12 Ekim 2010 Salı

HerDemMavi


Salı...
Mavi...
Neden Salı?
Bunu herkes biliyor.
Neden mavi?
Çünkü;
Mavi sevgi
mavi huzur
mavi mutluluktur...
Mavi düşler yeşertir umutları
mavi derinlikler yüceltir
mavi gökyüzü kanatlandırır insanı.
Mavi hayattır ve hayat masmavidir...

11 Ekim 2010 Pazartesi

Gece ve Müzik


Ne zaman otursam gecenin başına
ne zaman müziğin...
Yazamıyorum sözünü etmek istemediğim şeyleri
birbirinden ışığını saklayan uzak yıldızlar gibi
çekiliyor herşey kendi karanlığına.
Parmak uçlarımda yıldız tozlarıyla kapıyorum gözlerimi.
Ey ruhumun en büyük şartı olan tedirginlik!
Şimdi saat on iki.
Şimdi gece ve müzik...

Ne zaman otursam gecenin başına
ne zaman müziğin...
Göçüyorum boş kağıdın sessizliğine
kalbim, kapatılmış kireç kuyusu akıyor kendine
bakıyorum gençliğim geçiyor uzaktan
dudaklarında bir ıslık
kitapların on lira olduğu zamanlardan...

Anayurdum gece, kalbimi yazdım mürekkebinle.

Gün bir çocuk, yaralanmış
akşamın kıyılarına vuran
yürekteki gizli yemin
gidiyor bir şiirden ötekine
ardında yıkılmış kentler
bayındır düşler var ilerde.
Gün bir çocuk, yaralanmış
ütopyaları kalelerle değiştiren
güdümlü gündüzlerde...

Anayurdum gece,
ört pelerinini ışıkları sönmüş odalarda
radyo dinleyen çocukların üstüne.

Saf kokunun sindiği oturma odaları
zamanın tortusu eşyaların duruşunda
duvarlarda içi boşalmış resimler
yıllardır dağılmayan bir sis
akşam yemeklerinin yendiği muşamba masada
kilit altına alınmış duygular, düşünceler.
Bütün tetikler çekili durur
gerginliğin geometrik nizamında
ışıkları yanmamış akşam alacası
okul dönüşü saat beş radyoda fasıl çalar
bütün gün iç geçiren
ölgün kadın yüzleri sobanın etrafında
ağrı eşiği alçak,
acı frekansı yüksek.
Okul ve aile birliğinde parçalanmış çocuklar
bir oda, bir dönümlük dünya
kol demiri iner az sonra
çıplak yara gençlik
günden geceye ilerleyen
yüksek gerilim hattında...

Odam, yaralı hayvan
gecenin gümüş alaşımında gölgelenen eşyalar
müziğin dördüncü duvarı, karanlığın kundağı
sarıyor gündüzün yaralarını.
Kendime yerleşmek, kendimden uzaklaşmak için gözlerimi kapıyorum
dinliyorum uçurumlara oturmuş ağaçlar gibi başka odalardaki yalnızlıkları...

Odam, yasak kitaplar
suç ortağı şiirler
sevdiğim bir kaç poster,
odam bir karaduygu fotoğrafı
o çember zaman içinde
yoktu ki varolmanın başka yolları
yastığımın altında
tutukluk yapmaz silahım
uykumu bekleyen kelimeler...

Geri dönüyorum
geçmişte çalınan bir gecenin kapılarından,
yarım kalmış bir sevişme hatırlıyorum
bir daha hiç tamamlanmamış olan.
Sonra bir diğerini, bir diğerini daha
derken dağılmış kristal
odalarda sızlayan...

Sonra seni
siyah motorsikletli çocuk,
deri ceketin odamın duvarında asılı kaldı
yıllar yılı birbirimizi paralamaktan
vazgeçip seviştiğimiz ilk ve tek akşamdı.
Benim için sus payı bir kaç şiirsin artık eski hatıra.
Ya sen ne yaptın bunca zaman
değişmesi gerekeni sağlamlaştırmaktan başka?

Bak duyuyor musun?
Deep Purple, Led Zeppelin
Emerson, Lake and Palmer
plak zarflarında yitirdiğimiz ritüel
bugün birinci viteste yaşıyormuş gibi
bir duyguya kapılıyor musun? Arasıra da olsa
buluştuğun birileri var mı?
Gecenin, müziğin, şiirin toprak hattında
kapamadan gittiğin arka kapı
bak açık duruyor hala,
uğrar mısın bir gün unuttuğun ceketini almaya?

