25 Ağustos 2014 Pazartesi

Çekilmez Bir Adam

çekilmez bir adam oldum yine : 
uykusuz, aksi, nâlet. 
bir bakıyorsun ki 
ana avrat söver gibi, azgın bir hayvanı döver gibi bugün çalışıyorum, 
sonra bir de bakıyorsun ki 
ağzımda sönük bir cıgara gibi tembel bir türkü 
sabahtan akşama kadar sırtüstü yatıyorum ertesi gün. 
ve beni çileden çıkartıyor büsbütün 
kendime karşı duyduğum nefret 
ve merhamet... 

çekilmez bir adam oldum yine : 
uykusuz, aksi, nâlet. 
yine her seferki gibi haksızım. 
sebep yok, 
olması da imkânsız. 
bu yaptığım iş ayıp 
rezalet. 
fakat elimde değil 
seni kıskanıyorum 
beni affet...

Nazım Hikmet

8 Ağustos 2014 Cuma

Abbas

Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalb ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.
Cahit Sıtkı Tarancı

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Pasaport Kahvesi

Kıyıda, taşın üstünde 
oturmuş denize bakıyor 
Kimse konuşmuyor onunla 
ne rüzgâr ne de İzmir 

Gün bitiyor ve lacivert 
sözcükler çekiliyor 
susuşların ipek ağıyla 

Az ötede Pasaport kahvesi 
- Gel, bir bardak çay içelim 
diyor bütün gün beklenen 

Bulut suya değiyor 
su zamana 
ve yalnız çakıltaşları 
değil aşınmakta olan 

Batık bir gemi 
gibi uzaklaşırken ordan 
yakamozlar kalıyor geride 
balkıyan acılar gibi 

Eskiyen neydi günboyu 
yaşanan neydi 
hangi bıçağı biledi deniz 

Işıklar sönüyor kıyıda 
ve burkulan bir yürekle 
çekip gidiyor bu kentten

Ahmet Telli

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Beni Unutma



Bir gün gelir de unuturmuş insan
En sevdiği hatıraları bile
Bari sen her gece yorgun sesiyle
Saat on ikiyi vurduğu zaman
Beni unutma
Çünkü ben her gece o saatlerde
Seni yaşar ve seni düşünürüm
Hayal içinde perişan yürürüm
Sen de karanlığın sustuğu yerde
Beni unutma
O saatlerde serpilir gülüşün
Bir avuç su gibi içime, ey yar
Senin de başında o çılgın rüzgar
Deli deli esiverirse bir gün
Beni unutma
Ben ayağımda çarık, elimde asa
Senin için şu yollara düşmüşüm
Senelerce sonra sana dönüşüm
Bir mahşer gününe de rastlasa
Beni unutma
Hala duruyorsa yeşil elbisen
Onu bir gün benim için giy
Saksıdaki pembe karanfilde çiğ
Ve bahçende yorgun bir kuş görürsen
Beni unutma
Büyük acılara tutuştuğum gün
Çok uzaklarda da olsan yine gel
Bu ölürcesine sevdiğine gel
Ne olur Tanrıya kavuştuğum gün
Beni unutma..

Ümit Yaşar Oğuzcan..

25 Haziran 2014 Çarşamba

Kazım Koyuncu - Yalnızlığı Anla



Yalnızlığı Anla
Ne uzanan biri kaldı elime
Ne de erişilemez yorgun yüreğime
Bir boşluk ki nasıl insanla dolsun
Bilmiyorum var mı daha acısı

Yalnızlığı anla, yalnızlığı anla...

Bir bahçıvan çiçeklerinden yoksun
Bir ırmak akamıyor kuru kuru kaynağı
Fırlatırdım bir taş gücüm olsaydı
Yıkmaya yalnızlığın duvarını

Yalnızlığı anla, yalnızlığı anla...

