28 Eylül 2010 Salı

HerDemMavi


Merhaba,
çok mu geç oldu ki?
Yok yok can bedende oldukça,
hiç bir şey için geç sayılmaz...
Maviye buyrun efendim
çünkü;
Mavi sevgi
mavi huzur
mavi mutluluktur...
Mavi düşler yeşertir umutları
mavi derinlikler yüceltir
mavi gökyüzü kanatlandırır insanı.
Mavi hayattır ve hayat masmavidir...

23 Eylül 2010 Perşembe

Gözlerin İstanbul Oluyor Birden


Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.
Akşamlardan, gecelerden, senden uzağım
Şiirlerim rüzgardır uzak dağlardan esen
Durgun sular gibi azalacağım
Bir gün, birdenbire çıkıp gelmesen.
Şarkılarla geleceksin, duygulu, ince
Yalnız gözlerime bak diyeceksin.
Ellerim usulca ellerine değince
Kaybolup gideceksin
Bir elim seni çizecek bütün pencerelere
Bir elim seni silecek.
Kalbim: Ebemkuşağı; günde bin kere
Senin için yeni baştan can kesilecek.
Ne güzel seni bulmak bütün yüzlerde
Sonra seni kaybetmek hemen her yerde
Ne güzel bineceğim vapurları kaçırmak
Yapayalnız kalmak iskelelerde.
Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.

Yavuz Bülent Bakiler

22 Eylül 2010 Çarşamba

Büyük Can dedi Ki


Kovalamayın beni yatağa
Hiç uykum yok
Daha lafınıza karışacağım
Ortalığı dağıtacağım
Televizyonu kapatacağım
Ayçiçeği resmi yapacağım daha
Başparmağıma şiir okuyacağım
Islık çalacağım
Daha çok işim var
Gecenizi karartacağım
Kütahya vazonuzu kıracağım
Vakitsiz yatırmayın beni
Daha çok erken

CAN YÜCEL

21 Eylül 2010 Salı

Teşekkür


Yüreğinize sağlık...

HerDemMavi


Salı,
mavide buluştuk
çünkü;
Mavi sevgi
mavi huzur
mavi mutluluktur...
Mavi düşler yeşertir umutları
mavi derinlikler yüceltir
mavi gökyüzü kanatlandırır insanı.
Mavi hayattır ve hayat masmavidir...

19 Eylül 2010 Pazar

Kapalıçarşı


Kapalıçarşı, 60 sokak ve 3600 dükkanıyla kentin küçük bir kopyası gibidir. Bu taş yapı öylesine büyüktür ki hiçbir İstanbullunun onu tam olarak görmediği söylenir. Her geçen gün gelişen Kapalıçarşı sadece sokak ve dükkanlarla değil, cami, çeşme ve okullarıyla da kente damgasını vuracaktır. 30.700 metrekareye yayılan çarşının içerisinde son dönemlere kadar 5 cami, 1 okul, 7 çeşme, 10 kuyu, 1 akarsu, 1 sebil, 1 şadırvan, 18 kapı, 40 han bulunduğu bilinmektedir.

Yüksek gri surlarla çevrili olan Kapalıçarşı’da, küçük kubbelerden süzülen gün ışığı, Osmanlı işçiliğini yansıtan mavi ve kırmızı tonlardaki süslemelerle kaplı tonozlara vurur.
Kapalıçarşı geçmiş zamana ait şimdide yaşanan bir masaldır.
“Aynacılar”, “Basmacılar”, “Fesçiler” ve “Halıcılar” gibi sokak isimleri Kapalıçarşı’daki dükkanlar konusunda fikir vermektedir. “Altuncular” bu sokaklardan biridir.
Osmanlı geleneğinde kuyumculuk padişahlar tarafından desteklenir. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman, kuyumculuğa büyük önem vermiştir. İmparatorluğun şanı, ihtişamlı mücevherlerle birlikte yürür. Şehzadeliği zamanında Trabzon’daki bir ustadan kuyumculuk eğitimi alan Süleyman, mücevher tutkusuyla bilinir.
Sultanın bu büyük tutkusu Kapalıçarşı’ya da damgasını yuracaktır. Aslında tüm sanat dallarının zirveye ulaştığı 16.yüzyılda takı ve mücevherde de başyapıtların üretildiği görülür. Elbette bu göz alıcı ürünler çarşıda sergilenmekte ve daha çok saray çevresinden alıcı bulmaktadır.

Kapalıçarşı, kapalı toplum yapısının soluklandığı bir mekandır. Şarkın gizemli erotizmi de Kapalıçarşı’da hayat bulacaktır.
Harem bahçesine, köşklerin haremlik bölümlerine kapatılan cariyelerin yolu da mutlak Kapalıçarşı’dan geçecektir.
Özellikle 16. yüzyılda, çarşının güney bölümünde bulunan Süleyman Paşa Hanı’nda insan ticareti yapılmaktadır.
Handa sadece görenleri hayrete düşürecek güzellikteki hatunlar değil, tamamen çıplak olarak sergilenen erkek köleler de alıcı beklemektedir. Büyük Rus yazarı Puşkin’in büyük büyük babasının yolu da Kapalıçarşı’dan geçmiştir. Büyük dede, bir Rus sefiri tarafından satın alınan Etiyopyalı bir köledir.
Sonuç olarak Kapalıçarşı’da yok yoktur...

*Erk Acarer - %100 İstanbul. Tarih, Mekan ve sırlar - İnkilap kitapevi yayınları.

Dört Duvar Arasında


Bir şeyler kapanıyordu bir yerlerde,
belki bir kapı, belki bir mezar -
ama çatı değildi - sanki bir yangın,
tavşanların, kuşların hızından anlıyordun,
ama çatı değildi kapanan,
üzerinde bir bayrak dalgalanan.

Ama çatı değildi kapanan;
Biraz daha ışık, diye haykırdın,
dağlarıma ve uçurumlarıma,
hepsini gövdeme
duvarlarıma kazıyacağım.

Bir şeyler kapanıyordu bir yerlerde:
Kiminin bahtı, kiminin yüreği,
kiminin kapısı ve penceresi.
Düşündün: Her şey bütün bir sonsuzluk
ve bir dakikaydı önünde ve sonunda.

Bir dakika, o senin olan bir dakika,
yani yaşaman için sana bırakmadıkları.

Özdemir İnce

16 Eylül 2010 Perşembe

Mona Roza


Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller

Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar

Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek...

Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi

Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ellerin ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmakların

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

Akşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları

Ki ben Mona Roza bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında
Ki ben Mona Roza bulurum seni

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece ve güne
Altın bilezikler o kokulu ten

Mona Roza siyah güller, ak güller
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!
Mona Roza siyah güller, ak güller

Sezai Karakoç

Aşk Mektubu VIII


Ben sevda bölüğünde kıdemli bir askerim
Hizmetim sanadır ey tacidarım
Canı bir emanet bilir taşırım.
Bir ırmak delirir geceleri
Bir yıldız kayar ötelerden
Bir bulut geçer Ay’ın önüne
Birden üşürüm
Ve seni daha çok düşünürüm
----------Kokunu en sevdiğim güle veriyorsun! ...

Hangi şekle dönüşürsen dönüş
Hangi kılığa girersen gir
Bilirim ne kadar gerçeksin, ne kadar düş
Gönlüm bir şahindir takarım peşine
Bulur seni saklandığın yerde
Tutar elinden – eteğinden
Bana getirir
----------Sen kendini kolay ele veriyorsun! ...

Sarmal bir sevdayla yaşarken aynalar derbendinde
Bir Aslıhan oluyorsun, bir Leylâ
Beni de mahkûm ediyorsun değişim sürecine
Bir Kerem oluyorum, bir Mecnûn
Dağlara, çöllere vuruyor içimdeki vâveylâ
Firar ettiğimi bilmiyor bölüğüm
Kırık gönlümde kırk düğüm
----------Adımı dile veriyorsun! ...