Hırsızlığın ürpertili monoloğu;
Kendime hayatımı anlatıyorum
daha o zamanlar biliyordum
yapmaya çalıştığım her şeyin
kendime hayatımı anlatmak olduğunu.
Sözcükleri sevmeyi, büyütmeyi, büyülemeyi,
onları sivriltip silah yapmayı, yaralamayı da
süsleyip gönül almayı da
aynı zamanlarda öğrendim.
Sözcüklerin karbon ve elmas gücünü keşfettim.
Gecenin geometrisinde, müziğin matematiğinde
saklı duruyor şimdi gizli sözlüğüm.
Uzakta değil.
Hırsızlığın ürpertili monologu
dilimin ucunda siyanürüm.

Duvarlarda uzak bir geleceğin koyu gölgeleri,
şiirlerimizi okurduk mahcup bir fısıltıyla
plaklar dinletirdik birbirimize, filmler anlatırdık
sonra gizlerimizi vermeye gelirdi sıra
dünyayı anlamanın yakıcı isteğiyle
gömüldüğümüz kitaplar, genç ölenlerin matemi...
Hiçbir şey ilham vermezdi aşka ve kavgaya
Eric Clapton'ın gitarı, Genesis'in tarihi
ve Ayın öteki yüzü kadar
Şimdi radyoyu açsam
biliyorum dünyanın bütün radyolarındasınız
gençliğini kirletilmiş takvimlerde yaşayanlar!

Artık ne montumun cebindeki çakı
ne yüreğimde tetiği düşmüş sözcükler.
Çok zaman oldu
odamızın kapısını çekip
O evlerden çıkalı.
Ellerimizi ve yüreğimizi kirletmeden geçtik
vahşetin yakın tarihinden
ucuza yaralandık, pahalıya ölmedik
biz radyonun son çocukları...

Anayurdum gece,
ört pelerinini ıslığını yenileyen
çocukların üstüne.

Gece ve müzik...
Kapanış programı,
bu kitabın da
kili dağılıyor
kendime yazdığım serüvenin.
Her şiir tabletler halinde bölünüyor birbirine
çoğalıyor birbirinin içinden
gündelik dile transpoze edilmiş şarkıların
biliyorum, kimi derin yaralar okunmaz kalp ağrısı
kırgınlıklarım,
kimi eski hatıra ecza dolaplarında saklı mırıldanlıklarım...

Murathan Mungan

10 Ekim 2010 Pazar

MACBETH


Yapmakla olup bitseydi bu iş,
Hemen yapardım, olup biterdi.
Döktüğüm kanla akıp gitse her şey,
Bir vuruşta sonuna varılsa işin,
Bir anda bu dünyayı olsun kazanıversen,
Verdiğimiz kanlı dersi alan
Gelip bize veriyor aldığı dersi.
Doğruluğun şaşmaz eli bize sunuyor
İçine zehir döktüğümüz kupayı.

Değil kendim bıçaklamak,
El bıçağına karşı korumam gerek onu.

William Shakespeare

Ay Zeytin Gece


Kamçılı karanlıktı geldin üstüme
Bütün masalları dolaştın
Ay, zeytin, gece...
Ay vurmuştu alnına
Perçemlerin Tokat akıtması
Yorgundu atılmış yılan derisi
Değiştirilmiş güvercin gömleği tende
Nereye gidiyorsun? Dedim
Zeytinlerin arasından
Siste silinip giderken yollar
Aydı, zeytindi, geceydi...
Korkmadım bağırdım ardından
Aydaki zeytindeki gecedeki delikanlı
Nereye böyle?
Aldı rüzgar sesimi duyurmadı
Vurdu geçti durduğum yeri
Gümüşünü silkeledi yüzüme
Atının kanatları...
Ben öldüm, ölüm bulunamadı
Kamçılı bir karanlıktı
Hikayemin gecesini dürdüm de
Kimse çıkamadı dışarı.
Ay kaldı zeytin kaldı gece kaldı
Sis kaldı yollar kaldı
Karanlıktı...

Murathan Mungan

Bekleyiş


Cehennem kimdir demiştiniz?
Keder kuşlarını ben de gördüm
Flütün ucundan bir oraya bir buraya
Evet, biliyorum, herşey benim düşgücüm
Şeyi, nasıl söylenebilir, bu kelimeler
Böyledir işte: Tam tutacakken...

