19 Mayıs 2009 Salı

Küçüğüm


Bugün güneş doğmayacak
Bugün sen çok öleceksin
Biraz düşlerine eğil
Orda birşey bulacaksın
Bugün unut mavileri
Çiçeğe su verme unut
Biraz daha sen olursun
Kalbindeki rengi büyüt
Her aşk kendi içinde yaşar
Çaldığın kapı kapanır sonunda
İçinde bir sen bulursun
Büyümüş anlamış yorgun
Ah aman aman küçüğüm
Bu yol sana gidiyor
Senin küçük baharında
Unuttuğun birşey var
Gelir geçer sokaklardan
Sokaklara girer çıkar
Mavi penceresinde gün
Telaşlı rengarenk kuşlar
Kanallarında birgün
Düşlerine konar kalkar

Ezginin Günlüğü
Yavuz Bingöl
http://www.filmbizde.com/izle/14091/yavuz-bingol/ezginin-gunlugu-kucugum-yavuz-bingol

B A Y R A M


Samsun'un "Gazi Günü" ya da 19 Mayıs Bayramı

1 Haziran 1935 günü kabul edilen 2739 sayılı yasa ile ulusal bayramlar ve genel tatiller belli oldu. Bunlar arasında 19 Mayıs Atatürk’ün Samsun’a ayak bastığı gün yoktu. 1938 yılına kadar 19 Mayıs, Samsun’da, Gazi’nin Samsun’a gelişi dolayısıyla yerel olarak ‘Gazi Günü’ etkinliğiyle kutlandı.

Öte yandan her yıl Mayıs ayının üçüncü haftası geleneksel olarak ‘Jimnastik Şenliği’ (Mektepliler Bayramı, İdman Bayramı) adı altında etkinliklere sahne oluyordu. Bu etkinliklerin geçmişi ise 12 Mayıs 1916’da Erkek Öğretmen Okulları öğrencilerinin öğretmenlerinden Selim Sırrı Tarcan gözetiminde Kadıköy / İttihatspor çayırında (bugünkü Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yer) yaptığı Beden Eğitimi Gösterisi’ne dayanıyordu. Öğretmen okulu öğrencilerinin geleneksel olarak yaptıkları bu gösteri daha sonra 1927 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın üstlenmesi ile Türkiye’ye yayıldı.

20 Haziran 1938 tarihinde 3455 sayılı yasa ile "Gençlik ve Spor Bayramı" olarak kutlanan bu ulusal bayramın adı 17 Mart 1981’de 2429 sayılı yasa değişikliği ile "Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı" olarak değiştirilmiştir.

1926’ya kadar yasalarla kabul edilen dört millî bayramımız, niteliği itibariyle 19 Mayıs’tan farklı görünmektedir. 19 Mayıs 1919’da Osmanlı Hükümeti’nin sıradan sayılabilecek icraatlarından biri gerçekleşmişti. Bu olay, o anda ülke gündeminin ilk sırasında yer almıyordu. Hemen herkes, hükümet, basın, halk İzmir’in işgali hadisesiyle meşguldü. Paris Barış Konferansı ve Osmanlı Barışı gündemden hiç düşmemişti ve hâlâ sıcaklığını muhafaza ediyordu. Böyle bir ortamda Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gelişi o kadar dikkati çekmemiş, basın bile bu olaydan çok fazla sözetmemişti. Anlaşılacağı üzere 19 Mayıs, bir sonuç değil, bir başlangıçtı. Sonuçları itibariyle önemli bir gündü. Eğer sonuçları bu derecede büyük olmasaydı, hiç şüphesiz unutulup gidecek, belki bundan hiç bahsedilmeyecekti.

Senden Daha Güzel


Kimseyi görmedim ben
Senden daha güzel
Kimseyi tanımadım ben
Senden daha özel
Kimselere de bakmadım
Aklımdan geçer
Kimseyi tanımadım ben
Senden daha güzel

Sana nerden rastladım
Oldum derbeder
Kendimi sana sakladım
Senden daha güzel
Kimseleri de takmadım
Ölsem değişmem
Kimseyi tanımadım ben
Senden daha güzel

Duman

http://www.izlesene.com/video/muzik-duman-senden-daha-guzelyeni-album/804680

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Sevgili-m Günlük

Merhaba günlüğüm, veya haftalığım yahut aylığım, yani canım istedikçe yazdığım yıllığım...
Hava sıcak, dükkanda -dur bi sayayım 56 dan sonrasını karıştırdım- bi dünya spot yanıyor ki onlarda hem sıcak hem ışıldak, gözümün bebeğinden içeri girecem diye zorlayıp duruyorlar... Şimdi gözlerimi korumak için güneş gözlüğü taksam, takamam, zaten gözümde gözlük var, gözlerim asortik, birisi miyop diğeri astigmat üstelik ikisi de kahverenkli...
Tabi güneş gözlüğü kullanamayınca -zaten gece güneş gözlüğü taksam muhtemelen gülerler- Şapka takıyorum, şapkanın siperini indirince hain sarı ışıklar gözlerime dalış yapamıyor, ben de rahat ediyorum-dum.
Amma gelin görün ki havalar ısındı ve benim şapkam hem siyah hem kışlık.
Az önce sıcaktan iyice bunalınca aldım elime makası, şapkama tam altı tane delik açarak kafamı ödüllendirdim.
Amma muzip bir bayanın gelip "bu ne ayol" diyerek gülmesi üzerine, "ne var ne güzel hava deliği işte" dedim. Fakat güzel mi güzel bayanı ikna edemedim, kaptı makası şapkanın tepesini kesip atıverdi...
Ayıptır söylemesi (o yüzden söylemiyorum, laf aramızda ha) benim saçlar bembeyaz, gümüş rengi desem daha doğru...
Siyah kep beyaz saç, oldum mu gıcık beşiktaş...
Kesilen şapkayla da bir kış boyu başımın üstünde taşımanın getirdiği duygusal bir yakınlaşma vardı aramızda...
(Bu güzel kızların tümü mü gaddar oluyorlar bilemiyorum...)
Gözyaşlarım arasında şapkamın kalan kısmını çöp kutusuna defnettiler...
Gözyaşlarımın durmaması üzerine dayanamayıp bana bej renkli eski yunan askerlerinin şapkalarına benzeyen bir kep alıp gelmişler...
Fermuarlı, alengirli bişi, tepesi çıkabiliyor, hoşuma gitti ama belli etmedim beğendiğimi...
Şimdi bu kaldı, benimdir artık hayırlı olsun bana...
Bir de kestiğinin aynısından aldırırsam işlem tamamdır...
Saat 23.30 oldu birazdan kapatırız artık...
Hadi sevgili günlük, arkası sonra...

Durulmalı


Issız sokaklarında
Yürürken bir şehir
Ne kadar tanıdıksa
O kadar boş gelir

Gördüğüm bütün yüzler
Birbirine benzer
Gün geçer yaraları
Silerse zaman siler

Issız sokaklarında
Yürürken bir şehir
Ne kadar tanıdıksa
O kadar dar gelir

Bu şehirde daha durmak
Sanki akla zarar
Gün geçer yaraları
Sararsa zaman sarar

Güneş olmalı
Sıcak hep sıcak
Çiçek olmalı
Solmayan onu bulmalı
Yağmur olmalı
Sakince ince yağmalı
Durulmalı, durulmalı, durulmalı


Söz: Müfide İnselel - Elif Çıraklar
Müzik: Müfide İnselel

17 Mayıs 2009 Pazar

Aşka Sabah Serenadı


Seni, yatağında yakalamalıyım bir sabah erkenden
Yüzün saçlarınla saklı olmalı
Duymazsan adımlarımın sesini
Nefesim uyandırsın seni
Ya da
Omuzbaşına indirdiğim bir öpücükle uyandığında
Usulca açtığın gözlerin şaşırmalı gözlerimde
Ve o kısık
Özlem kokan sesinle
Hoş geldin demelisin

Ellerin beş kez uzansın boynumu avuçlamaya
Her defasında, beklemek yılgınlığıyla
Küskün çekilsin geriye
Dudakların da, gelen her güzel sözcüğü tutsak etsin isterse
Yeter ki bak gözlerime
Bak güneş gibi
Bakarsan sana denizimden kucaklayıp getirdiğim mavilerden veririm
Bakarsan avuçlarında yıldız kuşu olur, yanıbaşında sevinçli insanlar
Sonra martı gülüşleri
Bir de her sabah yeniden yaratılan
Bir yaşamın penceresi

Ardından haydi derim, ürkekliğine aldırmadan
Haydi gidelim seninle düşlerime
Boş bir film şeridinden düşeriz, belki
Bir tek ikimizin bildiği baharına
Sen, nazlı bir bebeksin ya
Alıp kucağıma anadenize götürürdüm avutmak için
Ama tam mavilerden geçerken
Yani denizden yani gökyüzünden gözlerinden yani
Yeniden yaratırken yaşamı işte
Sakın susma, ansızın gülümse olur mu?
Alnından bulutlar kalkıp gitsin böylece

Seni, yatağında yakalamalıyım bir sabah erkenden
Yüzün saçlarınla saklı olmalı.
Sen açık unutmuşsun da kapını
Duymamışsın gelişimi
Girip, saçlarında saklı yüzünü bin kez daha çizmeliyim beynime
Alnıma koymalıyım kirpiklerinin öldüren yanını
Ama sen uyandığında herşeyden habersiz
Dudaklarında bir bahar bulmalısın, kulaklarında martı sesleri
Ve avuçlarında,
Yeniden yaratılmış bir yaşamın penceresini

Zübeyir Kındıra

Vee


Bahçelere geldi bahar
Yeşil halı serdi bahar
Gel dedim gelmedi yar

Beni yada salsana yar
Şu halimi sorsana yar
A ceylan sevdiğim
Mehriban sevdiğim
Sırrımı bilmedin
Bilmedin yar

Bahçelerde güllü çiçek
Güllü çimen güllü çiçek
Gül dedim gülmedin yar

Beni yada salsana yar
Şu halimi sorsana yar
A ceylan sevdiğim
Mehriban sevdiğim
Sırrımı bilmedin
Bilmedin yar

Şirin şirin sözle beni
Özüm dedim özle beni
Gözledim gelmedin yar

Beni yada salsana yar
Şu halimi sorsana yar
A ceylan sevdiğim
Mehriban sevdiğim
Sırrımı bilmedin
Bilmedin yar

İhsan Tafralı
Kars yöresi

mavi gözler


Kelebek gözünden dünya...

Aşktır din aşktır iman...


Bu şerbetten içen sarhoş
Ebedi sermestane kalır
Aşk derdine düşen bir can
Gece gündüz zaru fiğan
Bütün derde olan derman
Aşktır din aşktır iman.

Yaşam Meleği


Martılar denizin üzerinde çığlık çığlığaydı. Denizin kıyısındaki kadın, hayatın uçurumunda. Yandaki gazinodan gelen şarkılar feleğini şaşırmıştı zaten. "Onu benden siz aldınız, İstanbul sokakları." Duyulacak biçimde bağırdım kadına, "Ne yapıyorsunuz?" Kadın gözyaşlarını denize dökmekle meşguldü o sıra, birazdan kendini denizin ortasına bırakacaktı belki. Ben arabadan inip, yanına koştum ve hırkasından tuttum. "Size ne?" dedi, "Bu benim intiharım..." Ellerimle sımsıkı yapışıp, silkeledim kadını. "Kendinize gelin" diye haykırdığımda, kadın denizin kenarından çekilmişti. Gecenin ışıkları titriyordu sularda, kadın karşımda titriyordu. Baktığını görmeyen bakışlarına karşılık, onda bir anlam aradım. Mağrur yüzünde, yenik bir yüreğin izleri duruyordu sanki. Onun hikayesini öğrenme isteği duydum birden, "Buyrun oturun" dedim, yandaki bankı işaret ettim. Varamadığı yolların yorgunu olduğu besbelliydi. Birden uysal bir kedi gibi bankın üzerine oturdu. Durumu izleyen birkaç kişi, ürkek bir hayranlıkla bakıyordu bana. Oralı olmadım, gittiler. Bir sigara yaktım, kadına uzattım. Ölümle arasındaki yakın ilişkinin iplerini koparmıştım ya, bir sigara da kendime yaktım. Sarayburnu çocukluğumun da intihar ocağıydı. Yaşamayı reddedenlerin sırat köprüsüydü burası. Hep duyardım, martılar en çok burada ağlardı. Çay satıyordu, orta yaşlı bir adam. "İki tane bırak" dedim. Çay bardağının şefkatli sıcağını uzattım kadına. Aldı, başını kaldırıp bana baktı. Yüzü soluk renklerle boyanmıştı, 30'lu yaşlardaydı. Gözlerinde eylül yağmurlarının hüznü vardı. Boynunda yana kaymış lacivert bir eşarp vardı. Saçları denizdeki dalgalar gibiydi. "Gördüğüm kadarıyla kötüsünüz, görmediğim kadarıyla nasılsınız?" dedim, gülümsedi. İçinden tekerleme çıkan şekerleme tadında hissettim sözlerimi. Çayımdan bir fırt çektim. Onun çayı çoktan bitmişti. Birden aklıma geldi. Arabamı yolun kenarında bırakmıştım. "İsterseniz arabada oturun, üşümüşsünüzdür" dedim. Birkaç dakika önce ölümün başoyuncusu, bu kez hayatın figüranı gibiydi karşımda. Ürkek gözlerle arabaya bindi. Bizi izleyen birkaç meraklı göz beni süzüyordu da, oralı olmadım. Sokaktaki insanların hakkımda ne düşündüğünü düşünemeyecek kada meseleye kendimi kaptırmıştım çünkü. Bir fotoğraf çıkardı siyah çantasından, bakmama fırsat vermeden tam ortasından yırttı, sonra küçük parçalara ayırdı. Ardından ani bir hareketle, hepsini otomobilin camından rüzgara savurdu. "Kendini öldüreceğine, umutsuzluğunu öldürmeyi denesen" dedim. Sustu. Havayı dağıtmak için bir espri yaptım. "Acıların için gömme töreni bile düzenleyebilirim." Bu kez güldü, "Zaten beni hayata döndürmenin törenindesin!" Sürekli olarak parmaklarıyla oynuyordu. Bir şeyler anlatmak ister gibiydi. "Belki de her son yeni bir başlangıçtır" dedi, almak istediğim mesajı aldığım için belki, rahatladım ve başımı salladım. Otomobili çalıştırıp, bir sokak lambasının altına taşıdım onu. Yanlış denizlerde boğulmuştu zaten, bu deniz ona fazlaydı ve arabanın dışında kalmıştı ölüm. Şehir uykuya dalarken, ben meraklı gözlerle bir kadının hayat hikayesine uyanıyordum. "Kaç ay oldu yaşamıyorum" dedi, ıslak baktı. "Sadece ağlayacak bir omuz istiyorum" derken, eline bir pusula tutuşturdum sanki, omuzlarımdaki adresi tarif eden. Anlattıkça açıldı, açıldıkça anlattı. Maziyle gelecek arasında bocalarken, içinde meşalaler yaktığımı düşündüm. "Adres sormak için, bazen kurşun olmak gerekir" dedi. "Aman ha!" dedim, "Kurşun adres sormaz, senin onlarla işin olmasın." Zaman ilerledikçe, ona karşı daha bir güven duymamı sağladı sanki. Yılgınlığa karşı silkinişini hissettirdi bana. "Çekip gitmek istiyorum buralardan. Umutlu ve aydınlık