İçimde ebedî bir sürgünlüğü yaşarım
Hangi gezegende insem rastlarım izine
Dişlerim beyaz kirazlar gibi hep birden sızlar
Ve gülümserim dişçinin elindeki demir kerpetene
Biraz daha fazla bakabilmek için yüzüne
Bir kaya yuvarlanır boşluğa
Kimse bir anlam veremez bendeki hoşluğa
----------Sense yakıp külümü yele veriyorsun! ...

Ben sevda bölüğünde kıdemli bir askerim
Terhis olsam gidecek bir yerim yok
Yüreğimden başka silah taşımam
Bütün adresleri iptal ettim
Benim senden özge gerçek yârim yok
Bir hakkuşu öter geceleri
Aşk, mektup yazmaya zorlar beni
----------Sense yeri – göğü sele veriyorsun! ...


Bahattin Karakoç

15 Eylül 2010 Çarşamba

Günlerden Sevdalardan


1.Şiir

Nereden geliyorsun?

Sessizliğin başkentinden geliyorum
Durgun göller ülkesinden
Pınarın büyüsünden

Hışırtısından geliyorum yaylanın
Bir dağın bir ağaca söylediği şarkıdan
Ovadaki tek çiçekten

Bir tayın yelesinden geliyorum
Yeraltında koşuşan kökler arasından
Açılmamış bir kitaptan geliyorum
Yalın bir şiirin güzelliğinden

Güzellikten geliyorum, güzelliklerden
Yürekteki kuş tüyünden, balkondan
Camın buğusundan
Çarşafın ütüsünden
Tabağın beyazından
Bir ihtiyarın gülümseyişinden geliyorum
Bir annenin dalgınlığından

Kedilerin gözlerinde okunan
Tarihinden geliyorum kuyumculuğun

Karın arkasındaki maviliğe
Gökyüzüne boydan boya kazınmış
Bir mühürden geliyorum

Uzak bir yıldızdan geliyorum
Geceleri geliyorum, sabahları
Gündüzün ortasında, ikindinin içinde

Savrularak geliyorum, fırtınayla
Elinden tutup bir kasırganın, onu da getiriyorum

Ülkü Tamer
(Adam Sanat, 94)

Balık Ağzı


Bu bir kılıç balığının öyküsü
Yazılmasa da olurdu.

Ama bizi yeni sulara götürecek akıntı durdu
Uskumrunun arkasından gidiyorduk
Sürünün içinde ben de vardım
Sırtımda bir zıpkın yarası
Mutlu olmasına mutluydum
Nedense gitmiyordu kulağımdan
Bir türlü o "ağ var!" sesleri
Deniz kızı girmiş düşünceme
Ben iflah olmam
Dalyanları birbirine katmak orkinosların harcı
Dolanınca ağa çok geçmeden küserim
Bir çocuk bile çeker sandala beni
Bu kadar ağır olmasam
Beni böyle koşturan yaşama sevinci
Kanal boyunca bir o yana bir bu yana
Siz yok musunuz, siz derya kuzuları
Kestim kılıcımla karanlığını dibin
Yakamoz içinde bıraktım suları
Ah aysız gecelerde olur ne olursa
Sırtımda bir zıpkın yarası
Alın beni mor kuşaklı bir takaya götürün
İri gözlerimde keder
Kılıcımda hüzün
satın beni, satın beni
Rakı için

Halim Şefik Güzelson (1913-1990)


Teşekkür


Paylaşımlar için teşekkürler...

14 Eylül 2010 Salı

HerDemMavi


Merhaba Mavisevenler.
Uzun bir aradan sonra birarada olmanın heyecanını taşıyorum.
Bu arada beyaza da özlem had safhaya ulaştı...
Hadi eteklerimizde biriken taşları dökelim, bakalım kim daha çok toplamış...

13 Eylül 2010 Pazartesi

Kahverenkli


Bir adım geride
Durmak belki...
İki hayat arasında
Sırat gibi...
Kalbimin hikayesi...

Avuçlarına kelebek konmuş;
yüreği nasırlı...
Kim bu kadın?

Elinde elimin haritası,
Nefesinde nefesimin
Mayası...

Sevap ötesi,
Günah kraliçesi...
...
...
Adını yutkundum....
Hiç ağlamadım,
Hıçkırmadım....
....
Şimdi bu taşı;
Şehrin altına koymak, niye?

Ne güzeldi gözlerin...
Kahverengi...

Ahmet Emre Gülveren

Kadınım


Beni terketmediğin geçmiş zamanlarda
Bahardan arta kalan kokunun peşinde
Dört duvarın içinde
Delikanlılığıma sövüyorum...

İçimde ne kadar yangın birikmişse
Sana söyleyemeden küllenmişse söylenmek istenenler...
Ben hangi şişenin ardında sabahlasam
Mavi bir saydamlıkla aynada yüzümü yansıtsam...
Kim vurduya gider aşkın çilesi...

Ben seni sevdim içim yandı...

Bütün dilekleri bir asma kilidin ardına saklayıp
Denize sıfır bir yanlızlıkta
Rüzgarla uğultunu beklerken;
Tanığı ve sanığı meçhul bir cinayetin inadına
Firari iken;
Söyle şimdi hangi gemiler hangi şehirleri taşır...
Sorulacak nedenler artık hep yarım kalır...

Sevdiceğim bu ayrılıktan da beter...
Kalem biter söz kalır...

Yüzünü bir kez daha görebildiğim yerde
kalbimin tamamı kalır...

'Kendine iyi bak' demekle bitmez ardından bakmalar;
Bilirim bu aşk lanetidir şairin;
Hiç bir karaktere sığmayan...

Şimdi dön desem özleyen yine ben olurum..
Sen kal olduğun yerde...
Sen olmasan da
Ben sana yine aşık olurum...

Seni beklediğim bu yerde....

AHMET EMRE GÜLVEREN

10 Eylül 2010 Cuma

Atsız Karıncada Ölümü Aşkın


kedi kuşu avlayacak diyorum kadına
söyle kuşa çıldırtmasın kediyi
ne kadar çok telek var yüzünde. ve kelebek
dolaşıyor adımlarında. bir yün yumağı oluyor gün

söyleyecek film kalmadı kedi. ben artık ölüyorum
arkamdan kapanan kapıların adreslerini sana bırakıyorum
kimse gitmek istemiyorsa kendinden başka bir yere
kadının ve kuşun elinden tutup ölüyorum

kadın hafifmeşrep hayallerinin atsızkarıncasında
kuş opera meydanında vuruyor kendini tarifsiz bir aşkla
akşamgazetesi satan adam ağlıyor
gözlerinden bulvar akıyor

yaşanamayan aşk geçmişin çürük ağacıdır


Bayram Balcı

Aşk ve Katil


uzaklık avutur
ve sessizlik başlar acıtmaya

ihanet, ayrılığa borçlanmaktır
bilinmez, kimden akar en çok kan orda

her aşk bir gün, kendi katilini bulur
silah çeker biri, öteki ortak olur suça

mecalim yok yeni cinayetlere, körelmiş maharetim
bir kurbanım var ki, öldüm ölesi bende yaşar

şifrelerimi çözdüm, buydu son ustalığım
gönlüm dehlizinde beni boş yere arar

bütün yalanlarımı buruşturdu vicdanım
benden eksilen hakikat, fazlaymış artık hayata

tek mülküm kaderimdi, vedalaştım
unutulur emanette zaten, ruhum da

görgü tanıkları, posta güvercinleri, akbabalar
aşk çekişen biri var olay yerinde, belki o aklar

kundakladım gövdemi, enkazdan ibaretti o da
parola sordu birbirine dağılmış parçalarım

yüzüme sürmek için sakil gözler aradım
iyice sürttüm çehremi toprağa,

rengim atsın, aşınsın harflerim
bir parem düşman olsun kırkına

ücramla çarpıştım yetmedi
omuzbaşımla barıştım dinmedi

kapattım sesimi, ışığımı söndürdüm
yaktım, benden kalan ne varsa

küllerimi bulduğum bu kuytu köşede
bu hava kabarcığı altında

gördüm:
beni uzaklık avutmuş
sessizlik acıtmış seni...

Akif Kurtuluş
(Hayvan, Temmuz 2003)