Hep böyle mi varla yokun savaşı
Ya kazanan yoklar onlar hep böyle mi
Bir boşluk ki nasıl insanla dolsun
Bilmiyorum var mı daha acısı

Yalnızlığı anla, yalnızlığı anla...

Söz: Bora Ebeoğlu
Müzik: Tarik Sezer
Albüm: Dünyada Bir Yerdeyim

Grup KOR - Öbür Yarım



Gürültüyle açtım gözlerimi
Seninle zinam günah değil
Kapattım ışığımı gölgelere
Gidip de dönmemek suçum değil

Yeşerdi umutlarım ellerinde
Bu gece meyler haram değil
Elimde olsa küserdim
Cebimde olsa giderdim

Sen benim öbür yarım
Bu dünyaya gülen yanım
Acımaz amma etim benim
Koparıp atsam çözüm değil

Sarhoşum gözünde uyan diyemem
Teninden damlayan şarap benim
Elinden içipte eren benim
Elimde olsa küserdim
Cebimde olsa giderdim
Sen benim öbür yarım
Bu dünyaya küsen yanım

söz-müzik-düzenleme: Atıl Ünal

18 Haziran 2014 Çarşamba

Şeyh Bedrettin Destanı ( 9.ve 10. Bl)



9.
Sıcaktı.
Sıcak.
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı
                                            sıcak.
Sıcaktı.
Bulutlar doluydular,
bulutlar boşanacak
                         boşanacaktı.
O, kımıldanmadan baktı,
     kayalardan
                 iki gözü iki kartal gibi indi ovaya.
Orda en yumuşak, en sert
en tutumlu, en cömert,
en
    seven,
en büyük, en güzel kadın:
                                    TOPRAK
                nerdeyse doğuracak
                                         doğuracaktı.
Sıcaktı.
Baktı Karaburun dağlarından O
baktı bu toprağın sonundaki ufka
                         çatarak kaşlarını :
Kırlarda çocuk başlarını
Kanlı gelincikler gibi koparıp
çırılçıplak çığlıkları sürükleyip peşinde
beş tuğlu bir yangın geliyordu karşıdan ufku sarıp.
Bu gelen
           Şehzade Murattı.
Hükmü hümâyun sâdır olmuştu ki Şehzade Muradın
                                                                          ismine
Aydın eline varıp
Bedreddin halifesi mülhid Mustafanın başına ine.
Sıcaktı.
Bedreddin halifesi mülhid Mustafa baktı,
baktı köylü Mustafa.
Baktı korkmadan
                     kızmadan
                                gülmeden.
Baktı dimdik
                  dosdoğru.
Baktı O.
En yumuşak, en sert
en tutumlu, en cömert,
en
    seven,
en büyük, en güzel kadın :
                                    TOPRAK
                nerdeyse doğuracak
                                         doğuracaktı.
Baktı.
Bedreddin yiğitleri kayalardan ufka baktılar.
Gitgide yaklaşıyordu bu toprağın sonu
                     fermanlı bir ölüm kuşunun kanatlarıyla.
Oysaki onlar bu toprağı,
                 bu kayalardan bakanlar, onu,
üzümü, inciri, narı,
tüyleri baldan sarı,
          sütleri baldan koyu davarları,
ince belli, aslan yeleli atlarıyla
duvarsız ve sınırsız
bir kardeş sofrası gibi açmıştılar.
Sıcaktı.
Baktı.
Bedreddin yiğitleri baktılar ufka...