sokaklara" dedi. Derin bir nefes çekti, sanki dilenen gözlerle baktı bana. "Öyle yerler kaldı mı?" diye sordu. "Vardır" dedim, karanlığın denizinden, sokak lambasının aydınlığını işaret ettim. Bir parça ışık sızdı gözlerine. Gözlerini kıstı. "Etrafımdaki herkes birer ölü. Burası mezarlığa taşınmış. Öyle boşluktayım ki, ne cennet kabul ediyor beni, ne cehennem." Bir huzursuzluk vardı kadında. Geçmişle gelecek arasındaki gezintide, sırlarını açığa vuruyordu. "Heybemdeki hikayeler bana kaldı" derken, köle tüccarlarına esir düşen yanını gizlemedi."Ben aradığını bulamamış bir kaşifim." Anneydi, çocuğu ellerde kalmış, yüreği sellere kapılmış bir anne. Hayırsız tanrıların kurban ettiği annelerden biri. Odasız bir pencereydi belki. Ya da penceresiz bir odanın içindeki sahipsiz biri. "Çok direndim" dedi, "Bedenimi alırlarsa, ruhumu da alsınlar!" Kuşların bile vurulduğu bir İstanbul akşamında, umudunu yitiren bir kadının, en yakın arkadaşıydım o sıra. Aşkın dışındaydı ama nefretin ve özlemin içinde. "Yaşlandım ve kirlendim. Ama bir çocuğum var pırıl pırıl. Onu göremiyorum bile. Terk ettiğim bir adam var, onu sevemiyorum bile." Kadın yıllarca gülleri sulamıştı, sevdası canlı kalsın diye. Adam başka mevsimlerin kapısında, bütün çiçeklerin kökünü kurutmuştu. "O giderken öbür yarım gitti, o yüzden yaşamak istemedim" dedi. "Değer mi?" diye sordum. "Yaşamak için değerli olan şeyleri söyle" dedi. "Çocuğun" dedim, yıkıldı. Sanki unuttuğu bir hazineyi hatırladı da, yüzünü iki elinin arasına alıp, hıçkırmaya başladı. Süt kokan bebekliğin ta kendisi oluverdi bir an, sonra kendine döndü. Yine kendi karanlığından baktı bana. "Çocuğumu göremedikten sonra, bazı şeylerin ne anlamı olabilir ki." "Bir çocuğun hakkını çalma" dedim, "Onu anasız bırakmakla zaten öldürüyorsun. Oysa yaşamalısın." İçindeki umutsuzluğun kökünü arıyordu belki. "Peki" dedi, "Yaşamak için değerli olan, başka ne var?" "Yıldızlara dokunmak" dedim. "İstersen denizde batan güneş olursun, istersen gökteki en parlak yıldıza dokunabilirsin." Annelik duygusunun çekim alanındaydı artık. İnanmadığı bir davaya el uzatan sıradan bir kadın olmaktan çıkıp, kendini sınadı. Elini otomobilin camından gökyüzüne uzattı, yıldızlardan en parlak olanı seçip, cebine koydu sanki. "Sen okumuş adamsın, beni anlarsın" diyerek, aniden kapıyı açıp otomobilden indi. Çantasını otomobilde unutma ihtimali yüksekti, hemen uzattım, güldü. "Çok dikkatli adamsın" dedi, "Hayat senin için ayrıntılarda gizli." Yüzünde kendine inanmış bir ifadeyle haykırdı. "O çocuğu da bulacağım, o adamı da." "Önce kendini bulmalısın" dedim. "Buldum bile" dedi. Aramızda açan hayat çiçeğinin kökünü suluyordu sanki. Acısının bir kısmının dindiğini hissettim. "Yaşasın hayat" diye haykırdığını duydum, denize karşı. Sonra aniden dönüp, aynanın altındaki yazıyı işaret etti bana. "Sana söz veriyorum. O sözler bundan böyle benim hayat felsefem olacak" dedi ve usulca yoluna devam etti. İnsanlara uzaktan bakarak, onların derinliğini ölçmek mümkün değildir. Bazen ölümün kıyısında gezinen insanlar, yaşamayı hepimizden çok ister. Yeter ki onlara uzanacak bir el olsun, ya da onları yolundan çevirmeye yönelik bir çift söz. Bakışlarımı gözden kaybolana kadar kadından ayırmadım. Sonra otomobilimin içinde gezdirdim gözlerimi. Dikiz aynamın altında beyaz bir kartonun üzerinde, kimin olduğunu bilmediğim harika bir söz asılıydı. Kadının gördüğü, benim kaç zamandır görmediğim sözü okudum yüksek sesle... "Güneşe doğru zıplayın, onu tutamasanız bile en azından ayaklarınız yerden kesilir." Bastım gaza, kendi huzuruma yöneldim. Aslında sıradan bir hayatım vardı ama. Biliyordum ki; o kadının yaşam meleği, bu gece bendim.

