11 Ekim 2010 Pazartesi

Gece ve Müzik


Ne zaman otursam gecenin başına
ne zaman müziğin...
Yazamıyorum sözünü etmek istemediğim şeyleri
birbirinden ışığını saklayan uzak yıldızlar gibi
çekiliyor herşey kendi karanlığına.
Parmak uçlarımda yıldız tozlarıyla kapıyorum gözlerimi.
Ey ruhumun en büyük şartı olan tedirginlik!
Şimdi saat on iki.
Şimdi gece ve müzik...

Ne zaman otursam gecenin başına
ne zaman müziğin...
Göçüyorum boş kağıdın sessizliğine
kalbim, kapatılmış kireç kuyusu akıyor kendine
bakıyorum gençliğim geçiyor uzaktan
dudaklarında bir ıslık
kitapların on lira olduğu zamanlardan...

Anayurdum gece, kalbimi yazdım mürekkebinle.

Gün bir çocuk, yaralanmış
akşamın kıyılarına vuran
yürekteki gizli yemin
gidiyor bir şiirden ötekine
ardında yıkılmış kentler
bayındır düşler var ilerde.
Gün bir çocuk, yaralanmış
ütopyaları kalelerle değiştiren
güdümlü gündüzlerde...

Anayurdum gece,
ört pelerinini ışıkları sönmüş odalarda
radyo dinleyen çocukların üstüne.

Saf kokunun sindiği oturma odaları
zamanın tortusu eşyaların duruşunda
duvarlarda içi boşalmış resimler
yıllardır dağılmayan bir sis
akşam yemeklerinin yendiği muşamba masada
kilit altına alınmış duygular, düşünceler.
Bütün tetikler çekili durur
gerginliğin geometrik nizamında
ışıkları yanmamış akşam alacası
okul dönüşü saat beş radyoda fasıl çalar
bütün gün iç geçiren
ölgün kadın yüzleri sobanın etrafında
ağrı eşiği alçak,
acı frekansı yüksek.
Okul ve aile birliğinde parçalanmış çocuklar
bir oda, bir dönümlük dünya
kol demiri iner az sonra
çıplak yara gençlik
günden geceye ilerleyen
yüksek gerilim hattında...

Odam, yaralı hayvan
gecenin gümüş alaşımında gölgelenen eşyalar
müziğin dördüncü duvarı, karanlığın kundağı
sarıyor gündüzün yaralarını.
Kendime yerleşmek, kendimden uzaklaşmak için gözlerimi kapıyorum
dinliyorum uçurumlara oturmuş ağaçlar gibi başka odalardaki yalnızlıkları...

Odam, yasak kitaplar
suç ortağı şiirler
sevdiğim bir kaç poster,
odam bir karaduygu fotoğrafı
o çember zaman içinde
yoktu ki varolmanın başka yolları
yastığımın altında
tutukluk yapmaz silahım
uykumu bekleyen kelimeler...

Geri dönüyorum
geçmişte çalınan bir gecenin kapılarından,
yarım kalmış bir sevişme hatırlıyorum
bir daha hiç tamamlanmamış olan.
Sonra bir diğerini, bir diğerini daha
derken dağılmış kristal
odalarda sızlayan...

Sonra seni
siyah motorsikletli çocuk,
deri ceketin odamın duvarında asılı kaldı
yıllar yılı birbirimizi paralamaktan
vazgeçip seviştiğimiz ilk ve tek akşamdı.
Benim için sus payı bir kaç şiirsin artık eski hatıra.
Ya sen ne yaptın bunca zaman
değişmesi gerekeni sağlamlaştırmaktan başka?

Bak duyuyor musun?
Deep Purple, Led Zeppelin
Emerson, Lake and Palmer
plak zarflarında yitirdiğimiz ritüel
bugün birinci viteste yaşıyormuş gibi
bir duyguya kapılıyor musun? Arasıra da olsa
buluştuğun birileri var mı?
Gecenin, müziğin, şiirin toprak hattında
kapamadan gittiğin arka kapı
bak açık duruyor hala,
uğrar mısın bir gün unuttuğun ceketini almaya?

Hırsızlığın ürpertili monoloğu;
Kendime hayatımı anlatıyorum
daha o zamanlar biliyordum
yapmaya çalıştığım her şeyin
kendime hayatımı anlatmak olduğunu.
Sözcükleri sevmeyi, büyütmeyi, büyülemeyi,
onları sivriltip silah yapmayı, yaralamayı da
süsleyip gönül almayı da
aynı zamanlarda öğrendim.
Sözcüklerin karbon ve elmas gücünü keşfettim.
Gecenin geometrisinde, müziğin matematiğinde
saklı duruyor şimdi gizli sözlüğüm.
Uzakta değil.
Hırsızlığın ürpertili monologu
dilimin ucunda siyanürüm.

Duvarlarda uzak bir geleceğin koyu gölgeleri,
şiirlerimizi okurduk mahcup bir fısıltıyla
plaklar dinletirdik birbirimize, filmler anlatırdık
sonra gizlerimizi vermeye gelirdi sıra
dünyayı anlamanın yakıcı isteğiyle
gömüldüğümüz kitaplar, genç ölenlerin matemi...
Hiçbir şey ilham vermezdi aşka ve kavgaya
Eric Clapton'ın gitarı, Genesis'in tarihi
ve Ayın öteki yüzü kadar
Şimdi radyoyu açsam
biliyorum dünyanın bütün radyolarındasınız
gençliğini kirletilmiş takvimlerde yaşayanlar!

Artık ne montumun cebindeki çakı
ne yüreğimde tetiği düşmüş sözcükler.
Çok zaman oldu
odamızın kapısını çekip
O evlerden çıkalı.
Ellerimizi ve yüreğimizi kirletmeden geçtik
vahşetin yakın tarihinden
ucuza yaralandık, pahalıya ölmedik
biz radyonun son çocukları...

Anayurdum gece,
ört pelerinini ıslığını yenileyen
çocukların üstüne.

Gece ve müzik...
Kapanış programı,
bu kitabın da
kili dağılıyor
kendime yazdığım serüvenin.
Her şiir tabletler halinde bölünüyor birbirine
çoğalıyor birbirinin içinden
gündelik dile transpoze edilmiş şarkıların
biliyorum, kimi derin yaralar okunmaz kalp ağrısı
kırgınlıklarım,
kimi eski hatıra ecza dolaplarında saklı mırıldanlıklarım...

Murathan Mungan

Hiç yorum yok: