24 Ekim 2010 Pazar

Senede Bir Gün


Gönlümde açmadan solan bir gülsün
Her zaman gamlıyım her zaman üzgün
Beklerim yolunu aylar boyunca
Yeter ki gel bana, senede bir gün
Senede bir gün

Ağarsın saçlarım solsun yanağım
Adını anmaktan yansın dudağım
Bu aşka canımı adayacağım
Yeter ki gel bana, senede bir gün
Senede bir gün

Söz: Sadık Şendil
Müzik: Şekip Ayhan Özışık

Ferhat Göçer-Nesrin Sipahi

Gelincik


Varoşların aşıkları gerçek olur çıkarsız
Bende seni öyle sevdim gözüm gibi yalansız
İş ararken kahvelerde inanan gözlerin vardı
Aş pişmeyen ocaklarda, aç doyuran umut vardı
Yağmur çamur varoşlarda sımsıcak yürekler vardı
Yalın ayak çocuklar da tertemiz gelecek vardı

Söyle birbirimizi nasıl sevdik
Saçları sırma gelincik
Gözleri sürme gelincik
Suçumuz neydi bizim

Sevdik birbirimizi deli sevdik
Saçları sırma gelincik
Gözleri sürme gelincik
Suçumuz neydi bizim

Varoşların sevdaları gerçek olur çıkarsız
Ben de seni öyle sevdim gözüm gibi yalansız
Gözlerinde bir ümitti yanıyordu güneş gibi
Yoksulluğun pençesinde arıyordu gözlerini
Yağmur çamur varoşlarda sımsıcak yürekler vardı
O dalgalı saçlarında gül kokan rüzgar vardı


Şimdi sarılıp o geçmişe ağlar
Ağlar açılmaz yüreğim
Gözleri sürme gelincik
Suçumuz neydi bizim

Sevdik birbirimizi deli sevdik
Gözleri sürme gelincik
Saçları sırma gelincik
Suçumuz neydi bizim

Sevdik birbirimizi deli sevdik
Saçları sırma gelincik
Gözleri sürme gelincik
Suçumuz neydi bizim

*** Şiir ***

Sen yüreğimin çayırlarında
Her mevsim umudu müjdeledin bana
Sen benim ellerinden tutabildiğim
Yanağını okşaya bildiğim
Sarılıp ağlayabildiğim
Sevgilim, dostum, sırdaşım, biricik sevdam

Ayrılık unutanlara mahsus
Ben seni unutamadım ki
Ben senden ayrılamadım ki
Yıllar, yıllar neleri götürdü özümden
Neleri unuttu yüreğim
Sele mi kapıldın yoksa İstanbul yamacında
Söyle suçumuz neydi bizim?..

Ayna
Erhan Güleryüz

**Suçumuz neydi bizim?**

23 Ekim 2010 Cumartesi

Yakışır Sana


Sen ne giyersen yakışır sana,
Ne giymezsen, o da yakışır.
Sen ne söylersen yakışır sana,
Ne susarsan, o da yakışır.

Gelişin yok mu, ilkbahara rüzgarında.
Gelişin yok mu beyaz bulutlarla.
Gelişin yok mu, Fenerbahçe Parkı'nda
Gelişin yok mu, o da bir merhem
Seneler geçse de, yakışır sana,
Yüzündeki çizgiler yakışır.
Seneler geçse de, yakışır sana,
Saçındaki aklar yakışır.

Sen ne sürersen yakışır sana;
Ne sürmezsen, o da yakışır.
Sen ne seversen yakışır sana;
Ne sevmezsen, hepsi yakışır

Gelişin yok mu, karlar yağarken.
Gelişin yok mu, kirpiğinde güneşler.
Gelişin yok mu, gideceğini bile bile
Gelişin yok mu, en az gidişin kadar korkutucu.

Seneler geçse de yakışır sana;
Yüzündeki çizgiler yakışır.
Seneler geçse de yakışır sana;
Saçındaki aklar yakışır.

Sen beni unutursan yakışır sana
Unutmazsan o da yakışır...

Ayna
Erhan Güleryüz
*Yakışır*

22 Ekim 2010 Cuma

Musiki


Boynundan koparıp hiddetli elin,
Mermerler üstüne attığı inci,
Sonra birden coşar sesi her telin,
Ruha damla damla akan sevinci.

Öpmeler, sarmalar, baygın nefesler,
Her kalbe çılgınlık veren hevesler,
En fazla gönülde bir mevsim sürer,
Hep bunlar bir rüya gibi geçici.

İçimde daima bir eski bahçe,
Tarhları dağıtmış rüzgârlar gece.
Musiki savrulmuş bir güldür bence,
Her nağme havada bir gül tüveyci.

AHMET KUTSİ TECER

20 Ekim 2010 Çarşamba

Mavi Işık


damlalar
mavi ışık
ıslandım mavi, karanlıkta

ıslandım yalnız
yalnız bir damlanın,
bana bakışında

damlalar
ısındım ateşinde
sensiz, ıssız ve yalnız

kavuşmak
kavuşmak var mı rüyalarda
bir rüyasın sen
belkide rüyamdaki serap

ışığına hasretim
o mavi ışığına
mavi duman
yalancı rüya
sadece dumanlardan olan
yalancı hayal
sen
kalbime giren
ıssız ve sessiz

Yusuf Bal

İstanbul



Salkım salkım tan yelleri estiğinde
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul
Binbir direkli Haliç'inde akşam
Adalarında bahar
Süleymaniye’nde güneş
Hey sen güzelsin kavgamızın şehri

Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Bakışlarımda akşam karanlığın
Kulaklarımda sesin İstanbul

Ve uzaklardan
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul

Plajlarında karaborsacılar
Yağlı gövdelerini kuma sermiştir.
Kürtajlı genç kızlar cilve yapar karşılarında
Balıkpazarında depoya kaçırılan fasulyanın
Meyvesini birlikte devşirirler
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul

Et tereyağı şeker
Padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde
Yumurta masalıyla büyütülür çocukların
Hürriyet yok
Ekmek yok
Hak yok
Kolların ardından bağlandı
Kesildi yolbaşların
Haramilerin gayrısına yaşamak yok

Almış dizginleri eline
Bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası
Onların kemik yalayan dostları
Onların sazı cazı villası doktoru dişçisi
Ve sen esnaf sen söyle sen memur sen entellektüel
Ve sen
Ve sen haktan bahseden Ortaköy’ün Cibali’nin işçisi
Seni öldürürler
Seni sürerler
Buhranlar senin sırtından geçiştirilir
İpek şiltelerin ıstakozların
ve ahmak selameti için
Hakkında idam hükümleri verilir

Haktan bahseden namuslu insanları
Yağmurlu bir mart akşamı topladılar
Karanlık mahzenlerinde şehrin
Cellâtlara gün doğdu
Kardeşlerin acısıyla yanan bir çift gözün vardır
Bir kalem yazın vardır
Dudaklarını yakan bir çift sözün vardır
Söylenmez

Haramiler kesmiş sokak başlarını
Polisin kırbacı celladın ipi spikerin çenesi baskı makinesi
Haramilerin elinde
Ve mahzenlerinde insanlar bekler
Gönüllerinde kavga gönüllerinde zafer
Bebeklerin hasreti içlerinde gömülü
Can yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde

Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bulutların ardında damla damla sesler
Gülen çehreleri ve cesaretleriyle
Arkadaşlar çıktı karşıma
Dindi şakalarımın ağrısı

Bir kadın yoldaş tanırdım
Bir kardeş karısı
Hasta ciğerlerini taşıdığı çelimsiz kemikli omuzları
Ve hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdi
Cellatlara emir verildiği gün haramilerin sarayında
Gebeliğin dokuzuncu ayında
Aç kurtların varoşlara saldırdığı
Tipili bir gece yarısı
Sırtında çok uzak bir köyden indirdi
Otuzbeş kiloluk sırrımızı
Zafer kanlı zafer kıpkırmızı

Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bekle bizi
Büyük ve sakin Süleymaniye’nle bekle
Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla
Mavi denizlerine yaslanmış
Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
Ve bir kuruşa Yenihayat satan
Tophane'nin karanlık sokaklarında
Koyunkoyuna yatan
Kirli çocuklarınla bekle bizi
Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
Bekle dinamiti tarihin
Bekle yumruklarımız
Haramilerin saltanatını yıksın
Bekle o günler gelsin İstanbul bekle
Sen bize layıksın...

Vedat Türkali

Onur Akın


Edip Akbayram

19 Ekim 2010 Salı

Teşekkür


Paylaşımlar için gönül dolusu teşekkürler...

HerDemMavi


Mavi sevgi
mavi huzur
mavi mutluluktur...
Mavi düşler yeşertir umutları
mavi derinlikler yüceltir
mavi gökyüzü kanatlandırır insanı.
Mavi hayattır ve hayat masmavidir...

18 Ekim 2010 Pazartesi

Umarsız Aşka Gazel


Gelmek istemiyor gece
Ne sen gelebiliyorsun o yüzden
Ne de ben gidebiliyorum.
Ama ben gideceğim.
Akrepten bir güneş şakağımı yese de.
Ama sen geleceksin.
Dilin tuzlu yağmurlarca yakılmış.

Gelmek istemiyor gün.
Ne sen gelebiliyorsun o yüzden.
Ne de ben gidebiliyorum.
Ama ben gideceğim.
Kurbağalara atarak ağzımda çiğnediğim karanfili.
Ama sen geleceksin.
Çamurlu lağımından karanlığın.

Gelmek istemiyor.
Ne gün,
Ne gece.
Ölebiliriz o yüzden.
Ben senin uğruna.
Sen de benim...

Garcia Lorca

16 Ekim 2010 Cumartesi

Gitmek mi Yitmektir, Kalmak mı?


Gitmek mi yitmektir kalmak mı artık bilmiyorum
Yerini yadırgayan eşyalar gibiydim ya ben hep
Ve inançlı, gitmenin bir şeyi değiştirmediğine.
Bilemem, belki bu yüzden
Ben sana yanlış bir yerden edilmiş
Bir büyük yemin gibiydim.
Beni hep aynı yerimden yaralayan o eve
Yine de döneyim döneyim istedim.
Ah benim sesimle
Söylesem de, inanmazlar
Benzemiyor çünkü bir dile.
Döndüğüm, döndüğüm ama döndüğüm
Döndüğüm bu sema sensin döndüğüm.
Sen benim kara ömrüme vuran
Suyumu harelendiren sevincimdin.

Onu sevebileceğinin en yücesiyle sevdin.
Titreme daha fazla kalbim.
Bağışla kendini artık, onu da
Bırak gitsin, bırak gitsin
O senin en ezel gününden kaderin
Sen onu nasılsa bin kere daha
Seveceksin.

Birhan Keskin

İz


Acıyla geçtiğim yoldan geçiyorsun
izlerime rastlıyorsun, bıraktıklarıma,
orada o yolda çekmiştim ruhumu patlatan fitili
benden savrulan parçalar kurusa da,
izleri var hâlâ yolun kenarında.

İzini sür yolun, acının ormanı büyütür insanı
vakit geniştir, ufuk sandığından daha yakın
acıyla geçtiğim yoldan geçiyorsun,
ustası olacaksın içine gerdiğin tellerin
hangi sızıyla titrer içinde, hangi sesle
büyük bir aşk, hangi sesle ölür, bileceksin.

Ne zamandı bilmiyorum. yaşadıklarından sana
kalan tortu, seni olduğun yere çakan, olduğun
yerde fırtına koparan korku. Kendi sarmalında
döndün, döndün, sanma ki daha dönmeyeceksin
kalsan da bir yer için, aslında hep gidiyorsun.

Şimdi, acının ormanından geçiyorsun
her şey bir daha kanasa da
ne geçtiğin yola ne sana dokunabilirim ben
geç meleğim, senin de şarkıların olsun
içindeki telleri titreten.

Birhan Keskin

15 Ekim 2010 Cuma

Sevgilim


Ey sevgilim, nerelerde dolaşıyorsun böyle?
Geliyor seni candan seven aşığın dur onu dinle.
Elemi de, neşeyi de beste yapmış diline.
Uzaklaşma şirin yarim.
Yolculuklar, aşıkların buluşmasıyla nihayetlenir.
Her tanrı kulu bunu bilir.

Aşk nedir? Ahret demek değildir her halde.
Çınlamalıdır neşesi bu anın gene bu anın kahkahalarıyla
Çünkü ne olacağı yarının meçhulümüzdür hâlâ,
Boş yere vakit geçirmekten artık yoktur bir salah;
Öyle ise gel öp beni, genç ve tatlı sevgilim,
Ömrü pek azdır gençliğin...

SHAKESPEARE

14 Ekim 2010 Perşembe

Sevenler Ağlarmış



Bir yarim olsun isterdim, gözleri yeşil
Bir yarim olsun isterdim, gül yüzü gülen
Onu çok sevmek isterdim, delice sevmek
Peşinden koşup koşup, sonunda almak

Ben sevmek, sevmek isterdim
Nerden bilirdim, sevenler ağlarmış

Bir yarim oldu sonunda, gözleri yeşil
Bir yarim oldu sonunda, gül yüzü gülen
Onu çok sevdim sonunda, delice sevdim
Fakat bu aşkın sonunu, ben hiç bilmezdim

Ben sevmek, sevmek isterdim
Nerden bilirdim, sevenler ağlarmış

Üç Hürel

Sevenler Ağlarmış

13 Ekim 2010 Çarşamba

Ben Böyleyim


Üzgünüm, acı sözlerim için
Üzgünüm, seni kırdığım için
Haklısın bana darılsan bile
Beni terketsen bile
Ne yapayım ben böyleyim.

Üzgünüm, bütün olanlar için
Üzgünüm, mutlu yıllarım için
Aşkımız şüphesiz olmalıydı
Lekesiz olmalıydı
Affedemem ben böyleyim.

İster vur ister okşa
İster tut ister yolla
İster sev ister zorla
Ben böyleyim...

Söz: Ümit Aksu
Müzik: Armando Manzanero

Cem Adrian
Funda Arar
Candan Erçetin
Ayten Alpman

Leyla ile Mecnun -I-


İnsanlık tarihinin hafızasında zamanımıza taşıdığı en büyük aşklardan biri Leyla ile Mecnun’un aşkıdır. Dünyanın büyük bir bölümüne yayılmış İslam ülkelerinde yüzyıllardır bu dünyaya gelip giden tüm kuşaklar, ki bunların çoğu hiç okul yüzü görmemiş olsalar da, Leyla ve Mecnun’un aşkını bildiler. Belki hikayeyi bilemediler, ama hayal ettikleri aşkın, Leyla Mecnun aşkına benzemesini istediler. Hayalini kurdukları en büyük aşk neyse, işte oydu Leyla ile Mecnun'un aşkı.

Yalnızca İslam edebiyatlarında en bilinen aşk mesnevîlerinin konusu olmanın dışında Leyla ile mecnunun hikayesi, Türk halk edebiyatında da oldukça yaygındır. Kahramanlarının gerçek kişilikler olduğu sanılmaktadır. Bir rivayete göre Mecnûn, Arap şâiri Kays b. Mülevvaha Âmirî'nin lakabıdır. Bu hikaye de onun şiirlerinin yorumundan doğmuştur. Emevî ailesinden olup amcasının kızını seven bir genç olduğunu söyleyenler de vardır. Leylâ'nın gerçek adı ise Leylâ binti Meh-dî b. Sa'di'l-Âmirî'dir.
Necit çöllerinde yaşayan Ben-i Amr kabilesinde, dünyaya gelen Leyla ve Mecnun çocukluklarında birlikte okula giderken birbirine âşık olurlar. Nizami Leyla’nın güzelliğini şöyle tasvir eder;
“Sıhhatli mükemmel güzel bir kız. Akıl gibi iyi şöhrete sahip. Zarif bir bebek kadar güzel, ay gibi bir kız. Yüksek servi gibi herkesin bakışını kendine çeken bir dilber.
0 kadar cilveli ki ufak bir yan bakışla bir değil bin sine yarar. Bir ahu gözlü ki her zaman bir cilvesiyle bir cihanı öldürür. Göründüğü zaman Arabistan ay'ı gönül kapmakta Acem Türkü. Zülfü gece, yanağı meşale. Yahut karga pençesinde bir meşale. Ağzı küçük, fakat mertebesi büyük. Geniş bir lezzeti dar bir mahfazaya sığdırmış bir şeker kutusu.
Tatlı tatlı konuştuğu zaman dişleri arasında şeker kırıyor zannedersin. O ordular kıran dilber, elbette şeker kırar. Arkadaşları arasında bir muska ve en güzellerin ağuşuna lâyık. Hayat evinin hanımı, gençlik kasidesinin şah beyti, alnından inciler gibi damlıyan ter damlaları onun zenh bendi- ve zülfünün halkası da amberini idi.
Yanağının allığı sütle beslenen kandandı. Anadan doğma sürmeliydi. Zülfünün siyah teline ve onun bir düğümü gibi duran benine, güzelliğinin incileri dizilmişti. Her gönülde onun aşkı vardı. Saçı gece (leyl) , adı da (Leylâ) idi. Kays ondaki cazibeye gönül verdi ve gönül mihri (nikâh) ile onu satın aldı. O da Kays'ın sevdasına
düştü ve her ikisinin göğsünde sevgi fidanı yetişti. Aşk geldi ve birbirine çok uygun olan bu iki gence ilk aşk kadehini sundu. İlk sarhoşluk, ilk şarap çok zordur. Hiç sevdayı tatmamış bir gönülün ilk düşkünlüğü çok zordur. Sevgi gülünü kokladıktan sonra artık birbirinden ayrılmadılar. Bu (Kays) , canını onun güzelliğine vermiş, sevdiğinin gönlünü almış, fakat canını (ki sevdiğidir) elde edememiş.
O (Leylâ) , bunun (Mecnunun) yanağına göz koymuş ona gönül vermiş fakat onun gönlünün muradını vermemiş. Durum böyle olunca da aşk gerçekleşti.

Nizami anlatıyor;
Bunlardan birisinin bir yeri incinse ikisi birden feryat ederdi. Aşk gelince kayıtsızlık kılıcını çekip evi(başka sevgilerden) boşaltır. Aşk, onlara gam verip gönüllerini aldı. Artık gönül verince kararları da kalmadı. Aralarındaki bu sevişme dedikoduyu mucib oldu. Her tarafta Kays'a arsız ve terbiyesiz dediler. Her mahallede Leylâ, artık sırrı dillere düşmüş bir kız haline geldi. Bu muhakkak olan sevgi (muhkem ayet) herkesin ağzında başka bir hikâye şeklinde tefsir edilmiye başladı. Bu sırrı meydana vermemek için kendilerini çok tuttular. Fakat göbek misk’inin kokusu gizlenebilir mi?

Bu aşktan haberdar olan bir dost, bir gün bu aşkın güzelliği üzerinden duvağı kaldırdı.
Bu çıplak aşkı örtmek için çalıştılar, sabrettiler.
Aşkta sabrın ne faydası vardır. Güneş balçıkla sıvanmaz ki! Bin gamze ile insanı aldatan (gamz eden) bir göz karşısında o sır nasıl perde içinde gizli kalabilir. Bin halkalı zincire benzeyen o zülüf karşısında insan deli olmaktan başka ne tedbir kullanabilir. Böyle dillere düştükten sonra biraz akıllanır gibi oldular. Birbirlerine kaçamak nazarlarla bakmaya başladılar.
Kays'ın hali perişandı, aşkın çemberi içine düşmüş, bir yerlerde duramıyordu. Leylâ ile bir arada idi. Lâkin yine sabredemiyordu. Bir anda gönlü elden gitmişti. Hem kırba delinmiş, hem eşek yuvarlanmıştı. Onun gibi aşka düşmemiş olanlar kendisine 'Mecnun' lâkabını verdiler. O da zavallı haliyle bu lâkabı tasdik ediyordu. Çok kınadılar, Mecnun'dan yeni ay'ı (Leylâ'yı) gizlediler. Köpekler gibi hırlıyan ahu yavrusunu (Mecnun) taze çayıra (Leylâ) yaklaşmaktan menettiler.

Nizami

12 Ekim 2010 Salı

Seval'ce


"Gökyüzü herkesindir!" dediğinden beri şair, ben tuttum aldım payıma düşeni. Sonsuz mavisini hediye bildim, bulduğum her yerde sevindim. Bulutların en beyazları oyun arkadaşım oldu, onlarla çok eğlendim. Bugün bile yağmur yüklü grileriyle nerede görsem dertleşirim...

Ayın her şekli bir başka büyüler beni. Gecenin karanlığı gizledi, utanıp kızarmalarımı yabancı gözlerden.

Gözüme ilişmeye görsün yıldızlar, döküveririm oracıkta içimdekileri, hem de ışık hızından bin kere daha süratli... Küçüklüğümden beri böyle alışmışım, sorun isterseniz, her biri tek tek, milyon tane sırdaşım...

Güneşi uzaktan sevmeyi tercih ettiğim için gayet sakin geçti birlikteliğimiz. Sicaklığın da fazlası zarardı, ben hiç üstüne gitmedim.

Yağmuru çok sevdiğimi söylemiş miydim? Babamı hatırlattığını bana, ve de kutsal bereketi... O yağar ben şükrederim.

Gençler bilmez belki, "Su gibi aziz ol!" derdi eskiden büyükler, ben de lafın gelişi sanırdım. Yaşlandıkça anladım suyun hayat olduğunu ve değerini. Bitkilerin, arıların, kuşların, kelebekler ile sincapların... Öğünmek gibi olmasın, her biri çoktandır uzaktan akrabalarım...

Akarsuların bendine sığmayan çamurlu ve hırçın coşkusu her seferinde korkuttu beni doğrusu. Ama belli etmedim elbet... Yani, olsa olsa seviyeli bir mantık ilişkisiydi aramızdaki muhabbet... Sanıyorum onlar benden bihaberdiler, bendeki de sadece minnet!

Bilmem hiç bahsetmiş miydim, yüce dağlara hayranlığımdan, her karşılaştığımızda göğsümü daraltan heyecan dolu korkudan... Yahut denize duyduğum aşktan?

"Işte Yaradanın muhteşem gücünün zerresi!" derim kendime o zaman "Ve sen zavallı insan! Bir kum tanesi bile değilsin evrende aslında... Ya utan yaptıklarından ve durul, ya da boş yere kalabalik etme de kaybol!"

Yok canım, bahsetmemişimdir herhalde. Hem demezler mi, "Görmek isteyene kapının önündedir keramet!" benimki öylesine kendi kendime gevezelikten ibaret... :)

Seval

Teşekkür


Adamızda mavinin altında buluşan katılımcılara gönülden teşekkürler...