Yağmur yürüyüşüne çıkmıştık o gün,
Unutmam ben ayrıntıları, kimdi?
Hatırlayamıyorum tabii, ne önemi olabilir isimlerin,
Evet yüzünü de getiremiyorum gözümün önüne,
Eylüldü,
Eylüllerden biri,
Cehennem kimdir diyordunuz?

Enis Batur

8 Ekim 2010 Cuma

Balık Olsaydım


Benim de bugün bir derdim var
Bunu bilmek maalesef elinde değil
Çürük bir parçam beni terketti
Bunu tekrar yeşertmek elimde değil
Gönül isterdi balık doğsaydım
Maalesef unutmak elimde değil
Günlerce çöküp zorda kalsaydım
İnan ki çözümüm seninle değil

Bak yorgun
Bitkin
Durgunum

Kaç kurtul geçmez bu ömür
Kimse yok yanımda
Aramam
Kendimden buldum

Senin de bugün bir derdin var
Bunu bilmek maalesef şeyimde değil
Çürük bir parçan seni terketti
Bunu tekrar yeşertmek elinde değil
Günlerce çöküp zorda kalsaydım
İnan ki çözümün benimle değil

Bak yorgun
Bitkin
Durgunsun

Kaç kurtul geçmez bu ömür
Kimse yok yanında
Arama
Kendinden buldun

Hayko Cepkin

**D**

5 Ekim 2010 Salı

Teşekkür


Hem ada sakini olacaksın, hem maviyi seveceksin, hem paylaşacaksın...
Ben kendimden biliyorum zordur paylaşmak,
Hepinizi seviyorum
Yüreğinize sağlık...

HerDemMavi




Mavi sevgi
mavi huzur
mavi mutluluktur...
Mavi düşler yeşertir umutları
mavi derinlikler yüceltir
mavi gökyüzü kanatlandırır insanı.
Mavi hayattır ve hayat masmavidir...

4 Ekim 2010 Pazartesi

BEN 19'UMDA ÖLDÜM


Ben 19 yaşındaydım öldüğümde, daha ayaklarım yere basmamıştı.

Olmamıştı aşkın adı, gözlerim bir dilberin gözlerine bir karış mesafeden dahi bakmamıştı ve
Genzime inmemişti hiç yar kokusu. Bir dağ ceylanı, yayla kekliği aklımı başımdan almamıştı.

Ben 19 yaşındaydım öldüğümde, 19 undaydım, şimdiye kadar söylenmiş tüm yalanlar
Gözlerimin önüne serildiğinde, gerçek gibi görülen yalanların ve yalan gibi görülen
Gerçeklerin sahiciliği serildi önüme...

19 undaydım bütün doğruları gönül gözümle gördüğümde.
Ben 19 undaydım öldüğümde, daha saçlarıma ak düşmemişti.
Babamın başı düştüğünde öne, kırışıklık değmemişti yüzüme.
Ne ayaklarım asker botuna girmiş, ne de başım yaslanmıştı yar göğsüne.
Ben 19 undaydım öldüğümde, belki de herkes öldüğü ben dirildiğimde...

Ölüm bile anamın feryadı kadar canımı acıtmamıştı,
Köyün genç ve bekar kızları taşıdı tabutumu, ola ki birinde gönlüm kalmıştır diye.
Hiç olmazsa gittiğim yerde ruhum huzur bulsun diye
Köyün genç ve bekar kızları taşıdı beni...

Musalladan öteye ve en çok içlerinden biri ağladı adı Safiye...

Ağlama cananım ağlama anam, dünya fanidir hayat yalan
Ne kaybettiğine üzül, ne yan yıkıl ne de kazandığına gül hiç bir zaman.

Köyün genç ve bekar kızları taşıdı beni
Musalladan öteye ola ki içlerinden birinde gönlüm kalmıştır
Hiç olmazsa gittiğim yerde ruhum huzur bulsun diye,
Meğer ne çok mezar varmış bu köyde,
Kim bilir kaç meşhur sevgili ve kaç yarım hikaye,
Hiç dokunma sakın bizimkine, hasrete ve sevdaya doymamış bir hayat işte.

