2 Ekim 2010 Cumartesi

Belki Gelmem Gelemem


Sen İstinye'de bekle ben burdayım
İçimde köpek gibi havlayan yalnızlığım
Çünkü ben buradayım karanlıktayım
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
Çünkü elimi kestim beni kan tutuyor
Şarabım bütün ekşi suyum soğuk
Yanımda olmadın mı seni daha bir çok seviyorum
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git

Yüzünü ıslatmadan ağlayabilir misin
Yarı geceden sonra telefon ettin mi hiç
Karanlık adamlar hüvviyetini sordu mu
Ben senin olmadığını arıyorum
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
Bana ait ne varsa hepsi seni korkutuyor sana ait ne varsa
Hiçbiri benim değil
Belki ölmek hakkımı kullanıyorum
Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git
Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git

ATTİLA İLHAN

30 Eylül 2010 Perşembe

Mavi Kirli


Mavi kirlidir, öldürür meczubunu şehrin
Soldurur hayalleri, saçakları bozar
Savrulur kırlangıçlar kapkara göğün altında
Çıkıp gider şapkalı kız
...... aldatılmış olarak
......................... masalından

Mavi kirlidir... Ve sanmayın bu bize ait bir kader!
Kederleniriz mahsur kalınca aynalarda
Mavi sabah, mavi deniz, mavi düş filan
...... yok böyle şeyler!
Üstelik, ne kılıcımız var
......................... ne de heybemiz!

Mavi kirlidir... İhanetin uçurumunda
Arsız bir titreme gibi
................ yapışır kalır tenimize!

Adem TURAN

29 Eylül 2010 Çarşamba

Akarsuya Bırakılan Mektup


incecikti
gül dalıydı
dokunsam kırılacaktı
dokunmadım
kurudu

Gitme!.. Sonbahar oluyorum, sonrası hiç.
Ağaçlar bükmesinler n'olursun boyunlarını.
Neden akşam oluyorum tren kalkınca
kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
mendiller sallanınca neden tıkanıyorum?
Öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki
az önceki çiçekler nasıl da diken diken.
Gitme!.. Sonbahar oluyorum, sonrası hiç.
O sularda çimdik, bitti; Köprüleri geçtik bitti
o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz.
Günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı
oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu?
Gitme!.. Sonbahar oluyorum, sonrası hiç...

Hasan Hüseyin Korkmazgil

Aşkın Mevsimi


I.sonbahar

gökkuşağının altından geçti çocuklar
adam şapkasında saklanan
sonbaharına uzandı
parmağını bıraktı bayan ö.
Boynumdan öptü
Beyaz bir tay geçti beni
Yaprağın hışırtısı aşkın dili olsun dedi
Sonra döküldüm cümle boşluğuna

II.kış

babam
dar kapılarda rakı suyunda
bir şiire oturuyorum
sevgilim aşkı soyuyor
ben yüzünü siliyorum
cümle düşüyor

filiz,
bütün kış yalan söyledi
yüzünde üşüyen kentler
alkolsüz denizciler, ay ışığı
tanıdığım hür denizler vardı
birini unuttum
üç adı daha vardı

bulut mevsimleri sayıyor uzakta
aşk çıkmıyor kış

III.ilkbahar

beni oyalayan gün
uykulara ağlayan bahçe
adımlarımı biriktirdim size
yalan söyleyemezsiniz
oturup bekleyin
suya girer gibi giriyoruz aşka
kimse görmesin dilim beninde
benin bir dünya göğsünde
annenden
alev,
seni unutulan yüzünü
ben çaldım
kuşların göğsüne baktığı yerde

IV.Yaz

gölgesi uzun çocuklar vardı
kısa çoraplı kadınlar
güneş portakal ağacında asılı
yaz suda oğlunu yıkıyor
çorabını çıkar, sudyenini as
biz aşka gidiyoruz bu yağmurda
ayça
ayağını uzat, nisan geçti
orman serin, mevsim yaz!

Cenk Gündoğdu

Ciddi Hayal


Bu kent bana seni unutturamaz,
çünkü onu çok iyi tanıyorum.

Görmediği birinin hayalini nasıl kurar insan,
dilenci günün sonunu nasıl getirir,
nereye saklanır güvercinler yağmur yağınca?
İşte geliyorum,
canımda sır ve yarı istiridye.
Kötü bir öğretmendir ama
herkesçe sevilir hayat...

Birbirini yaralayan iki gerçek gibiyiz,
kendinden başka yol bilmiyor sokaklar,
dağıtalım resmimizi karakollar yanılsın.
Zaman, dört ağlayışlık bir mendil.
Küçüklüğümüzü ve tüm yalnızları
güzelliğimizle kandıralım...

Ne zaman çalsam kapını senin
rehin bırakır ayaklarını çilingir kadınlar,
göğün deliğinden fırlatırlar
aşkın alevden çamaşırlarını
yanlış zillere davranırım.
Daha bitmedi mi bitmedi mi?
Bir çocuk gibi sabırsızım
bu ilk yolculuğumda...

Aldırma,
yanmam gerek korunmak için ateşten.
Sıkılgan bir yatakta kurmuş
annem benim hayalimi.
Oyunlarla varoldu dünya bile.
Şimdi yalnızım,
güvercinler eteklerime saklandı...

Denizi olanlar mavi gülüşlüdür evet.
Ama ben bir yakamozdum...
Dikiş tutmadı
yürekleri sökülünce, dağıldı çilingir kadınlar.
Bulutlar saçlarıma yığılıp kaldı.
Elbet terk edilecektim
körebeyi bile ciddiye almaktan...

Bu kent bana seni unutturamaz,
çünkü onu çoktan unuttum...


Emel Güz
(Ciddi Hayal’den)

Deniz


Uzun uzun bir yağmuru okudum,
Uzun ıslığını taşıdım rüzgârın,
Uzak bir kıyıya mektup yolladım.
Döndüm, derinde dövdüm kendimi.
Duydum, kırıldı içimde tuz sesi
Bir derine ağladım.

(Keder saldı içime bir denizden bir midye,
Taşı gördüm ağırlık indi dilime)

Engin de kendinden uzağı özlermiş
Ufuk bir şey değilmiş bana, gördüm...
Hayal kıvamıymış aşk,
Gülün kokusunu bademin neşesini
istedim.

Ah bilemedim de nasıl geniştim,
Koşup kapaklanayım bir kucak istedim.


Birhan Keskin
(Yeryüzü Halleri'nden)

28 Eylül 2010 Salı

Seval'ce -Hazan-


Yaz bitti.
Şimdi sonbaharı karşılama zamanı.
Baharda bir mucize gibi doğan tomurcuklar, büyüdükçe yeşeren
dipdiri yapraklar sararıp solup yeniden sessiz sedasız toprağa karışacaklar.
Zaman o zaman.
Evimizin önünde kapıları çalmaya hazırlanan hazan...

Kırlangıçlar ve leylekler bizi çoktan terk ettiler.
Yolları açık olsun, İnşallah seneye yine gelirler...

Her gün daha sert esen rüzgarı sevgiyle selamlamalı şimdi.
Az çabalamıyor çekmek için dikkatimizi.
O estikçe, rengarenk uçurtmaların mutlu sahipleri sevinmeli, görkemli dallara ince uzun kavaklara söylettiği şarkılara yetişkin yürekler kulak vermeli...

Yaz bitti.
Yakında yağmurlar başlar, başlar da dinmek bilmez bir türlü hani.
İnsanı nasıl bir kasvet basar Ya Rabbi.
Sinirler gerilir, şehirlerde trafik kilitlenir.
Öfkeli bir koşuşturma başlar, yağmurlu havalarda her zamandan farklı.
Halbuki geleceğe umuttur, berekettir mübarek elbet yağmalı...

Yaz bitti.
Kışın habercisi olduğu için ayrıca sevmeli Sonbaharı.
Gözünü gönlünü uyarana insan şükran duymalı.
Gelecek zor ve soğuk günlere hazırlanmalı.
Sonbahar geldi, biraz daha sokulmalı sobaya, sıcak düşler kurmalı.
Tarhana çorbasının lezzeti hatırlanmalı ocak başlarında...

Seval'ce

Teşekkür


Gurbetten gelen sıcacık soluklarla ısındık...
Sağolun varolun...

HerDemMavi


Merhaba,
çok mu geç oldu ki?
Yok yok can bedende oldukça,
hiç bir şey için geç sayılmaz...
Maviye buyrun efendim
çünkü;
Mavi sevgi
mavi huzur
mavi mutluluktur...
Mavi düşler yeşertir umutları
mavi derinlikler yüceltir
mavi gökyüzü kanatlandırır insanı.
Mavi hayattır ve hayat masmavidir...

23 Eylül 2010 Perşembe

Gözlerin İstanbul Oluyor Birden


Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.
Akşamlardan, gecelerden, senden uzağım
Şiirlerim rüzgardır uzak dağlardan esen
Durgun sular gibi azalacağım
Bir gün, birdenbire çıkıp gelmesen.
Şarkılarla geleceksin, duygulu, ince
Yalnız gözlerime bak diyeceksin.
Ellerim usulca ellerine değince
Kaybolup gideceksin
Bir elim seni çizecek bütün pencerelere
Bir elim seni silecek.
Kalbim: Ebemkuşağı; günde bin kere
Senin için yeni baştan can kesilecek.
Ne güzel seni bulmak bütün yüzlerde
Sonra seni kaybetmek hemen her yerde
Ne güzel bineceğim vapurları kaçırmak
Yapayalnız kalmak iskelelerde.
Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.

Yavuz Bülent Bakiler

22 Eylül 2010 Çarşamba

Büyük Can dedi Ki


Kovalamayın beni yatağa
Hiç uykum yok
Daha lafınıza karışacağım
Ortalığı dağıtacağım
Televizyonu kapatacağım
Ayçiçeği resmi yapacağım daha
Başparmağıma şiir okuyacağım
Islık çalacağım
Daha çok işim var
Gecenizi karartacağım
Kütahya vazonuzu kıracağım
Vakitsiz yatırmayın beni
Daha çok erken

CAN YÜCEL

21 Eylül 2010 Salı

Teşekkür


Yüreğinize sağlık...

HerDemMavi


Salı,
mavide buluştuk
çünkü;
Mavi sevgi
mavi huzur
mavi mutluluktur...
Mavi düşler yeşertir umutları
mavi derinlikler yüceltir
mavi gökyüzü kanatlandırır insanı.
Mavi hayattır ve hayat masmavidir...

19 Eylül 2010 Pazar

Kapalıçarşı


Kapalıçarşı, 60 sokak ve 3600 dükkanıyla kentin küçük bir kopyası gibidir. Bu taş yapı öylesine büyüktür ki hiçbir İstanbullunun onu tam olarak görmediği söylenir. Her geçen gün gelişen Kapalıçarşı sadece sokak ve dükkanlarla değil, cami, çeşme ve okullarıyla da kente damgasını vuracaktır. 30.700 metrekareye yayılan çarşının içerisinde son dönemlere kadar 5 cami, 1 okul, 7 çeşme, 10 kuyu, 1 akarsu, 1 sebil, 1 şadırvan, 18 kapı, 40 han bulunduğu bilinmektedir.

Yüksek gri surlarla çevrili olan Kapalıçarşı’da, küçük kubbelerden süzülen gün ışığı, Osmanlı işçiliğini yansıtan mavi ve kırmızı tonlardaki süslemelerle kaplı tonozlara vurur.
Kapalıçarşı geçmiş zamana ait şimdide yaşanan bir masaldır.
“Aynacılar”, “Basmacılar”, “Fesçiler” ve “Halıcılar” gibi sokak isimleri Kapalıçarşı’daki dükkanlar konusunda fikir vermektedir. “Altuncular” bu sokaklardan biridir.
Osmanlı geleneğinde kuyumculuk padişahlar tarafından desteklenir. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman, kuyumculuğa büyük önem vermiştir. İmparatorluğun şanı, ihtişamlı mücevherlerle birlikte yürür. Şehzadeliği zamanında Trabzon’daki bir ustadan kuyumculuk eğitimi alan Süleyman, mücevher tutkusuyla bilinir.
Sultanın bu büyük tutkusu Kapalıçarşı’ya da damgasını yuracaktır. Aslında tüm sanat dallarının zirveye ulaştığı 16.yüzyılda takı ve mücevherde de başyapıtların üretildiği görülür. Elbette bu göz alıcı ürünler çarşıda sergilenmekte ve daha çok saray çevresinden alıcı bulmaktadır.

Kapalıçarşı, kapalı toplum yapısının soluklandığı bir mekandır. Şarkın gizemli erotizmi de Kapalıçarşı’da hayat bulacaktır.
Harem bahçesine, köşklerin haremlik bölümlerine kapatılan cariyelerin yolu da mutlak Kapalıçarşı’dan geçecektir.
Özellikle 16. yüzyılda, çarşının güney bölümünde bulunan Süleyman Paşa Hanı’nda insan ticareti yapılmaktadır.
Handa sadece görenleri hayrete düşürecek güzellikteki hatunlar değil, tamamen çıplak olarak sergilenen erkek köleler de alıcı beklemektedir. Büyük Rus yazarı Puşkin’in büyük büyük babasının yolu da Kapalıçarşı’dan geçmiştir. Büyük dede, bir Rus sefiri tarafından satın alınan Etiyopyalı bir köledir.
Sonuç olarak Kapalıçarşı’da yok yoktur...

*Erk Acarer - %100 İstanbul. Tarih, Mekan ve sırlar - İnkilap kitapevi yayınları.

Dört Duvar Arasında


Bir şeyler kapanıyordu bir yerlerde,
belki bir kapı, belki bir mezar -
ama çatı değildi - sanki bir yangın,
tavşanların, kuşların hızından anlıyordun,
ama çatı değildi kapanan,
üzerinde bir bayrak dalgalanan.

Ama çatı değildi kapanan;
Biraz daha ışık, diye haykırdın,
dağlarıma ve uçurumlarıma,
hepsini gövdeme
duvarlarıma kazıyacağım.

Bir şeyler kapanıyordu bir yerlerde:
Kiminin bahtı, kiminin yüreği,
kiminin kapısı ve penceresi.
Düşündün: Her şey bütün bir sonsuzluk
ve bir dakikaydı önünde ve sonunda.

Bir dakika, o senin olan bir dakika,
yani yaşaman için sana bırakmadıkları.

Özdemir İnce

16 Eylül 2010 Perşembe

Mona Roza


Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller

Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar

Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek...

Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi

Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ellerin ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmakların

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

Akşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları

Ki ben Mona Roza bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında
Ki ben Mona Roza bulurum seni

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece ve güne
Altın bilezikler o kokulu ten

Mona Roza siyah güller, ak güller
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!
Mona Roza siyah güller, ak güller

Sezai Karakoç

Aşk Mektubu VIII


Ben sevda bölüğünde kıdemli bir askerim
Hizmetim sanadır ey tacidarım
Canı bir emanet bilir taşırım.
Bir ırmak delirir geceleri
Bir yıldız kayar ötelerden
Bir bulut geçer Ay’ın önüne
Birden üşürüm
Ve seni daha çok düşünürüm
----------Kokunu en sevdiğim güle veriyorsun! ...

Hangi şekle dönüşürsen dönüş
Hangi kılığa girersen gir
Bilirim ne kadar gerçeksin, ne kadar düş
Gönlüm bir şahindir takarım peşine
Bulur seni saklandığın yerde
Tutar elinden – eteğinden
Bana getirir
----------Sen kendini kolay ele veriyorsun! ...

Sarmal bir sevdayla yaşarken aynalar derbendinde
Bir Aslıhan oluyorsun, bir Leylâ
Beni de mahkûm ediyorsun değişim sürecine
Bir Kerem oluyorum, bir Mecnûn
Dağlara, çöllere vuruyor içimdeki vâveylâ
Firar ettiğimi bilmiyor bölüğüm
Kırık gönlümde kırk düğüm
----------Adımı dile veriyorsun! ...

İçimde ebedî bir sürgünlüğü yaşarım
Hangi gezegende insem rastlarım izine
Dişlerim beyaz kirazlar gibi hep birden sızlar
Ve gülümserim dişçinin elindeki demir kerpetene
Biraz daha fazla bakabilmek için yüzüne
Bir kaya yuvarlanır boşluğa
Kimse bir anlam veremez bendeki hoşluğa
----------Sense yakıp külümü yele veriyorsun! ...

Ben sevda bölüğünde kıdemli bir askerim
Terhis olsam gidecek bir yerim yok
Yüreğimden başka silah taşımam
Bütün adresleri iptal ettim
Benim senden özge gerçek yârim yok
Bir hakkuşu öter geceleri
Aşk, mektup yazmaya zorlar beni
----------Sense yeri – göğü sele veriyorsun! ...


Bahattin Karakoç