Hakkı Yaçın

16 Mayıs 2009 Cumartesi

Sevgili-m Günlük

Yeni bir aşk arıyorum, haberin olsun...
Eskisine ne oldu diye soracak olursan, birşey olmadı, duruyor...
Eskiden de bir sürü aşklarım oldu, şimdi de var, bundan sonra da olacaktır herhalde...
Ne yapayım, yaradan hercai yaratmış...
Ne demiş Faruk Nafiz Çamlıbel,
Hala o eski dert mi?
ya çılgınsın ya deli
yalnız sütle yaşamak hastalara yaraşır
gönlündeki kadını değiştirmeli...
gibi birşeydi zannederim, üstad affetsin aklımda bu şekilde kalmış.İnternette de bulamadım. Bende kitabı var ama şimdi kim arayacak, uzun iş...
Evet şöyle yeşil gözlerinden muhabbet kapacak, diz çöküp önünde...
Amaan diz çöke çöke nasır bağladı dizlerim...Diz çökmeyecem artık...
Karar verdim alacam bir motosiklet siyah deri ceket, çizme...
Hadi yaa, yoksa ben orta yaş krizine mi girdim?
Ne bileyim girdiysem de girdim, uzatacam saçları da, verecem rüzgara ohh değmeyin gitsin keyfime...
Kask zorunluluğu mu var, amaan şehirler arası yolda,köyde belde de kim görecek...
Takılırım kafama göre...
Şimdi Uludağ'ın tam zamanıdır ve de Ilgaz'ın...
Yeşil tonları, mavi vee renk renk orkideler...
Fotoğraflar kuduracak...

Zannederim benim ecelim geldi, yoksa neden durup duruken cami duvarına tekme atayım ki...
Yukarıdaki yazıları ben yazmadım ha, birisi internet şifremi patlatmış herhalde, bu hackerlardan kurtuluş yok...
İyi geceler dileyip sağdan sağdan eve doğru çıkmalı...
İyi geceler...

Seni Yağmurdan Sonra Seveceğim


Şimdi git...
Say ki, seninle içinden sevda geçen bir türkü söylemedik...
Say ki, gece mektuplarını, en güzel aşk şiirlerini beraber ezberlemedik...
Say ki, sevda trenini kaçırdığım durakta bir süre beraber beklemedik...
Sen git...
Ben gelemem bu yürekle...
Ya da kal...
Eylül yağmurlarını bekle...