En yumuşak, en sert,
en tutumlu, en cömert,
en
    seven,
en büyük, en güzel kadın :
                                    TOPRAK
                nerdeyse doğuracak
                                         doğuracaktı.
Sıcaktı.
Bulutlar doluydular.
Nerdeyse tatlı bir söz gibi ilk damla düşecekti yere.
Birden-
           - bire
kayalardan dökülür
                    gökten yağar
                                    yerden biter gibi,
bu toprağın verdiği en son eser gibi
Bedreddin yiğitleri şehzade ordusunun karşısına
                                                                        çıktılar.
Dikişsiz ak libaslı
                            baş açık
                 yalnayak ve yalın kılıçtılar.
Mübalâğa cenk olundu.
Aydının Türk köylüleri,
         Sakızlı Rum gemiciler,
                              Yahudi esnafları,
on bin mülhid yoldaşı Börklüce Mustafanın
düşman ormanına on bin balta gibi daldı.
Bayrakları al, yeşil,
    kalkanları kakma, tolgası tunç
                                            saflar
pâre pâre edildi ama,
boşanan yağmur içinde gün inerken akşama
on binler iki bin kaldı.
Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yârin yanağından gayrı her şeyde
                                         her yerde
                                                       hep beraber!
                                          diyebilmek
                                            için
on binler verdi sekiz binini..
Yenildiler.
Yenenler, yenilenlerin
                 dikişsiz, ak gömleğinde sildiler
                                   kılıçlarının kanını.
Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi
hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak
Edirne sarayında damızlanmış atların
                                             eşildi nallarıyla.
Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların
                            zarurî neticesi bu!
                                                      deme, bilirim!
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim.
Ama bu yürek
          o, bu dilden anlamaz pek.
O, «hey gidi kambur felek,
hey gidi kahbe devran hey,»
                                             der.
Ve teker teker,
bir an içinde,
omuzlarında dilim dilim kırbaç izleri,
                              yüzleri kan içinde
geçer çıplak ayaklarıyla yüreğime basarak
geçer Aydın ellerinden Karaburun mağlûpları..*

10.
Karanlıkta durdular.
Sözü O aldı, dedi:
«— Ayasluğ, şehrinde pazar kurdular.
Yine kimin dostlar
                yine kimin boynun vurdular?»
Yağmur
            yağıyordu boyuna.
Sözü onlar alıp
            dediler ona:
«— Daha pazar
             kurulmadı
                              kurulacak.
Esen rüzgâr
         durulmadı
                        durulacak.
Boynu daha
            vurulmadı
                            vurulacak.»
Karanlık ıslanırken perde perde
belirdim onların olduğu yerde
sözü ben aldım, dedim :
«— Ayasluğ şehrinin kapısı nerde?
                               Göster geçeyim!
Kalesi var mı?
Söyle yıkayım.
Baç alırlar mı?
                 De ki vermeyim!»
Sözü O aldı, dedi:
«—Ayasluğ şehrinin kapısı dardır.
                                       Girip çıkılmaz.
Kalesi vardır,
           kolay yıkılmaz.
Var git al atlı yiğit
                          var git işine!..»
Dedim: «— Girip çıkarım!»
Dedim: «-—Yakıp yıkarım!»
Dedi: «—Yağış kesildi
                       gün ağarıyor.
                  Cellât Ali,
                                   Mustafayı
                                               çağırıyor!
                Var git al atlı yiğit
                                          var git işine!..»
Dedim: «— Dostlar
                    bırakın beni
                    bırakın beni.
                    Dostlar
                    göreyim onu
                    göreyim onu!
                    Sanmayınız
                    dayanamam.
                    Sanmayınız
                    yandığımı
                    el âleme belli etmeden yanamam!
                    Dostlar
                    "Olmaz!" demeyin,
                    "Olmaz!" demeyin boşuna.
                    Sapından kopacak armut değil bu
                                             armut değil bu,
                    yaralı olsa da düşmez dalından;
                    bu yürek
                    bu yürek benzemez serçe kuşuna
                    serçe kuşuna!
                    Dostlar
                    biliyorum!
                    Dostlar
                    biliyorum nerde, ne haldedir O!
                    Biliyorum
                    gitti gelmez bir daha!
                    Biliyorum
                    bir deve hörgücünde
                    kanıyan bir çarmıha
                    çırılçıplak bedeni
                    mıhlıdır kollarından.
                    Dostlar
                    bırakın beni,
                    bırakın beni.
                    Dostlar
                    bir varayım göreyim
                    göreyim
                    Bedreddin kullarından
                    Börklüce Mustafayı
                    Mustafayı.»

Boynu vurulacak iki bin adam,
Mustafa ve çarmıhı
cellât, kütük ve satır
her şey hazır
               her şey tamam.
Kızıl sırma işlemeli bir haşa
altın üzengiler
kır bir at.
Atın üstünde kalın kaşlı bir çocuk
Amasya padişahı şehzade sultan Murat.
Ve yanında onun
bilmem kaçıncı tuğuna ettiğim Bayezid Paşa!
Satırı çaldı cellât.
Çıplak boyunlar yarıldı nar gibi,
yeşil bir daldan düşen elmalar gibi
                    birbiri ardına düştü başlar.
Ve her baş düşerken yere
çarmıhından Mustafa
baktı son defa.
Ve her yere düşen başın
kılı depremedi:
—İriş
        Dede Sultanım iriş!
                                dedi bir,
başka bir söz demedi..
 

Nazım Hikmet

11 Haziran 2014 Çarşamba

Yellow Raven SARI KUZGUN

The yellow raven sipped the air 
Sarı kuzgun havasını yudumladı 
Of thunder and of rain 
Gökgürültüsü ve yağmurun 
The yellow raven sipped the air 
Sarı kuzgun havayı yudumladı 
Gentle eyes kissing the rain 
Güneşi öpen kibar gözler 

Where do you go, fantastic dreambird? 
Nereye gidiyorsun harika hayali kuş? 
Take me away to somewhere 
Beni çok uzaklara götür 
Take me away from here 
Beni buradan çok uzaklara götür 
Where do you go, fantastic dreambird? 
Nereye gidiyorsun harika hayali kuş? 
Answer to my yearning 
Hasretime cevap ver

Take me away from here 
Beni buradan çok uzaklara götür 

The firebird began to cry 
Ateş kuşu ağlamaya başladı 
When the music died away 
Müziğin sesi azalıp kesildiğinde 
The firebird began to cry 
Ateş kuşu ağlamaya başladı 
And smoke was slowly drifting by 
Ve duman yavaşça sürükleniyordu 

Where do you go, fantastic dreambird? 
Nereye gidiyorsun harika hayali kuş? 
Take me away to somewhere 
Beni çok uzaklara götür 
Take me away from here 
Beni buradan çok uzaklara götür 
Where do you go, fantastic dreambird? 
Nereye gidiyorsun harika hayali kuş? 
Answer to my yearning 
Hasretime cevap ver 
Take me away from here 
Beni buradan çok uzaklara götür 


Scorpions

Söz Müzik: Ulrich Roth 
 Yellow Raven Dinle

3 Haziran 2014 Salı

Yüzünü Aradım, Geçtim

(yitirdiğin her şeyde kazandığın bir şey var; kazandığın her şeyde biraz yitirdiklerin. bu yüzden birileri hep ısınıp dururken dinmez üşümelerin...)

ben de benim olmayan şeylerle varım; benim olan zaten benimse, olmayan şeylerle... varsam, buradaysam belki de onlar için... yüzün için belki de, yüzün nerede?


birbirini tekrarlayan günlerin yaslı boğuntusunda nedir aradıkları insanların? bu koşuşturmada, bin telaşla! herkes birileriyle bir mutluluk düşü kuruyor; o düşle ıslanıyor, o düşle uyuyup uyanıyorlar; sonra düşleri de yakıyor günler. bu kez yeni bir düş daha kuruyorlar; sonra bir daha, bir daha! bütün düşleri yakıyor günler.


yaşam yanıltmanın, insanlar yanılmanın ustası oldukça yine yeni düşler deniyor ve deneniyorlar...


işte her düşün peşine bir şarkıyı takıyorlar. düş gidiyor, peşisıra şarkı da. bir de(n) paramparça oluşunu görüyorlar düşlerin. her düşle bir şarkıyı yakıyorlar... şarkılar yakıyorlar; şarkılar onları yakıyor sonra.


/İnsan,

insanın diyalektiğine tükürüyor; insanı yakıyorlar!/

bunları düşünüyorum ve akıp gidiyor günler siyah beyaz resimler hırçınlığında. sormuştun ya, işte her şey ortada, her şey! önce kuşları vurdular orada, paramparça parçaları bir yana; bir bir savruldu yangınların ortasına kanatları da! ben soluk soluğa dışarıdayım, seni buldum... seni buldum ya, bu kez seni vurdular orada, seni!


her şey sürdü yine, her şey! baktım daha durmuş da uzayın rengini demliyor asalak dünya; baktım ki dağlar ve güller yine akraba; daha bembeyaz uyuyordu kadınlar o esmer uykularda. oysa seni vurmuşlardı, seni, orada!


sonra gelip geçen her sabahla öyle susadım ki yüzüne yokluğunda... yüzünü özledim, yüzünü, anlasana!


“anlasana” diye yazdım ve üç nokta koydum yanına, ama boşuna, boşuna; “boşuna!” diye yazdım ve kalkıp dışarı çıktım. saat 0.5’i birkaç dakika ve bir miktar saniye geçiyordu; ağaran günün teninden sağanak dökülüyordu. 

yüzünü aradım...
yüzünü aradım: kalan kuşlar sen bu kentteymişsin gibi uçuyorlardı. insanlar kalabalık ve kabarıktı; silahları ellerine, tetikleri parmaklarına göre seçiyorlardı.

uçaklar pike yaparken bu kentin göklerinde, bak dedim, bakacak bir göğümüz bile kalmadı işte!


yüzünü aradım gökyüzünde...


yüzünü aradım: sabahın tenine birer birer dağılırken işçiler; yüzünü aradım rastgele atılırken kahve önlerine iskemleler. günler siyah beyaz resimler hırçınlığında ve ben burada bir eski çağ enkazında!


kızlar, boyanıp kuşanıp kız kıza dansederken düğünlerde, yüzünü aradım, kendi olan yüzünü düğünlerde... sonra gelinler korkularını atmışlardı eşiklere; yorgunluktu sonrası işte, yüzünü aradım gelinlerde...


yüzünü aradım, geçtim...


geçtim: şarkıları paramparça görmekten, bu satırları yazmaktan geçtim! oysa hep kalemimle değil, bir gün kanımla kıpkızıl yazmak istedikleri vardı benim de; onları henüz yazmamış olmaktan geçtim... çalışma masamdan kalkarak elimdeki fincanı duvara çarpıp paramparça etmekten geçtim!



geçtim: sabahla birlikte kaynayan çorba kazanlarının kokularından, yol boyu uykularını alamamış köpeklerin korkularından; siyah ışıklardan, çoğalan çocuklardan, azalan ağaçlardan, arabesk feryatlardan ve ucuz umutlardan...


“iyiyim, sağol, sen nasılsın”lı merhabalardan; ağır ağır yayılan çöp kokularından, farlarını kapamayı unutmuş taşıtlardan, feodal şatolardan ve yasalara yelkovanlık yapıp, kendinin saniyesi bile olamayanlardan!

hızla kirlenen bir dünyadan hızla geçtim...
geçtim: sensizliğin tahriş olmuş sızılarından, eksoz homurtularından, cami avlularından, düşleri iğdiş orospulardan, yasadışı iş yapan yasa memrularından... ellerini çaldırmış ellerime bakmaktan geçtim; sensizliğe inanmamaktan...

sis kaplamıştı kenti; dağılsa sanki bir ..k varmış gibi! sisleri yarıp geçtim... yoktun, kendimden geçtim; kızdım, dağıttım, sana küfürler ettim... bir bilsen sana ne güzel küfürler ettim; yoksa kederden geberecektim!


gökyüzü tümünü de ağır ağız izledi; gökyüzünün renginden geçtim...


sonra yeni kuşlar üşüştü gökyüzüne. bir sevindim, bir sevindim; gökyüzü yüzlerce kanattı işte! ama sen, sen orada bir serçe gibi üşüyor muydun yine?


üşüyordun ve bunu biliyordum; çünkü her şey ortada, her şey! bak, kimin temiz bir göğü varsa kirletip bırakmışlar avuçlarına... bu yüzden insanlar elleri ceplerde çıkıyorlar sabahlara. coşkular deprem, sevinçler sıtma...


söyle senin yüzün nerede, yüzün?

nerede başlar bir aşk ve biter, nerede? nerelere gömerim seni ben, nerelerde ölürsün oysa sen!

nerede, yüzün nerede?


sonra çıkıp bu kentin uğultusuna çarpıyorum; bu kent de uğultusunu bana çarpıyor, çarpışıyoruz, kimseler görmüyor...


bir sorudur: “kurtarıcılar işgâlci olabilir mi? ya da işgâlciler kurtarıcı?” sonra oturup yüreklerden damlayan terin hesabını tutuyorum... hesabını kimselerin bilmediği bahçelerin dudağında kanayan uzak güllerin. sevgiye bütün misillemelerin, gecelerin, seslerin, kederlerin... karacadağlı bir çocuğun kan çıbanının, şemdinlili bir ağıdın, kasrik’ten esen poyrazın, peru’da bir balıkçının ve botan’da yakılan köy evlerinin...


öyle acı ki her şey unutmak istiyorum! kendimi bir menekşenin rengine, bir gülüşe k(atıp) unutmak! unutma düşüncesini bile unutmak!

yitirmiştim o aşkın kimliğini, hükümsüzdü... hükümsüze hükümlü bir aşkı unutmak istiyorum... sonra asker çocukları, mapus çocukları, ayyaş babalara sitemsiz çocukları, yitirilmiş çocukları...

uçarı bir çocukluğu yitirmiş benim de yüzüm; yüzüm, zamansız ihtilallerde. ihtilalleri tutun çocuklar erken yaşlanmasınlar!

yarayı tutun, yarayı! güçleri öpüştürün, gökyüzünü dönüştürün; yoksa ölünür alnında günün! ölmeleri hani sessiz, hani genç, unutmak istiyorum!

eski yoldaşların gözbebeklerinde kaynayan bir düşün düşüşünü unutmak! unutmasam, ben de kalemimi kendim için kıracağım!


biz kapkara gecelerin göğünde küçük, ak noktalardık; bir düşünün, ne aklıklar gizler gece; ne aklıklar öyle susar gecede, ama öyle öyle çok gecedir ki gece, aklığımızı büsbütün örtecek kadar...


örtülüşünü

usulca
aklığımızın
unutmak istiyorum...

işte bundan, coşkuyu sevmiyorum artık öyle kabara köpüre nehirler gibi; siz orada kalabalık ve kabarık kalın, sağolun, yalnızlık iyi, yalnızlık iyi...


yalnızdım, üşüyordum ey özlem! beni bir gün belki bu özlem öldürecekti. ölecektim bir gün erken, belki kederden. yakın o gün! beni yakın! savrulup aksın küllerim dicle nehrinden...


akıp geçerken günler siyah beyaz resimler hırçınlığında, sormuştum ya, işte her şey ortada, her şey!


/ben ölürüm; dağlar ve güller yine akraba.../


artık gün doğunca bütün darağaçlarını kursunlar, kursunlar, kur-sun-laar! her şey bu kadar güzelken, böyle bir yanıyla sığ yaşanana, boğulana, savrulana, kirlenene dalkavukluk, çirkinliğe figüranlık etmekten bık-tıııııııım!


ya kuşlar?

sahi, ne demek ister kalan kuşlar?

Yılmaz Odabaşı

28 Mayıs 2014 Çarşamba

BÜTÜN KÜÇÜK ŞEYLER

Bütün küçük şeyler hatırlatır acıları
Yanağındaki gamzesi ya da uykulu sesi
Onlar seni bulurlar sen aramasan da
İçini kemirirler bütün küçük şeyler
Bütün küçük şeyler
Bütün küçük şeyler peşinden gelirler

Beklediğin telefonun gelmemesini ben iyi biliyorum
Zevki kalmadı artık hayata sinirden gülüyorum
Adımı bile sildim ben kapımın zilinden
Öyle bir bıraktın ki nabzımı bulamıyorum

Bütün küçük şeyler hatırlatır acıları
Yüzündeki yastık izi sana gülümseyişi
Onlar seni bulurlar sen aramasan da
İçini kemirirler bütün küçük şeyler
Bütün küçük şeyler
Bütün küçük şeyler peşinden gelirler

Şu an çocuğum olsa sakat doğar o kadar içtim bu gece
Kime konuşuyorum ki ben bunlar sana eğlence
Bu izler silinmez eminim bu izler kalır
Bedenim unutsa bile ruhum hatırlatır
Ne kadar özlediğimi bütün o küçük şeyleri

Söz Müzik: Yankı Sivrikoz
Düzenleme : Anemi
Bütün Küçük Şeyler

20 Mayıs 2014 Salı

İyi ki Doğdun

İyi ki Doğdun Aşkım, Birarada geçecek uzun ve sağlıklı bir ömür diliyorum sana...


Kimseyi görmedim ben
Senden daha güzel
Kimseyi tanımadım ben
Senden daha özel
Kimselere de bakmadım
Aklımdan geçen
Kimseyi tanımadım ben
Senden daha güzel

Sana nerden rastladım
Oldum derbeder
Kendimi sana sakladım
Senden daha güzel
Kimseleri de takmadım

Ölsem değişmem
Kimseyi tanımadım ben
Senden daha güzel
Duman
Söz-Müzik: Kaan Tangöze 


14 Mayıs 2014 Çarşamba

Madenci Şiiri



bilir misin dünya neyle yaşar
toprağın damarlarında
kan diye benim terim akar
beni duyuyor musun
sobanın sıcağında eriyen kar tanelerinde
hayır öyle değil gerçekten duyuyor musun
ciğerlerimde katran birikiyor
tenime pürüzsüz sular karışırken
bir plastik boşluğundan soluyorum
hayatı kızımı ve gerisini
bak toprağın ta yüreğine vuruyorum
beni duyuyor musun
sobanın sıcağında eriyen kar tanelerinde

sen güneşe bakarken hayran hayran,
ben sönük ve sarı bir ışıltıyla adım atıyorum her an,
ne tutsam karanlık
ne yutsam kara karanlık
dilimde damağımda kekremsi
gözümde herhangi bir günden kalan aydınlık,
taşlara kusuyorum ızdırabımı
çelik kazma uçlarına
karbonmonoksit kokusuna

gözlerimdeki hüznü gör istiyorum
dokunuşlarımda toprağın sıcaklığı
bir ben bilirim kır yılanları nerde pullanır
bir ben bilirim ölü kanların aktığı çukurları
gözlerimdeki hüznü gör istiyorum
dokunuşumda toprağın sıcaklığı

benden dinlemelisin yerlerin hikayesini
kalbine indikçe taşlaşan bir dünyadayız
unutuveriyor insan sarı siyah rengini
kızaklar, demir arabalar
bin mağaralıya anlat sevincini
benden dinlemelisin toprak hikayelerini
kalbine indikçe taşlaşan bir dünyadayız

an gelir
atilla ilhan ölür
zihnimde biriken grizular patlayıverir
kapanır ruhların göğe çıkan yolları
insan bir ölüyken nasıl ölüverir
bilinmez sevgili kara ölüye açar mı kolları
soğuk bedenim sımsıcak toprağım
ışıtıyor mağaraları dipsiz kuyuları
ben yerlerde kurulmuş bir mahzenim
bir zaman gelir apansız
atilla ilhan ölür...
ölür gibi zihnimde grizular patlayıverir

yağmur sularıyla yıkayın
çocukları şirin odalarda ısıtan bedenimi
yüzümdeki katran toprağımın sevgisidir
mor güneşlere tutun tenimi terimi
ellerimi bir fabrika çarkına açın
gözlerimi yumun üstüne
çaresizin fakirin açın,
haykırın
işte tam da böyle ölür kayanın adamları
demek böyle ölür kayanın adamları
yağmur sularıyla yıkayın
çocukları şirin odalarda ısıtan bedenimi
Hamdullah Arvas

1 Mayıs 2014 Perşembe

Karanfil


demek geldin
çoktandır hiçbir yerdeydin
ne kadar değişmemişsin
ellerin ne kadar kalabalık
gözlerin ne kadar ansızın
seni böyle değişmemiş görmedim hiç

demek geldin
bu kent burada her zamanki ilkesizliğini yaşıyor
bir çarşı her gün ölüp ölüp diriliyor
radyoda iyi ayarlanmamış bir istasyon
gibi insanın sinirine dokunan sesiyle
bu kent burada her zamanki ilkesizliğini

demek geldin
çoktandır hiçbiryerdeydin
sen denize bakıyorsun ya
ben sana aşkları anlatmak istiyorum
unutulmuş masalları
unutulmuş masallardaki aşkları anlatmak istiyorum
sen denize yürüyorsun ya
ben sana herkesten önce özgür olmak için
mahkum ranzalarındaki çentiklerden çalıp
kendi çentiklerime kattıklarımı
anlatmak istiyorum
çarpıp duran bir pencere kanadı gibi
çarpan kalbimi

sen denize gömülüyorsun ya
bir karanfil kalıyor
girdabında

Salih Polat

5 Nisan 2014 Cumartesi

Adalet


İnsansız adalet olmaz
Adaletsiz insan olur mu?
Olur, olmaz olur mu!
Ama, olmaz olsun...

Özdemir Asaf

3 Nisan 2014 Perşembe

Beceriksiz

Bir seni seviyorum
iki seni seviyorum
Üç seni seviyorum
Seni çokca seviyorum

Bunu söyleyebilmek için varımı gücümü sarfediyorum
Arzu edilen bir incelikle
Dünyada bilemedim ben o en küçük şeyi
Arzu uyandırmayı
Uyandırmayı istediğim anda bile

Buysa eğer sözü edilen duygu masum bir teşhirciliktir alt tarafı
Fiziksel olduğu kadar ahlaksal da bir konu
Allahın belası şey tüm bunlar hiç de ferahlatıcı değil
Çekim gücü olarak sıfır noktası

Aragon

26 Mart 2014 Çarşamba

Teğet

herkes kırılamaz
ipince bir dal olmak gerekir
kırılmak için

ama dünya kütüklerin...

ağlayamaz herkes
ağlayabilecek kadar büyümek gerekir

dünya ise küçüklerin...

sevemez herkes
bir orman olmak gerekir sevmek için

bak ki dünya çöllerin...

ve vakur bir damla olmak
dalga için

katılmak okyanusa aşk için, isyan için.

Yılmaz Odabaşı

14 Mart 2014 Cuma

Delikdeşik

kirpi gibisin çocuk
her tarafın diken
kim elini uzatsa
delik deşik

üstelik sen de kan içindesin

Attila İlhan