Her mezar yaralı güllerin ıssız aşk tepecikleri her tepecik de bir Uludağ’ın dumanlı gölgesi,
Yazık ki bir avuç topraktı işte yaşadığının nihayeti,

Her ölüm aşktan inen enfarktüs, kalp şeker külliyen yalan.
Son nefeste unutamadığınsa zira, canan canan canan...

Ağlama cananım ağlama anam, dünya fanidir hayat yalan
Ne kaybettiğine üzül ne yan yıkıl
Nede kazandığına gül hiç bir zaman...

UĞUR ASLAN

2 Ekim 2010 Cumartesi

Belki Gelmem Gelemem


Sen İstinye'de bekle ben burdayım
İçimde köpek gibi havlayan yalnızlığım
Çünkü ben buradayım karanlıktayım
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
Çünkü elimi kestim beni kan tutuyor
Şarabım bütün ekşi suyum soğuk
Yanımda olmadın mı seni daha bir çok seviyorum
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git

Yüzünü ıslatmadan ağlayabilir misin
Yarı geceden sonra telefon ettin mi hiç
Karanlık adamlar hüvviyetini sordu mu
Ben senin olmadığını arıyorum
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
Bana ait ne varsa hepsi seni korkutuyor sana ait ne varsa
Hiçbiri benim değil
Belki ölmek hakkımı kullanıyorum
Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git
Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git

ATTİLA İLHAN

30 Eylül 2010 Perşembe

Mavi Kirli


Mavi kirlidir, öldürür meczubunu şehrin
Soldurur hayalleri, saçakları bozar
Savrulur kırlangıçlar kapkara göğün altında
Çıkıp gider şapkalı kız
...... aldatılmış olarak
......................... masalından

Mavi kirlidir... Ve sanmayın bu bize ait bir kader!
Kederleniriz mahsur kalınca aynalarda
Mavi sabah, mavi deniz, mavi düş filan
...... yok böyle şeyler!
Üstelik, ne kılıcımız var
......................... ne de heybemiz!

Mavi kirlidir... İhanetin uçurumunda
Arsız bir titreme gibi
................ yapışır kalır tenimize!

Adem TURAN

29 Eylül 2010 Çarşamba

Akarsuya Bırakılan Mektup


incecikti
gül dalıydı
dokunsam kırılacaktı
dokunmadım
kurudu

Gitme!.. Sonbahar oluyorum, sonrası hiç.
Ağaçlar bükmesinler n'olursun boyunlarını.
Neden akşam oluyorum tren kalkınca
kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
mendiller sallanınca neden tıkanıyorum?
Öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki
az önceki çiçekler nasıl da diken diken.
Gitme!.. Sonbahar oluyorum, sonrası hiç.
O sularda çimdik, bitti; Köprüleri geçtik bitti
o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz.
Günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı
oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu?
Gitme!.. Sonbahar oluyorum, sonrası hiç...

Hasan Hüseyin Korkmazgil

Aşkın Mevsimi


I.sonbahar

gökkuşağının altından geçti çocuklar
adam şapkasında saklanan
sonbaharına uzandı
parmağını bıraktı bayan ö.
Boynumdan öptü
Beyaz bir tay geçti beni
Yaprağın hışırtısı aşkın dili olsun dedi
Sonra döküldüm cümle boşluğuna

II.kış

babam
dar kapılarda rakı suyunda
bir şiire oturuyorum
sevgilim aşkı soyuyor
ben yüzünü siliyorum
cümle düşüyor

filiz,
bütün kış yalan söyledi
yüzünde üşüyen kentler
alkolsüz denizciler, ay ışığı
tanıdığım hür denizler vardı
birini unuttum
üç adı daha vardı

bulut mevsimleri sayıyor uzakta
aşk çıkmıyor kış

III.ilkbahar

beni oyalayan gün
uykulara ağlayan bahçe
adımlarımı biriktirdim size
yalan söyleyemezsiniz
oturup bekleyin
suya girer gibi giriyoruz aşka
kimse görmesin dilim beninde
benin bir dünya göğsünde
annenden
alev,
seni unutulan yüzünü
ben çaldım
kuşların göğsüne baktığı yerde

IV.Yaz

gölgesi uzun çocuklar vardı
kısa çoraplı kadınlar
güneş portakal ağacında asılı
yaz suda oğlunu yıkıyor
çorabını çıkar, sudyenini as
biz aşka gidiyoruz bu yağmurda
ayça
ayağını uzat, nisan geçti
orman serin, mevsim yaz!