Seni yağmurdan sonra seveceğim,
Saçlarıma ak düşmemiş halimle,
Sen yaşlardayken
Onsekizimde, yirmimde...
Seni yağmurdan sonra seveceğim
Kaldırımların ıslak ve temiz haliyle.
Yaşlı yüzüm delikanlı yüreğimle...
Seni yağmurdan sonra seveceğim...
Aşksız geçen onca yılı yakacağım
Sevda alevinde kendi ellerimle...

Şimdi git...
Say ki, seninle sahildeki çardakta hiç dondurma yemedik...
Say ki, oturup konuştuğun yaşlı ve yabancı bir adamdı
Ve sevdadan hiç söz etmedik...
Say ki, hiç gülmedik...
Aynı şeyleri sevmedik...
Ve yağmurdan sonra beraber yürümedik...
Seni yağmurdan sonra seveceğim...
Kimse bilmeyecek, herkesten gizleyeceğim...
Yağmurdan sonraki toprak kokusu olacak havada...
Seninle gökkuşağının altından geçeceğim...
Seni yağmurdan sonra seveceğim
Ve seni sevdiğimi kimseye söylemeyeceğim...
Belki bu dünya gözüyle gördüğüm son yağmur olacak...
Islak kaldırımlarda sırılsıklam yürüyeceğim...
Ben seni yağmurdan sonra seveceğim,
Ve bir gün ölürsem yeşil gözlerinde öleceğim...

Uğur ARSLAN

İSTANBUL'DA SEN


İstanbul'da
neler yaşanır neler, her yerde her şeyde
seninde payın var, hem yaşanası hem de yaşanamayası...
Daha neler var neler
söylenmek isteyipte söylenemeyen.
Ne dillerime ne de sözlerime duvar örebildim.
Ne de kilitler vurabildim gönlüme.
Dedim ya her yerde sen her şeyde sen
şu İstanbul'da...

Ne sırların olduğu telde ne de adımların olduğu
sensiz yollarda...
En güzel sevdamı sundum sensizken
şu İstanbul'da...
Öksüzken yüreğim dön gel artık
kardelenler suskun sen yoksun,
nadidem dediğin orkiden boynunu büktü
güllerim soldu sen yoktun
şu İstanbul'da...

Dersin ki ben zaten yoktum ki,
sözde vardın en güzel dilde,
tertemiz sevgide vardın cemalin olmasada karşımda.
Şahidi çoktu ama yar, ruhun vardı ruhun,
benimle gezdiğin her yerde...
Şimdi yoksun sen
şu İstanbul'da...

Ne katıksız aşın ne hesabın kitabın hayatın,
ne de huzur yaşamın kıyısında,
anladım ki hepsi yalan...
Bir tek sevgisiz yaşanmazmış,
ŞU İSTANBUL'DA.

Türkan COŞKUN

15 Mayıs 2009 Cuma

Lalelime



Beyaz bir lale gönderiyorum,
Yüreğimden yüreğine.
Üzdüğünde seni eller,
Gözyaşlarına dost olsun diye.

Beyaz bir lale gönderdim,
Yüreğimden yüreğine.
Her bahar açıp,
Beyaz bir melek gibi
Seni korusun diye...

14 Mayıs 2009 Perşembe

Yeter


Yokluğunda ben
Güneş doğarken
Karşımda boğaz yeditepeli canım istanbul dururken
Bu resim eksik
İçim sıkılıyor
Nefes alamıyorum
Sensiz duramıyorum

Ben sensizliğe mahkum muyum ah bir bilsem
Var mı dönüşü bu yolun çünkü çok sıkıldım
Yaşamaktan hayatı yüzde elli
Saymakla bitmeyen yalnız günlerimi

