13 Ekim 2009 Salı

Eski Mahalle 3. Bölüm


Cem, eski arkadaşı olan Ekrem'i beklerken, Ebru'yla randevusu aklına geldi.
-"Zühal" diye seslendi. -"Ebru hanımı arayıp gelemeyeceğimi bildirir misin?"

Ayağa kalkarak pencereye doğru yürüdü, camdan dışarı bakarak derin bir iç çekti. Başını çevirerek odanın kapısına baktı, bu tempoda koşuşturmadan sıkılmış yorulmuştu. Koca şehir üstüne yıkılıyordu. Kaçıp gitmeyi düşündü bir an, imkan olsaydı da kimseye görünmeden buharlaşabilseydi.
Gevşettiği kravatını sıkarak, "böylesi daha iyi" dedi böylece tüm sıkıntımı kravata yükleyebilirim. Gülümsedi, kendini kandırmak bu mesleğin kendisine öğrettiklerindendi. Kendinden kaçmak... Tüm hastalarına "kendinizle yüzleşmekten korkmayın" derken... İki yüzlülüğün kitabını yazarsın sen oğlum dedi...

Ekrem Semerci...
Bir zamanlar hayatının en değerli insanı, dışarda onun tarafından kabul edilmeyi bekliyordu...

Güzel sekreter; -" Ekrem bey" dediğinde birden irkildi. Endişeli gözlerle kendisine seslenen kişiyi, yeri, mekanı çözmeye çalışıyor gibiydi.
Deneyimli Sekreter hastasının şokta olduğunu anlamıştı;
-"Ekrem bey, buyrun efendim Cem bey sizi bekliyor."

Ekrem, sekreterin sesiyle kendine geldi, "sırat köprüsü dedikleri yol, bir doktorun kapısına gitmek gibi mi?" diye düşündü. Bir psikiyatra gelmenin zorluğu...
Psikiyatrlığın en büyük zorluğu, hasta olan organın bir filmi olmaması idi. Herşeyin bir tahlili bir röntgen filmi vardı ama "Buyrun sizin ruhunuzun filmi, bir bakın" diyemiyorlardı. Aklın bile olup olmadığı belli oluyordu ama ruhumuzun sağlığını hangi röntgen filmi, hangi tahlil ortaya koyacaktı...
Kapıya geldiğinde hafifçe vurdu.
İçerdeki ses; "Gir" dedi.


Ebru gelen telefona çok şaşmıştı. Demek ki son tehdit işe yaramıştı. Cem artık telefon denen aracın ne işe yaradığını öğrenmişti.
Cem ile sekiz ay önce hastanenin açılışında karşılaşmışlardı. Hastahane yönetimi Cem'le çalışmak istemiş, hastahanenin personel müdiresi olarak ikna görevi bana düşmüştü. Onun hiç bir zaman bir hastaneye bağlı çalışmayacağını sonradan anlayacaktım. Sanırım o da bu yüzden bütün ilgisini bana yöneltmişti. Ertesi gün beni aradığında, çalışmayı kabul ettiğini sanmakla aldandığımı anlamıştım.
Fakat onun yapmış olduğu yemek davetini ise reddetmemiştim...

mavigün

devamı var

12 Ekim 2009 Pazartesi

Eski Mahalle 2. Bölüm


Cem kravatını gevşettiği sırada kapıdan mahcup bir şekilde kendine gülümseyen sekreterine baktı.
-"Cem bey bir hastanız var."
-"Zühal hanım çok yorgunum, başka hasta almamanızı söylemiştim sanırım."
-"Özür dilerim efendim, işinizin olduğunu söyledim, ancak arkadaşınız olduğunu söyleyince görmek isteyeceğinizi düşündüm."
Cem merakla;
-"Adı ne? Al hemen içeri"
-" Ekrem efendim, Ekrem Semerci."


Ekrem kendisindeki değişimi çözmeye çalışmış bir türlü başarılı olamamıştı. Bunun gerilere itelediği bir şey olmasından şüphe duyuyordu. Bu yüzden Cem'e gelmeyi kendine kabul ettirebilmesi 6 ayını almıştı. Altı aydır aynı kafede soluklanıyordu. Garsonlarla ve simitçi çocukla ahbap olmuştu...



Ebru saatine baktı, gene geç gelecek anlaşılan diye düşündü. Artık buluşacakları yere gidip onu beklemekten sıkılmaya başlamış, defalarca bir defa daha gecikirse beklemiyeceğine dair kendine söz verse de ha geldi ha gelecek, beş dakika daha diye diye bekleyişi saatleri buluyordu. Beyefendi koşa koşa cafenin kapısından girdiğinde bahanesi her zaman hazırdı, tam kapıdan çıkarken bir hastası gelmiş olurdu. Konu geç gelmesi değil bu bekletmeyi sevmesiydi. Bazen Ebru'nun bir işi olur, Cem geldiğinde en azından bir not bulurdu.

mavigün

devamı var

11 Ekim 2009 Pazar

Eski Mahalle 1. Bölüm


''Aşk ve ölüm arasındaki tek benzerlik her ikisininde insanın karşısına ne zaman çıkacağının bilinmemesindedir.''