Cenk Gündoğdu

Ciddi Hayal


Bu kent bana seni unutturamaz,
çünkü onu çok iyi tanıyorum.

Görmediği birinin hayalini nasıl kurar insan,
dilenci günün sonunu nasıl getirir,
nereye saklanır güvercinler yağmur yağınca?
İşte geliyorum,
canımda sır ve yarı istiridye.
Kötü bir öğretmendir ama
herkesçe sevilir hayat...

Birbirini yaralayan iki gerçek gibiyiz,
kendinden başka yol bilmiyor sokaklar,
dağıtalım resmimizi karakollar yanılsın.
Zaman, dört ağlayışlık bir mendil.
Küçüklüğümüzü ve tüm yalnızları
güzelliğimizle kandıralım...

Ne zaman çalsam kapını senin
rehin bırakır ayaklarını çilingir kadınlar,
göğün deliğinden fırlatırlar
aşkın alevden çamaşırlarını
yanlış zillere davranırım.
Daha bitmedi mi bitmedi mi?
Bir çocuk gibi sabırsızım
bu ilk yolculuğumda...

Aldırma,
yanmam gerek korunmak için ateşten.
Sıkılgan bir yatakta kurmuş
annem benim hayalimi.
Oyunlarla varoldu dünya bile.
Şimdi yalnızım,
güvercinler eteklerime saklandı...

Denizi olanlar mavi gülüşlüdür evet.
Ama ben bir yakamozdum...
Dikiş tutmadı
yürekleri sökülünce, dağıldı çilingir kadınlar.
Bulutlar saçlarıma yığılıp kaldı.
Elbet terk edilecektim
körebeyi bile ciddiye almaktan...

Bu kent bana seni unutturamaz,
çünkü onu çoktan unuttum...


Emel Güz
(Ciddi Hayal’den)

Deniz


Uzun uzun bir yağmuru okudum,
Uzun ıslığını taşıdım rüzgârın,
Uzak bir kıyıya mektup yolladım.
Döndüm, derinde dövdüm kendimi.
Duydum, kırıldı içimde tuz sesi
Bir derine ağladım.

(Keder saldı içime bir denizden bir midye,
Taşı gördüm ağırlık indi dilime)

Engin de kendinden uzağı özlermiş
Ufuk bir şey değilmiş bana, gördüm...
Hayal kıvamıymış aşk,
Gülün kokusunu bademin neşesini
istedim.

Ah bilemedim de nasıl geniştim,
Koşup kapaklanayım bir kucak istedim.


Birhan Keskin
(Yeryüzü Halleri'nden)

28 Eylül 2010 Salı

Seval'ce -Hazan-


Yaz bitti.
Şimdi sonbaharı karşılama zamanı.
Baharda bir mucize gibi doğan tomurcuklar, büyüdükçe yeşeren
dipdiri yapraklar sararıp solup yeniden sessiz sedasız toprağa karışacaklar.
Zaman o zaman.
Evimizin önünde kapıları çalmaya hazırlanan hazan...

Kırlangıçlar ve leylekler bizi çoktan terk ettiler.
Yolları açık olsun, İnşallah seneye yine gelirler...

Her gün daha sert esen rüzgarı sevgiyle selamlamalı şimdi.
Az çabalamıyor çekmek için dikkatimizi.
O estikçe, rengarenk uçurtmaların mutlu sahipleri sevinmeli, görkemli dallara ince uzun kavaklara söylettiği şarkılara yetişkin yürekler kulak vermeli...

Yaz bitti.
Yakında yağmurlar başlar, başlar da dinmek bilmez bir türlü hani.
İnsanı nasıl bir kasvet basar Ya Rabbi.
Sinirler gerilir, şehirlerde trafik kilitlenir.
Öfkeli bir koşuşturma başlar, yağmurlu havalarda her zamandan farklı.
Halbuki geleceğe umuttur, berekettir mübarek elbet yağmalı...

Yaz bitti.
Kışın habercisi olduğu için ayrıca sevmeli Sonbaharı.
Gözünü gönlünü uyarana insan şükran duymalı.
Gelecek zor ve soğuk günlere hazırlanmalı.
Sonbahar geldi, biraz daha sokulmalı sobaya, sıcak düşler kurmalı.
Tarhana çorbasının lezzeti hatırlanmalı ocak başlarında...

Seval'ce

Teşekkür


Gurbetten gelen sıcacık soluklarla ısındık...
Sağolun varolun...