Yeter yeter
Yeter yeter

Yokluğunda ben
Güneş batarken
Onlarca aşık elele hisarda hayal kurarken
Benim yanım boş
Denizi gören kim
Sana ulaşamıyorum
Sensiz kalamıyorum

Ben sensizliğe mahkum muyum ah bir bilsem
Var mı dönüşü bu yolun çünkü çok sıkıldım
Yaşamaktan hayatı yüzde elli
Saymakla bitmeyen yalnız günlerimi

Yeter yeter
Yeter yeter

Can Şengün

http://www.metacafe.com/watch/yt-MubtO6-rpIo/can_sengun_yeter/

Beni mi Seviyorsun


Kadın adamı çok seviyordu...
Yemyeşil ovalarını verdi adama
Yaşam fışkıran.
Beni seviyor musun?
Evet, dedi adam...
Güneşini, ayını verdi kadın
Yıldızları taktı bir bir adamın omuzlarına...
Beni seviyor musun?
Tabii, dedi adam...
Kadın çağladı
Gürül gürül akan pınarını verdi adama.
Beni seviyor musun?
Elbette, dedi adam...
Kadın bağlandı
Yaşam ipini adama verdi.
Bir oldular tek oldular adamla.
Beni seviyor musun?
Biliyorsun, dedi adam...
Kadın dağlarını verdi adama
Tırmandılar doruklara.
Beni seviyor musun?
Aşağılara baktı adam zirveden
Başkalarını gördü
Sustu adam...
Ağladı kadın...
Gözyaşını verdi adama
Almadı adam...
Kadın onurunu verdi adama
Şaşırdı adam...
Sordu yine usulca kadın
Beni mi seviyorsun?
Onu da seviyorum seni de, dedi adam...
Sustu kadın, sustu
Verecek bir şeyi kalmadığında...
Senin yüreğine ihtiyacım var, dedi adam
Başkasını sevebilmek için...
Çıkarıp yüreğini verdi kadın.
Korktu adam...
Beni sevmiyor musun, dedi adam.
Sesi yoktu kadının söyleyemezdi.
Gözleri yoktu kadının ağlayamazdı.
Kalbi yoktu kadının sevemezdi.
Onuru yoktu kadının yaşayamazdı...

(28.10.2002-Ankara)
Nurdan Ünsal

Zor Günler


Benden önce söylenmiş sözlerin haklılığına kızdığım oldu zamanında.
Ama inandığım da.
Ömrümde her şarkı başka bir kapı açtı.
Bu şarkının ardında sen,
Bu kapının ardındaysa benden önce söylenmis sözler vardı.
Seçtiğimiz hayatlar mı bunlar?
Seçtiklerimiz mi bunca yokluk, bunca kırıklık, bunca acı?
Seçtiklerimiz evet...
Hayat bu sevgilim, çoktan seçmeli, senin aşkınsa bir dönem ödevi.
Bir şarkı tuttum sevgilim, bir kapı açtım ikimize.
İkimiz çokmuşuz meğer bu resme.
Kapatmadan bu kapıyı yine de...
Bu yaralar bereler sanadır, bileler...

Çok canım yanıyordu gördüklerimden ve göreceklerimden.
Benim kanayan dizlerim yoktu hayatta bir tek.
Benim de kanattıklarım vardı elbet.
Ezdiğim kumlar ve geçtiğim yollar hâlâ gölgemi taşıyorlar.
Hani demiştim ya; Ne ayrılıklar, ne aşklar, ne başlangıçlar diye.
Yani demem o ki, çok zor günler geçirdim vaktiyle.
Bu şarkı sadece benimdi sevgilim ve ben büyük bahçeler istemiştim ikimize.
Yazmışsın ya; Onu sevebileceğimi düşünmüştüm diye.
Iste o günden beri, belki de bu yüzden sadece, bu yaralar, bereler sanaydı, bileler...
Göreler aşkımı, şahidim gök kubbe...


İclal AYDIN