Hızlı hızlı nefes almaktaydı bir adım daha atacak hali kalmamıştı. 30 unu çoktan devirmiş olmalıydı. Büyük çınar ağacının altındaki, Üsküdar Belediyesi yazan banka oturarak uzun bir süre kız kulesini seyretti... Neden sonra arkasına yaslandı; “ne kadar dinlenmeye ihtiyacım var” diye düşündü. Her geçen gün kendisinden korkar olmuştu. Etrafına baktı, hayat kendisiyle ilgilenmeden akıp gitmekteydi. Sanki kendisi bu hayatın içinde değildi de yanıbaşında devam etmekteydi. Kalkıp bir adım atsa, hayat onu elinden tutup içine çekecekmiş gibi gelmişti kendisine. Sıkıca banka tuttundu. İçi ürperdi. Elini saçlarına götürerek bir tel saç çekti, canı yanınca kendi kendisine gülümsedi, demek ki ölmemişti... "Çıkmayan candan ümit kesilmezmiş" kendisi de böyle bir can mıydı acaba?..
Yavaşça banktan kalktı biraz yürüdükten sonra ilerdeki bir kafeye girdi, boğazı kurumuştu. Bir çay ve su söyleyerek oturdu. Garson bir iki dakika sonra istediklerini getirdi. Önce bir solukta suyu içmeye başladı, soğuktu, her bir damlası hayata ve bu kargaşaya doğru onu itiyor ve koptuğu zamana tekrar bağlıyor gibiydi. Suyu bitirdikten sonra derin bir oooh çekti. Kendine gelmişti. Çayına bir tek kesme şeker atıp karıştırmaya başladı. "Akşam simidi" diye bağıran çocuktan bir simit aldı. Acıkmıştı...


**************

devamı var

Mavigün

10 Ekim 2009 Cumartesi

ÇOK Yakında...


''Aşk ve ölüm arasındaki tek benzerlik, her ikisinin de insanın karşısına ne zaman çıkacağının bilinmemesindedir...

***Mavigün***


Mavigün'ümüz pek yakında yeni hikayesiyle bizlerle...

8 Ekim 2009 Perşembe

yarım kalanlara rağmen


Söylemezdin tüm o sözleri
Görseydin en gerçek halimi
Artık önemi yok
Her yanlışta doğar bir doğru
Belkide böyle olmalıydı bu
Boşver ziyanın yok

Başka birine kendimi anlatmak
Başka birine duvarlarımı yıkmak
Başka tenlerde aşkı aramak
İnan istemem artık

Zor duramam ayakta hergün kırılıpta
Zor aşk yaşanmıyor hergün her an yanılıpta
Her giden bir, parça çalıyor benden
Yarım kalanlara rağmen...

Yok bağırma sakın hiç şimdi alınıpta
Yok üstüme gelme hiç eskiye sarılıpta
Her acı bir, günah siliyor benden
Yarım kalanlara rağmen...

Şimdi yaramı sarmam gerek
Aşkla aramı yapmam gerek
Kime inanmalı

Başka birine kendimi anlatmak
Başka birine duvarlarımı yıkmak
Başka tenlerde aşkı aramak
İnan istemem artık...

zeynep sağdaş

http://www.dailymotion.com/video/x8cfjl_zeynep-sadayarm-kalanlara-ragmen_music

Ayrılamam


Yalnızlık acıdır
İnsanı acıtır
Aşk denen o var ya
O başa beladır
Ben senle tamamım
Ah tamam...
Bir daha yarım kalamam
Tam seni bulmuşken tanrım
Ben canım, ben canımdan olamam
Zor...
Aman aman
Yılan sensiz zaman
Sensiz azım çoğalamam
Ayrılmam ben ayrılmam senden
İpe götürseler
Beni öldürseler...

Şehrazat

6 Ekim 2009 Salı

Mavigün'e


Bu güzel program için BBO ailesi adına teşekkürler...

MAVİLİGÜNLER



Dostlar,
Gökyüzünün rengi ne olursa olsun,
BBO Adasında, BBO FM 95.5 te
Gökyüzü hep MAVİ olsun...

mavi sevgi
mavi huzur
mavi mutluluktur...
mavi düşler yeşertir umutları
mavi derinlikler yüceltir
mavi gökyüzü kanatlandırır insanı
mavi hayattır ve hayat masmavidir...

