etrafında
ağrı eşiği alçak,
acı frekansı yüksek.
Okul ve aile birliğinde parçalanmış çocuklar
bir oda, bir dönümlük dünya
kol demiri iner az sonra
çıplak yara gençlik
günden geceye ilerleyen
yüksek gerilim hattında...

Odam, yaralı hayvan
gecenin gümüş alaşımında gölgelenen eşyalar
müziğin dördüncü duvarı, karanlığın kundağı
sarıyor gündüzün yaralarını.
Kendime yerleşmek, kendimden uzaklaşmak için gözlerimi kapıyorum
dinliyorum uçurumlara oturmuş ağaçlar gibi başka odalardaki yalnızlıkları...

Odam, yasak kitaplar
suç ortağı şiirler
sevdiğim bir kaç poster,
odam bir karaduygu fotoğrafı
o çember zaman içinde
yoktu ki varolmanın başka yolları
yastığımın altında
tutukluk yapmaz silahım
uykumu bekleyen kelimeler...

Geri dönüyorum
geçmişte çalınan bir gecenin kapılarından,
yarım kalmış bir sevişme hatırlıyorum
bir daha hiç tamamlanmamış olan.
Sonra bir diğerini, bir diğerini daha
derken dağılmış kristal
odalarda sızlayan...

Sonra seni
siyah motorsikletli çocuk,
deri ceketin odamın duvarında asılı kaldı
yıllar yılı birbirimizi paralamaktan
vazgeçip seviştiğimiz ilk ve tek akşamdı.
Benim için sus payı bir kaç şiirsin artık eski hatıra.
Ya sen ne yaptın bunca zaman
değişmesi gerekeni sağlamlaştırmaktan başka?

Bak duyuyor musun?
Deep Purple, Led Zeppelin
Emerson, Lake and Palmer
plak zarflarında yitirdiğimiz ritüel
bugün birinci viteste yaşıyormuş gibi
bir duyguya kapılıyor musun? Arasıra da olsa
buluştuğun birileri var mı?
Gecenin, müziğin, şiirin toprak hattında
kapamadan gittiğin arka kapı
bak açık duruyor hala,
uğrar mısın bir gün unuttuğun ceketini almaya?

Hırsızlığın ürpertili monoloğu;
Kendime hayatımı anlatıyorum
daha o zamanlar biliyordum
yapmaya çalıştığım her şeyin
kendime hayatımı anlatmak olduğunu.
Sözcükleri sevmeyi, büyütmeyi, büyülemeyi,
onları sivriltip silah yapmayı, yaralamayı da
süsleyip gönül almayı da
aynı zamanlarda öğrendim.
Sözcüklerin karbon ve elmas gücünü keşfettim.
Gecenin geometrisinde, müziğin matematiğinde
saklı duruyor şimdi gizli sözlüğüm.
Uzakta değil.
Hırsızlığın ürpertili monologu
dilimin ucunda siyanürüm.

Duvarlarda uzak bir geleceğin koyu gölgeleri,
şiirlerimizi okurduk mahcup bir fısıltıyla
plaklar dinletirdik birbirimize, filmler anlatırdık
sonra gizlerimizi vermeye gelirdi sıra
dünyayı anlamanın yakıcı isteğiyle
gömüldüğümüz kitaplar, genç ölenlerin matemi...
Hiçbir şey ilham vermezdi aşka ve kavgaya
Eric Clapton'ın gitarı, Genesis'in tarihi
ve Ayın öteki yüzü kadar
Şimdi radyoyu açsam
biliyorum dünyanın bütün radyolarındasınız
gençliğini kirletilmiş takvimlerde yaşayanlar!

Artık ne montumun cebindeki çakı
ne yüreğimde tetiği düşmüş sözcükler.
Çok zaman oldu
odamızın kapısını çekip
O evlerden çıkalı.
Ellerimizi ve yüreğimizi kirletmeden geçtik
vahşetin yakın tarihinden
ucuza yaralandık, pahalıya ölmedik
biz radyonun son çocukları...

Anayurdum gece,
ört pelerinini ıslığını yenileyen
çocukların üstüne.

Gece ve müzik...
Kapanış programı,
bu kitabın da
kili dağılıyor
kendime yazdığım serüvenin.
Her şiir tabletler halinde bölünüyor birbirine
çoğalıyor birbirinin içinden
gündelik dile transpoze edilmiş şarkıların
biliyorum, kimi derin yaralar okunmaz kalp ağrısı
kırgınlıklarım,
kimi eski hatıra ecza dolaplarında saklı mırıldanlıklarım...

Murathan Mungan

10 Ekim 2010 Pazar

MACBETH


Yapmakla olup bitseydi bu iş,
Hemen yapardım, olup biterdi.
Döktüğüm kanla akıp gitse her şey,
Bir vuruşta sonuna varılsa işin,
Bir anda bu dünyayı olsun kazanıversen,
Verdiğimiz kanlı dersi alan
Gelip bize veriyor aldığı dersi.
Doğruluğun şaşmaz eli bize sunuyor
İçine zehir döktüğümüz kupayı.

Değil kendim bıçaklamak,
El bıçağına karşı korumam gerek onu.

