30 Aralık 2012 Pazar
Ne Olacaksa Olsun
Sığmıyorum ne içime, ne dışıma
Aşk kokuyor üstüm başım
Belki kendime sakladım
Tutamıyorum dilimi tutsam elini
Durmaz içimde durmuyor yanımda durduğu gibi
Gripin
29 Aralık 2012 Cumartesi
Neden Bu Elveda
Çoktan unutmuştum
Unutulmayı
Sen hatırlattın
Çoktan unutmuştum
Çoktan unutmuştum
Kendimi kaybedip
Sende bulmayı
Çoktan unutmuştum
El değmemiş yokluğuma
İlk bakışta dokunmuştun
Daha dün gibi aklımda
Ne değişti dünden bugüne
Ecel olduk birbirimize
Susma, bir cevap ver bu defa
Neden bu elveda?
Ne oldu bize böyle?
Seni son durak sanırken
Sol yanımı alıp gidiyorsun bir anda
Neden bu elveda?
Ne oldu bize böyle?
Göğsümü acıttı son kez
"Sen" diye içime çektiğim nefes
Neden bu elveda?
Bir cevabın yetecekken
Son bir soru bırakıp gidiyorsun
Neden bu elveda?
Söz: Haluk Kurosman, Birol Namoğlu, Murat Başdoğan
Müzik: Antonis Bardis
Fotoğraf; Özden Sevim
22 Aralık 2012 Cumartesi
Pişman
Sen de geçeceksin bir gün bu yollardan
Benim gibi
En güzel yıllarını bırakarak.
Ve
Bir gün dönüp arkana bakacaksın
Ağlayarak...
e.h
4.3.1980
Balıkesir
Benim gibi
En güzel yıllarını bırakarak.
Ve
Bir gün dönüp arkana bakacaksın
Ağlayarak...
e.h
4.3.1980
Balıkesir
Sevemiyorsun
Nasılsın bu sabah
Güneş ilk ışıklarını
Yemyeşil tepeler üzerinden
Gönderdiği sırada,
Nasıl ve ne durumdasın?
İhtimal ki yatağında uyuyorsun.
Benim gibi değilsin.
Sevmiyor seviliyor
İçmiyor içtiriyorsun.
Fakat haklısın hissizleşmişsin.
Anlayamıyorsun.
Aşk ateşi gönlüne düşmemiş
Sevmiyor sevemiyorsun.
Anlıyorum...
e.h
29.12.1975
Diyarbakır
Güneş ilk ışıklarını
Yemyeşil tepeler üzerinden
Gönderdiği sırada,
Nasıl ve ne durumdasın?
İhtimal ki yatağında uyuyorsun.
Benim gibi değilsin.
Sevmiyor seviliyor
İçmiyor içtiriyorsun.
Fakat haklısın hissizleşmişsin.
Anlayamıyorsun.
Aşk ateşi gönlüne düşmemiş
Sevmiyor sevemiyorsun.
Anlıyorum...
e.h
29.12.1975
Diyarbakır
20 Aralık 2012 Perşembe
Bugün Pazar

Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...
1938
Nazım Hikmet
19 Aralık 2012 Çarşamba
Yeni Yıl

Yeni yıla kocaman umutlarla girdim. İyi dilekler temenniler birbirini izledi. Sarhoş oldum. Kalabalığın içinde sensiz yapayalnızım.
Odama çıkıyorum, odam soğuk, titriyorum.
Her an seni düşünüyorum. Odamın çıplak duvarlarında hayalini görüyorum.
Tavan üzerime eğiliyor, kaçmak istiyor kaçamıyorum, haykırmak istiyorum, çıkmıyor ki sesim.
Kanım damarlarımda kızgın lavlar gibi akıyor.
Ah uyuyabilsem...
Allahım...
Neden, niçin mutlu değilim?
Halbuki ruhum sükunete, bedenim uykuya muhtaç.
Elime gitarımı alıyorum, parmaklarım kendiliğinden bir
ezgi çalmakta...
Sevgilim duyuyor musun? Senin için çalıyorum.
Odamın camları buğulanmış, zannedersin halime ağlıyor...
Buz gibi odada terliyorum, biraz hava temiz hava, boğulacağım...
Kendimi sokağa atıyorum, karanlık beni kollarıyla sarıyor, gece ıslak ve sessiz...
Ürperiyorum.
Uzaklardan bir sarhoşun naraları duyuluyor, bu naraya bir ambulansın çığlıkları karışıyor.
Gökyüzüne bakıyorum, yıldızlar gözlerin gibi mavi, çakmak çakmak, soğuk bir şekilde bana göz kırpıyorlar.
Koşmaya başlıyorum, ayak seslerim eşlik ediyor bana. Şehrin kenar evleri ardımda kalıyor... Karanlıklar içinde esrarlı dağlar beni çağırıyor. Uzaklarda bir köpek uluyor, koşuyorum. Aklımda yalnızca sen ve sana kavuşma hayali var.
Artık beynim vücuduma hükmedemiyor, nefes nefese ıslak çimenlere uzanıyorum.
Ah! Gece bitmiyor bir türlü.
Sabah olsun artık, güneş doğsun üşüyorum...
Başucumdaki ağaca tünemiş olan baykuş iri gözleriyle beni süzüyor.
Boğazımda düğümlenen hıçkırığım çığlığa dönüşüyor.
Baykuş kanatlarını çırparak başka bir dala tünedi.
Korkuyorum sevgilim, seni kaybetmekten korkuyorum...
01/01/1982
Antakya
15 Aralık 2012 Cumartesi
Peri Kızı
Sana aşkımın kanadını versem
Kuş olup uçar mısın?
Seni gökler kadar sevsem
Uçup gönlüme konar mısın?
Gül olup bahçende açsam
Sana nefis kokular saçsam
Yanımdan geçerken baksan
Bir defacık koklar mısın?
Bülbül olup camında ötsem
Bir gülüşüne canımı versem
Seni dağlar kadar sevsem
Sen de beni sever misin?
e.h
Dün gece oturmuş sana bu şiiri yazıyordum. Birden odamın kapısı açıldı ve içeri peri kızı girdi. Yanıma yaklaşarak "Sana aşık olmaman için nasihatte bulunmuştum, ne yazık ki beni dinlemedin"
"Beni affet peri kızı" dedim ona. "Senin nasihatlerini tutarak aşktan kaçmaya çalıştım, Odamın her yerini kapadığım halde o güneş ışığıyla içeri girdi. Ondan kurtulmak için odamdan dışarıya kaçtım. Bu defa da nefes alırken içime doldu, ağzımı burnumu kapattım be defa da kalbime girdi..."
Kuş olup uçar mısın?
Seni gökler kadar sevsem
Uçup gönlüme konar mısın?
Gül olup bahçende açsam
Sana nefis kokular saçsam
Yanımdan geçerken baksan
Bir defacık koklar mısın?
Bülbül olup camında ötsem
Bir gülüşüne canımı versem
Seni dağlar kadar sevsem
Sen de beni sever misin?
e.h
Dün gece oturmuş sana bu şiiri yazıyordum. Birden odamın kapısı açıldı ve içeri peri kızı girdi. Yanıma yaklaşarak "Sana aşık olmaman için nasihatte bulunmuştum, ne yazık ki beni dinlemedin"
"Beni affet peri kızı" dedim ona. "Senin nasihatlerini tutarak aşktan kaçmaya çalıştım, Odamın her yerini kapadığım halde o güneş ışığıyla içeri girdi. Ondan kurtulmak için odamdan dışarıya kaçtım. Bu defa da nefes alırken içime doldu, ağzımı burnumu kapattım be defa da kalbime girdi..."
14 Aralık 2012 Cuma
Bir Çift Beyaz Kartal

Hangi yayla yeşil, nerde keklik çok
Gel seninle orda olalım çocuk.
Kayalar, kayalar... Sırt sırta vermiş;
Kimi yeni mürit, kimisi ermiş.
Otlar dalgalansın biz yürüdükçe
Sular düze insin kar eridikçe,
Gün burnunda bana mavi mavi gül;
Ağız-burun lale, kaş ve göz sümbül.
Doruklardan doruklara sekelim,
Bir elim göklerde, sende bir elim;
İkimizin yüreciği bir atsın,
Bizi gören bin katarak anlatsın,
Hangi yayla karlı, nerde çiçek çok
Gel seninle orda olalım çocuk.
Bulutlar, bulutlar iç-içe girmiş
Bulutlar ki göğe perdeler germiş;
Çiğdem devşirelim, çiçek biçelim
Susayınca hep ezgiler içelim
Batmasın eline bir gül dikeni
Sen hep beni kolla, bense hep seni
Çıkıp yükseklerden taş bırakalım,
Kopan sese, kalkan toza bakalım,
Tavşanlar ürkerken bu gürültüden
Kaçan tavşanlara ıslıklar çal sen.
Hangi yayla yüce, nerde kavga yok
Gel seninle orda olalım çocuk;
İster Maraş olsun, ister Erzincan,
Sonsuzluk düşüne set değil mekan,
Başın omuzumda, omuzum gökte
Ölüm bir ak çiçek bu özgürlükte,
Yaşamaksa bir ışık cümbüşüdür,
Çağıl çağıl akan sevgi düşüdür.
Hani gökyüzünün toy vakti olur,
Kaynaşırlar yıldızlar bulgur, bulgur;
En uzak nereyse ora gidelim,
Bulutları yara yara gidelim.
Hangi yayla serin, nerde bühtan yok,
Gel seninle orda uçalım çocuk.
Meşeler, ardıçlar, çamlar yan yana
Biz kanat çırpınca dursun divana.
Bir çift beyaz kartal, hey bu da nesi?
Diyerek şaşırsın çobanın hepsi;
İlk kez görüyoruz desin görenler,
Bütün oymaklarda dolaşsın haber.
Keşiş dağlarından görünsün İstanbul,
Bütün dağ gölleri ışırken pul pul.
Güzel dost, ey hüzne aşina yürek,
Gel gidelim keklik gibi sekerek.
Bahattin Karakoç
11 Aralık 2012 Salı
Minnet Eylemem
har içinde biten gonca güle minnet eylemem
arabi farisi bilmem, dile minnet eylemem
sırat-ı müstakim üzre gözetirim rahimi
iblisin talim ettiği yola minnet eylemem
bir acaip derde düştüm herkes gider kârına
bugün buldum bugün yerim, hak kerimdir yarına
zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına
rızkım veren hûda'dır kula minnet eylemem
oy nesimi, can nesimi ol gani mihman iken
yarın şefaatlarım ahmed-i muhtar iken
cümlenin rızkını veren ol gani settar iken
yeryüzünün halifesi hünkara minnet eylemem
Nesimi
Bu da SelDa Yorumu
arabi farisi bilmem, dile minnet eylemem
sırat-ı müstakim üzre gözetirim rahimi
iblisin talim ettiği yola minnet eylemem
bir acaip derde düştüm herkes gider kârına
bugün buldum bugün yerim, hak kerimdir yarına
zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına
rızkım veren hûda'dır kula minnet eylemem
oy nesimi, can nesimi ol gani mihman iken
yarın şefaatlarım ahmed-i muhtar iken
cümlenin rızkını veren ol gani settar iken
yeryüzünün halifesi hünkara minnet eylemem
Nesimi
Bu da SelDa Yorumu
Kadınsan
Kadınsan kadın gibi olacak,
Adam gibi adamı seveceksin...
Yürüyünce güller açacak önünde,
Ağlayınca inciler dökülecek.
Güneş seninle doğup seninle batacak.
Vermeyi de almayı da bileceksin doyuncak.
Sert olacaksın yerinde, yerinde yumuşacık.
Söz dinleyip susmayı da bileceksin usulcacık...
İşveyi, nazı, cilveyi, gülüp eğlenip raksetmeyi
Oyun bileceksin kadınsan...
Süründürüp yalvartmayı, tutsak edip bağlamayı,
Kaçmayı kovalamayı, av olup avlamayı,
Gözlerinden niyetini, istemez görünüp istemeyi
Bileceksin kadınsan...
Akıllı olacaksın kadınsan.
Leb demeden leblebiyi,
Nereden gelinip nereye gidildiğini,
Rüzgarın nerden estiğini.
Çevirip yelkenleri, çekmeyeceksin boşa kürekleri...
Anlatınca dinlemeyi, konuşunca dinletmeyi,
Sorulunca söylemeyi bileceksin kadınsan...
Doğurgan olacaksın kadınsan.
Çatır çatır sancılı olsa da analık,
Adam edip adamı,
Birlikte büyüteceksin onu da kendini de...
Taş basıp bağrına, gıkını çıkarmayacak
Gün gelip elin öpüldüğünde öğüneceksin kadınsan...
Sefil etmeyeceksin kocanı, evladını,
Aşını, ekmeğini kotaracak
Gözünü budaktan sakınmayacak
Sözünü kimseden esirgemeyeceksin...
Varı yoktan yaratmayı,
Tozu kiri paklamayı,
Lafı sözü aklamayı,
Kusurları saklamayı,
Karanlığı dağıtmayı
Bileceksin kadınsan...
Kırılgan olmayacaksın kadınsan.
Ağlatanı ağlatacak, kapını kapatacaksın.
Diz çöküp yalvaranı affedip okşayacaksın...
Basan olursa damarına, çattın mı hele kaşlarını,
Ateşle oynayacak, bir koyup bin almayı
Bileceksin kadınsan...
Sabırlı olacaksın kadınsan.
Ateşin suyun keyfini beklemeyi,
İlmek ilmek çile üretmeyi,
Bazen önde olup bazen çekilmeyi
Düğümleri tek tek çözmeyi
Bileceksin kadınsan...
Derin tasasız uykuları özleyecek,
Açlığa yokluğa katlanacak,
Alnının terini biriktirecek,
Kan tükürüp kızılcık şerbeti içtim
Diyeceksin kadınsan.
Ağlamayı öğreneceksin, çareler tükendiğinde.
Yırtınıp dizlerini döverek, başını taşlara vurarak
Burnunu çekip için için de...
Elin kolun bağlandığında, tuz bassalar yarana
Sessiz çığlıklar atmayı, bağırmayı, isyanı da
Öğreneceksin kadınsan...
Yılmayacaksın kadınsan.
Zalimse kocan, nankörse bir de evladın
Ardından gideceksin yazgının...
Yıkılsa da evin ocağın kesseler akmayacak kanın.
Taş taş üstüne koyup yeniden
Sarıp bir bir yaralarını başlayacaksın en baştan...
Dayanacaksın kadınsan.
Ateşlerde yanmaya, rüzgarlarda savrulmaya,
Köpek olup yalvarmaya, dolmaya boşalmaya.
Sözün ağırına, sevginin arsızına.
Kurtlar kemirse de içini, kudursan da ihtirastan
Dayanacaksın ihanete, yalana...
Alışacaksın kadınsan.
Bahara kışa, gündüze geceye,
Çevrime döngüye, erimeye çürümeye...
Gidip te dönmeyene, kadir kıymet bilmeyene
Alışacaksın...
Anlayacaksın ateşin sıcak, suyun soğuk,
Taşın sert, bıçağın keskin olduğunu.
Anlayacaksın aşkın yalan, sevginin gerçek olduğunu.
Kollarında olanınsa yanında olmadığını.
Anlayacaksın kadınsan...
Kadınsan kadın gibi olacak,
Adam gibi adamı seveceksin...
Nurdan Ünsal
Ankara-23.03.2005
7 Aralık 2012 Cuma
Nûrusiyâh
Bir vardım
Bir yoktum
Ben doğdum
Selimi salışın köşkünde
Sebebsiz hüzün hocamdı
Loş odalar mektebinde
Harem ağaları lalaydı
Kara sevdâma
Uyudum
Büyüdüm
Ve nûrusiyâha ağladım
Nûrusiyâha ağladığım zaman
Annem süzudilâra idi
Ve babam bir tambur
Annem süstü
Babam küstü
Ama ben niçin hâlâ nûrusiyâha ağlarım
Nûrusiyâaaaaahhh
Asaf Halet Çelebi
Bir yoktum
Ben doğdum
Selimi salışın köşkünde
Sebebsiz hüzün hocamdı
Loş odalar mektebinde
Harem ağaları lalaydı
Kara sevdâma
Uyudum
Büyüdüm
Ve nûrusiyâha ağladım
Nûrusiyâha ağladığım zaman
Annem süzudilâra idi
Ve babam bir tambur
Annem süstü
Babam küstü
Ama ben niçin hâlâ nûrusiyâha ağlarım
Nûrusiyâaaaaahhh
Asaf Halet Çelebi
4 Aralık 2012 Salı
Keder Sana Yakışmıyor
Ne kadar değişmişsin görmeyeli,
Ellerin güzelliğini kaybetmiş nasırdan,
Hüzün rengi almış saçlarının her teli
Gözlerine gölgeler düşmüş kahırdan,
Gözlerin ki, gördüğüm gözlerin en güzeli
Ne kadar değişmişsin ben görmeyeli
Böyle mahzun kederli değildin eskiden
Fıkır fıkır gülerdi gözlerinin içi
Dudakların nemliydi sevgiden, arzudan
Yapraklarına çiğ düşmüş karanfiller gibi
Baygın kokusuna anılarla beraber giden
Böyle mahzun kederli değildin eskiden
Sevdiklerin vefasız mıydı bu kadar
Ağlamaktan mı karardı gözlerin
Bir zamanlar gözyaşını sevmezdin
Şimdi nerden yaşardı gözlerin
Hasta mısın, yorgun musun nen var
Sevdiklerin vefasız mıydı bu kadar
Arzular vardır bilirsin anlatılamaz
Eskisi gibi kalsaydın ne olurdu
Taptaze, ıpılık kar gibi beyaz
Keder sana yakışmıyor gül biraz
Arzular vardır bilirsin anlatılamaz.
Ellerin güzelliğini kaybetmiş nasırdan,
Hüzün rengi almış saçlarının her teli
Gözlerine gölgeler düşmüş kahırdan,
Gözlerin ki, gördüğüm gözlerin en güzeli
Ne kadar değişmişsin ben görmeyeli
Böyle mahzun kederli değildin eskiden
Fıkır fıkır gülerdi gözlerinin içi
Dudakların nemliydi sevgiden, arzudan
Yapraklarına çiğ düşmüş karanfiller gibi
Baygın kokusuna anılarla beraber giden
Böyle mahzun kederli değildin eskiden
Sevdiklerin vefasız mıydı bu kadar
Ağlamaktan mı karardı gözlerin
Bir zamanlar gözyaşını sevmezdin
Şimdi nerden yaşardı gözlerin
Hasta mısın, yorgun musun nen var
Sevdiklerin vefasız mıydı bu kadar
Arzular vardır bilirsin anlatılamaz
Eskisi gibi kalsaydın ne olurdu
Taptaze, ıpılık kar gibi beyaz
Keder sana yakışmıyor gül biraz
Arzular vardır bilirsin anlatılamaz.
Victor Hugo
2 Aralık 2012 Pazar
Aklım Karakış
ecelime son kurşundun deli davalım
n'olur bulutsuzluğuma darılma
dudağında bizi gül
kıyametime adım kala
beni senden alma
aklım kara kış
ellerim seni üşüyor
bugün günlerden soğuk
ben aysız gecelerde
çocukluğuma mektup yazardım
ah çocukluğum kağıt gemilerim
düşlerim dudaklanıyor
sesin kokuma gizli
yıldızları sönük gecelerde
dilime yağmursun
gözlerini uyuyorum her gece
bu kent içimin bahçesi
gemilerim çözülüyor yüreğine
ellerinle okşuyorsun
bilmiyorsun
kendi bakışlı kız
ömrümün kırçıl masalısın
uçurumlar vaadetme bana
yaralısın...
Kahraman Tazeoğlu
1 Aralık 2012 Cumartesi
Kimse Bilmez
Bulut geçti gözyaşları kaldı çimende
gül rengi şarap içilmez mi böyle günde?
seher yeli eser yırtar eteğini gülün
güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye
kimse bilmez kimse bilmez...
Mehmet Güreli
****.Kimse Bilmez****
Ömer Hayyam'ın üç ayrı dörtlüğünden oluşturulan bir şarkı...
Seher yeli eser yırtar eteğini gülün
Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
Sen şarap içmene bak, çünkü nice gül yüzler
Kopup dallarından toprak olmadalar her gün.
*********
Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye
Ne zaman yıkılıp gidecek bu güzelim kubbe
Aklın yollarıyla ölçüp biçemezsin bunu sen
Mantıkların kıyasların sökmez senin bu işte...
**********
Bulut geçti gözyaşları kaldı çimende
Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde
Bugün bu çimen bizim, yarın kim bilir kim
Gezecek bizim toprağın yeşilliğince.
Ömer Hayyam
30 Kasım 2012 Cuma
Yol
Gidiyordum, biliyordum, inadına yalnızlığa
Sen yolda, ben yolda, yol
Canım yanıyordu, gülüyordu kahrolası deli ay
Sen yolda, ben yolda, yol
Bu son çalan telefon da sen değilsin
Bu ne amansız bir düello
Tuşlar öyle uzak ki, öyle tuzak ki, öyle yasak ki
Yasak ki, yasak
Ne çok isterdim demeni kal burda
Gidiyorduk, biliyorduk, inadına yalnızlığa
Sen yolda, ben yolda, yol
Her şey yanıyordu, gülüyordu kahrolası deli ay
Sen yolda, ben yolda, yol
Bu son çalan telefon da sen değilsin
Bu ne amansız bir düello
Tuşlar öyle uzak ki, öyle tuzak ki, öyle yasak ki
Yasak ki, yasak
Ne çok isterdim demeni kal burda
Peyk
DiNlemEk İsteyen OlabiLir
Sen yolda, ben yolda, yol
Canım yanıyordu, gülüyordu kahrolası deli ay
Sen yolda, ben yolda, yol
Bu son çalan telefon da sen değilsin
Bu ne amansız bir düello
Tuşlar öyle uzak ki, öyle tuzak ki, öyle yasak ki
Yasak ki, yasak
Ne çok isterdim demeni kal burda
Gidiyorduk, biliyorduk, inadına yalnızlığa
Sen yolda, ben yolda, yol
Her şey yanıyordu, gülüyordu kahrolası deli ay
Sen yolda, ben yolda, yol
Bu son çalan telefon da sen değilsin
Bu ne amansız bir düello
Tuşlar öyle uzak ki, öyle tuzak ki, öyle yasak ki
Yasak ki, yasak
Ne çok isterdim demeni kal burda
Peyk
DiNlemEk İsteyen OlabiLir
Çingenelerim

Deniz kenarına inen çingenelerim
sulara içmeden bakarlar
o sular tuzludur
balıklar içer
Yeşil otların içine gömülen çingenelerim
otları yemezler
o otlar tatsızdır
katırlar yer
Çiçekli şalvar seven çingenelerim
çiçeği sevmezler
kalem parmaklı çingenelerim
kalem tutmazlar
falıma bakarlar da
ayağıma bakmazlar
paramı isterler de
beni istemezler
yüzlerini güneşle yıkayan çingene kızlarım
kibarım diye bana gönül vermezler
asaf halet çelebi
AH'LAR AĞACI

‘Ah’lar Ağacı
1-
Bir ilaç içsem bari diye düşündüm,
Biraz kolonya sürünsem,
Ferahlasam, pencereyi açsam.
Şöyle bir şey yazdım sonra:
Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre
Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde.
Berbattı,
Bir şiire böyle başlanmazdı.
İç ses diye söylendim,
Ardından Yıldırım Gürses...
Aptal aptal güldüm bir de buna.
Ayşecik vazoyu kırıyor
Ve ‘tamir et bakalım’ diyordu babasına.
Yapıştırsam da parçalarını hayatımın
Su sızdırıyordu çatlaklarından.
Karnabahar kızartmıyordu asla
Başrolde kadınlar.
Güçlü bir el silkeledi beni sonra
Sanırım Tanrı’nın eliydi.
Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan.
Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi,
Çok şey görmüşüm gibi,
Ve çok şey geçmiş gibi başımdan,
Ah...dedim sonra
Ah!
İç ses, diye söylendim
Çocukken şöyle dua ederdim Tanrı’ya:
Tanrım bana hiç erimeyen,
Kırmızı bir bonbon şekeri yolla.
Eski tül perdelerden gelinlik biçerdik
Kardeşimle kendimize durmadan,
Olmayan çayları,
Olmayan fincanlardan içerdik.
Olmayan kapıları açardık,
Olmayan ziller çaldığında.
Siyah papyonlu olurdu mutlaka
Resim defterimizdeki damat.
Yedi günde yarattığımız dünya
Mutlu olurduk pastel koksa.
Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya:
Olanlar oldu tanrım
Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla!
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Kapının arkasında yokum demiştim
Ve divanın altında da.
Bulamazsınız ki artık beni,
Hayatın ortasında.
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Beni kimse bulamazdı
Tanrı’nın arkasına saklansam.
O Kocamandı, en kocamandı o.
Bir kız çocuğunun hayalleri kadar.
Bir zamanlar kendimi
Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım.
Kaç metredir benim yokluğum?
Benden daha çok var sanmıştım.
Benim yokluğumdan dünyaya
Bir elbise çıkar sanmıştım.
Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan
Sonunda ben de alıştım.
Ah...dedim sonra,
Ah!
Güzin Ablası kitaplar olan bir kızdım,
İçim sıkılmasa o kadar
Tek bir satır bile okumazdım.
Taş bebeğim ters çevrilince ağlardı
Bir derdi var derdim.
Derdimi demeyi ben taşbebeğimden öğrendim.
Ninni derdim, ninni bebeğim!
Cam gözlerini kapardı, naylon kirpiklerini.
Plastik gözkapaklarının ardında,
Bilirdim rüyaları yoktu bebeğimin,
Gözyaşları da.
Ağladıkça tükürüğümden sürerdim gözaltlarına.
Bu kadar kolay harcamazdım rüyalarımı,
Kırmızı çantamda bayram harçlıklarım olmasa.
İnsan çıtır ekmeği ısırdığında,
Kırıklar dolar kucağına,
İşte orası umudun tarlasıdır.
Ve orada başaklar ağırlaştığında,
Sayısız ah dökülür toprağa.
İç ses, diye söylendim
Ve ah dedim sonra,
Böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim.
Dallarına salıncak kurardı çocuklar,
Hızlı yaşanan bir hayatın şarkılarıydı salıncaklar.
Meyveleri tatsızdı
Eski bir lanetten dolayı
Herkes dişlerdi acı meyvelerini,
Ve herkes söverdi ona.
İsmini yazardı herkes onun bağrına,
Ah derdi o. Ah!
Bıçağın ucundaydı insanların hafızası
‘İnsan unutandır
ve insan unutulmaya mahkum olandır.’
Tanrı şöyle derdi o zaman:
Ah!
Ne çok dikeni vardı ahlat ağacının tanrım,
Ulaşılamazdı,
Sen sarılmak istesen ona,
O sana sarılmazdı.
Ne çok dikenin vardı Tanrım!
Ne çok isterdim,
Sana sarılamazdım.
Ve şöyle derdim o zaman:
Ah!
Ahlat ahların ağacıydı,
Yaşlanmaya başlayanların,
İtiraf edilememiş aşkların,
Evde kalmış kızların.
Ahlat ahların ağacıydı,
Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse,
Öyleydi işte.
Ve etimoloji Eti’lerden kalma
Bir zaman birimiydi yanılmıyorsam.
Ve yanılmıyorsam yalnız insanların,
Kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman.
Mesela o zamanlar
Mutsuz olduğunda insanlar,
Yok olurmuş bazı dakikalar.
Gülümsedim o sıra,
Bazen sevinirim,
Sevinmek nedense hep yedi yaşında
Ve ah... dedim sonra,
Ah!
Bazen ah diyorum durmadan,
Şimdi ben ahlatın başında,
Otuz iki yaşımda.
Ahlar ağacı gibi.
Rengarenk çaputlar bağladım yıllarca dallarıma,
Mavi, mor, kırmızı ve yeşil,
İstedim, hep istedim,
Sen iste derdim, iste yeter ki
Vereyim.
Her istediğimi verdim.Arttım, fazlalaştım,
Eksikli yaşamaktan.
Ahlar ağacıyım, gibisi fazla.
Başka bir şey istemem
Artık beyazlaşan üç-beş tel saçıma,
Hesabımı vermekten başka.
Vasiyetimdir:
Dalgınlığınıza gelmek istiyorum
Ve kaybolmak o dalgınlıkta.
At arabasıyla kağıt toplardı
Her sabah çingene kadınlar.
Üst üste yığılırdı buruşuk kirli kağıtlar
Şaşırırdım
Kadınların mı yoksa kağıtların mı memeleri kocaman?
Bir zamanlar öfkem beni zora koşardı.
Kızıl yelelerim yapışırdı terli alnıma
Ne eğere gelirsin ne de semere derledi bana,
Yeniden doğmuş olurdum oysa,
Öldüğümü sandıklarında,
Yalnızca kağıtlarda iyi koşan bir at olarak.
Vasiyetimdir:
En güçlülerinden seçilsin
Beni taşıyacak olanlar.
Ahtım olsun,
Yükleri ağırlaşsın diye iyice,
Tabutumun içinde tepineceğim.
2-
Bir göl vardı evimizin karşısında,
Mavi gözleri olan,
Kara yağız bir şehirde yaşamışım meğer yıllarca.
Ya siz,
Nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat?
Nasıldı
Öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak?
İlk üç vişneyi verdiğinde bahçedeki ağaç
Annem sevindiydi hatırlarım.
Ah demişti.
Ah!
Üç küçük kırmızı dünya verilmişti sanki ona.
Annem çok sevinmelerin kadınıydı.
Bazen sevinince annem gibi,
Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına.
Annem çok sevinmelerin kadınıydı,
Sıcak yemeklerin.
Başına diktikleri o taş,
Ne zaman dokunsam soğuktur oysa.
Ben okşadığımda ama, ısınır sanki biraz.
İç ses!
Bu bahsi kapa!
Mutfağa gidip domates çorbası pişirdim.
Çoktandır öksüz olan mutfakta
Buğulandı ve ağladı camlar,
Gözyaşlarını kuruladım perdelerin ucuyla.
Çoktandır öksüz olan dünyaya baktım,
Allah babasıyla baş başa kalmış insanlara,
Poşetin tamamını beş bardak suya boşaltınca,
Sanki biraz rahatladım.
Kazanlar dolusu çorba kaynatsam sanki,
Artık kimse mutsuz olmayacaktı.
Ah...dedim sonra,
Ah!
İç sıkıntımla çektirdiğimiz bu fotoğrafta,
Aynı vampir gibi çıkacağız.
Kırmızı çorbama ekmek doğrayınca,
Sanki biraz ferahladım.
Karıştırdım ve iç ses diye fısıldadım:
Hala aç mısın?
Bir tren geçti yine tam o sıra
Ustura gibi kara,
Düdük çala çala,
Geçti şiirimin ortasından.
Kes şunu dedim, kes artık!
Oldu olacak,
Kan kardeşi olsun ruhumla yollar.
Merak ederdim,
Kesik başları ve sarı ışıklarıyla
Nereye gider bu insanlar?
Raylar uzanırdı içimde kilometrelerce
Bir kara yılan gibi,
Bilemezdim menzil neresi?
Ah...dedim sonra
Ve acilen makas değiştirdim.
İç ses, diye söylendim,
Raydan çıkma bundan sonra.
Kuyruk sallardı,
annemden kalma maaşım
her üç ayın sonunda.
Sevinirdi,
Kocaman bir kara kediyi okşamış gibi ellerim.
Sarımsak kokulu fötr şapkalı amcalarla,
Muhabbet ederdik kuyrukta.
Bizler sarımsak kokan uzun bir dizenin,
Fötr şapkalı kelimeleriydik,
Çürük dişlerimizle bizler,
Dökülmüş harfler gibi kelimelerden,
Saf ve pembe gülümserdik.
Bizler her üç ayın sonunda yeniden doğan bebeklerdik.
Neden ilerlemiyor bu kuyruk derdik,
Neden hep aynı yerdeyiz,
Hayattan söz edilirdi,
Zor denirdi,
Ve ardından susulurdu mutlaka.
Fötr şapkalı amcalardan biri
Ah derdi sonra,
Ah!
Kuyruk öfkeyle kıpırdanırdı o zaman.
3-
“Bir Arap şairi şöyle demiş,
Savaşta yenilen halkına,
Ağlamayın, ağlamayın, acınız azalır”
Uzun bir dize dayardı hayat her sabah karnıma
Şiir için düelloya gelmiş bir sevgili gibi,
Sorardı:
Daha yazacak mısın?
Hayır derdim,
Artık yazmayacağım.
Ama şöyle denir:
Kılıç çeken kılıçla ölür.
Ama şöyle denir:
Kaderden kaçılmaz.
Ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi,
Tırnaklarıyla düzeltemiyor insan.
Yıllarca biriktirdim
rengarenk çokomel kağıtlarını kitap aralarında.
Aşık olduğumda,
Çikolata kokardı kırmızı yazgım.
hayatıma hayat diyemem artık.
sarı yazgım her sonbahar onu
biraz daha fazla, ömür yaptı.
Maviye de, yeşile de dili dönmez ömrümün artık.
Kara yazgımı şimdi kim bilir
Hangi kitabın arasında saklıyorsun tanrım?
Ah.. dedim sonra
Ah!
İç ses, diye söylendim,
Başımda rüzgar vardı
Başımda uğultular...
Kalbim usulca kıpırdardı
Ve ses çıkarırdı dokununca
Çan çiçeğiyle karıştırırdı onu belki
Bir başkası olsa.
Başımda rüzgar vardı,
Yine esiyordum
Hızla dönmeye başladı kalbim
Rüzgargülüyle karıştırırdı onu belki
Bir başkası olsa.
Başımda uğultular...
Fırtına çıktı sonra,
Yaşadığını anladı kalbim,
Böyle yaşanamaz derdi
Bir başkası olsa.
Bir zamanlar meydan okumak isterdim.
Kaç meydanını okudum da bu hayatın.
Yalnızca iki harfini öğrendim:
A
H!
Ah benim nergis kokulu cehaletim...
Ruj lekeleri bıraktın bardaklarda
Anlatmak isterdin kendini durmadan
Bir bardağa bile olsa.
Ne diyecektin, ne söyleyecektin
Şairlerin şahı olsan,
Bir AH’dan başka.
Ah benim nergis kokulu cehaletim
Bana yıllarca, bunca sözü boşa söylettin.
AH!
Güçlü bir el silkeledi beni sonra
Sanırım tanrının eliydi,
Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan,
Çok şey geçmiş gibi başımdan
Ah dedim sonra,
Ah!
İç ses, diye söylendim.
Gel!
Ahlar ağacından sen de biraz meyve topla.
Vasiyetimdir:
Bin ahımın hakkı toprağa kalsın...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)