William Shakespeare

Ay Zeytin Gece


Kamçılı karanlıktı geldin üstüme
Bütün masalları dolaştın
Ay, zeytin, gece...
Ay vurmuştu alnına
Perçemlerin Tokat akıtması
Yorgundu atılmış yılan derisi
Değiştirilmiş güvercin gömleği tende
Nereye gidiyorsun? Dedim
Zeytinlerin arasından
Siste silinip giderken yollar
Aydı, zeytindi, geceydi...
Korkmadım bağırdım ardından
Aydaki zeytindeki gecedeki delikanlı
Nereye böyle?
Aldı rüzgar sesimi duyurmadı
Vurdu geçti durduğum yeri
Gümüşünü silkeledi yüzüme
Atının kanatları...
Ben öldüm, ölüm bulunamadı
Kamçılı bir karanlıktı
Hikayemin gecesini dürdüm de
Kimse çıkamadı dışarı.
Ay kaldı zeytin kaldı gece kaldı
Sis kaldı yollar kaldı
Karanlıktı...

Murathan Mungan

Bekleyiş


Cehennem kimdir demiştiniz?
Keder kuşlarını ben de gördüm
Flütün ucundan bir oraya bir buraya
Evet, biliyorum, herşey benim düşgücüm
Şeyi, nasıl söylenebilir, bu kelimeler
Böyledir işte: Tam tutacakken...

Yağmur yürüyüşüne çıkmıştık o gün,
Unutmam ben ayrıntıları, kimdi?
Hatırlayamıyorum tabii, ne önemi olabilir isimlerin,
Evet yüzünü de getiremiyorum gözümün önüne,
Eylüldü,
Eylüllerden biri,
Cehennem kimdir diyordunuz?

Enis Batur

8 Ekim 2010 Cuma

Balık Olsaydım


Benim de bugün bir derdim var
Bunu bilmek maalesef elinde değil
Çürük bir parçam beni terketti
Bunu tekrar yeşertmek elimde değil
Gönül isterdi balık doğsaydım
Maalesef unutmak elimde değil
Günlerce çöküp zorda kalsaydım
İnan ki çözümüm seninle değil

Bak yorgun
Bitkin
Durgunum

Kaç kurtul geçmez bu ömür
Kimse yok yanımda
Aramam
Kendimden buldum

Senin de bugün bir derdin var
Bunu bilmek maalesef şeyimde değil
Çürük bir parçan seni terketti
Bunu tekrar yeşertmek elinde değil
Günlerce çöküp zorda kalsaydım
İnan ki çözümün benimle değil

Bak yorgun
Bitkin
Durgunsun

Kaç kurtul geçmez bu ömür
Kimse yok yanında
Arama
Kendinden buldun

Hayko Cepkin

**D**

5 Ekim 2010 Salı

Teşekkür


Hem ada sakini olacaksın, hem maviyi seveceksin, hem paylaşacaksın...
Ben kendimden biliyorum zordur paylaşmak,
Hepinizi seviyorum
Yüreğinize sağlık...

HerDemMavi




Mavi sevgi
mavi huzur
mavi mutluluktur...
Mavi düşler yeşertir umutları
mavi derinlikler yüceltir
mavi gökyüzü kanatlandırır insanı.
Mavi hayattır ve hayat masmavidir...

4 Ekim 2010 Pazartesi

BEN 19'UMDA ÖLDÜM


Ben 19 yaşındaydım öldüğümde, daha ayaklarım yere basmamıştı.

Olmamıştı aşkın adı, gözlerim bir dilberin gözlerine bir karış mesafeden dahi bakmamıştı ve
Genzime inmemişti hiç yar kokusu. Bir dağ ceylanı, yayla kekliği aklımı başımdan almamıştı.

Ben 19 yaşındaydım öldüğümde, 19 undaydım, şimdiye kadar söylenmiş tüm yalanlar
Gözlerimin önüne serildiğinde, gerçek gibi görülen yalanların ve yalan gibi görülen
Gerçeklerin sahiciliği serildi önüme...

19 undaydım bütün doğruları gönül gözümle gördüğümde.
Ben 19 undaydım öldüğümde, daha saçlarıma ak düşmemişti.
Babamın başı düştüğünde öne, kırışıklık değmemişti yüzüme.
Ne ayaklarım asker botuna girmiş, ne de başım yaslanmıştı yar göğsüne.
Ben 19 undaydım öldüğümde, belki de herkes öldüğü ben dirildiğimde...

Ölüm bile anamın feryadı kadar canımı acıtmamıştı,
Köyün genç ve bekar kızları taşıdı tabutumu, ola ki birinde gönlüm kalmıştır diye.
Hiç olmazsa gittiğim yerde ruhum huzur bulsun diye
Köyün genç ve bekar kızları taşıdı beni...

Musalladan öteye ve en çok içlerinden biri ağladı adı Safiye...

Ağlama cananım ağlama anam, dünya fanidir hayat yalan
Ne kaybettiğine üzül, ne yan yıkıl ne de kazandığına gül hiç bir zaman.

Köyün genç ve bekar kızları taşıdı beni
Musalladan öteye ola ki içlerinden birinde gönlüm kalmıştır
Hiç olmazsa gittiğim yerde ruhum huzur bulsun diye,
Meğer ne çok mezar varmış bu köyde,
Kim bilir kaç meşhur sevgili ve kaç yarım hikaye,
Hiç dokunma sakın bizimkine, hasrete ve sevdaya doymamış bir hayat işte.

Her mezar yaralı güllerin ıssız aşk tepecikleri her tepecik de bir Uludağ’ın dumanlı gölgesi,
Yazık ki bir avuç topraktı işte yaşadığının nihayeti,

Her ölüm aşktan inen enfarktüs, kalp şeker külliyen yalan.
Son nefeste unutamadığınsa zira, canan canan canan...

Ağlama cananım ağlama anam, dünya fanidir hayat yalan
Ne kaybettiğine üzül ne yan yıkıl
Nede kazandığına gül hiç bir zaman...

UĞUR ASLAN