Aşkın Rengidir Mavi


Mavi gibi sonsuz olmalı aşk, okyanusun enginliğince uzayan sonsuzluğu gibi. Mavi olmalı sonsuzluğa giden ve erişilemeyen. Yıldız gibi uzak güneş kadar yakıcı, dokunulamayan. Tuz olmalı dudaklarımızda, sonsuz susamışlık için. Bir çiçeğin bedeninde maviye dönmeli sarıya, turuncuya, kırmızıya, sonra beyaza. Belki de mor bir kızıllık olmalı, boyamalı ufku gün doğmunda ve her akşam üstü. Tüm renklerini yaşatmalı doğanın belkide doğadadır aşk...

Mavi olmalı aşk, beyaz karlar altında boy veren kardelen mavi olmalı. Kırmızı gül maviye çalmalı yarin ellerinde. Sevgilinin gözlerindeki aşk maviye bakmalı.
Aşk mavide gelmeli, topraktaki maviye açan her çiçek gibi, sonsuz mavilikte.
Sonsuz olmalı yani mavi yani sonsuz.... Yani...

Güneşin sarısı maviye gider, ayın beyazı mavide, kar maviye yağar, sevgiliyi ıslatan yağmur maviye yağar, rüzgar mavide eser, tüm ağaçlar mavide yaşar, yeşil sarı, kırmızı, turuncu bilcümle tanımadığım renkte.
Adı yeşil olmalı belki, maviye çalan yeşil mavi olmalı...

Kırlardaki kelebek maviye uçar, kuş mavide kanat çırpar, sevgili maviye koşar.
Kelebek olup omuzuma konan kadın mavi bir aşk olmalı. Yüreğimdeki kan kırmızı maviye akmalı.
Aşk mavi bir kadın olmalı, doğanın tüm renklerine inat. Tüm renkler aşkta aşk mavide olmalı.
Yaşam mavide, aşk mavide, sevgi mavide, sonsuzluk mavide, ölüm maviye varmalı. Yine ölümsüz bir hayattır ömrümüzün mavisi...

Maviye çalar gözlerin yangın mavisine; Bir şiir gibi mavi yaşanmalı aşk.
Mavi olmayan aşk sonsuz değildir, sonsuz olmayan aşk yalandır. Mavi olmayan yalana dönüşen aşk mavisizdir.
Sonsuz zamanlarda yaşanan aşk mavi, yalansız tüm aşklar mavi. Aşk en çok sen maviyi sevdiğin için mavi. Hayatın sonsuz maviliğinde kaybolmalı insan, tüm renklere inat. Adını nadir zamanlardaki doğa vermeli aşkın mavisine...
Günlük yaşanan hiçbir aşk mavi değildir.
Mavi sonsuzluktur, aşk mavi olmalı...
Hayatı mavi yaşamalı, aşkı mavide...

Kevser Ruscuklu

Deli kızın gözyaşları...


Tatlı çiçek, can çiçek
Nedir çektiğin senin
Arılardan kelebeklerden?
Bıkmadın mı özünü emdirmekten,
En güzel kokularını
En diri zamanını onlara hasretmekten
Ve sonunda terkedilip,
Sararıp solmaktan bıkmadın mı?
Ey çiçek...


no name

4 Ekim 2009 Pazar

Yağmur Arkası


Yağmurlar yağdı ve hiç dinmedi
Her biri saydam çiçeklenen saçında
Yağmurlar daha çok pencereler içindi
Öksüzdüm gözyaşıydım dudağında
Bir sancıydım boğuk akşamlar gibi
Büyüdükçe büyüdü isli ve yalnız olmak
Kirazını soldurdu ağaçların
Nasıl devrildi taşlar üstümüze
Çoğalan nasıl boydan boya kuşkular
Kar dizboyu ölümü sokakların
Ezgiler sabahlarda eriyecek
Gözlerin uykumda yeşerir durur
Kalsam çağlar boyu yokluğunun kapısında
Yaşamak bunca umuda yeniden varmak olur
Ölmek seni duymamak bir gün daha


Afşar Timuçin

Uyanıklık


uykum geliyor
uykum geliyor
uzaklaşıyorum
yaklaşıyorum
kendimden
kendime

sevdiğim havaları rahat dinliyorum
şekil keskinlikleri körleşiyor
ağırlıklar kalkıyor
çıkıyorum
bu âlemlerden
uykum geliyor
uykum geliyor

uyanık yollar yürüyorum
uykuda yollar yürüyorum
uykuda insanlar görüyorum
niçin gördüğümü bilemiyorum
uykum geliyor
uykum geliyor

Asaf Halet Çelebi

Aç Kapını


Sana baharlar getirdim
Okyanuslar ötesinden
Birkaç damla sevinç
Ve bir de menekşeler

Sana yağmurlarla geldim
Her damlada nisan tadı
Mavi buğusunda
Baş eğmeyen sevdam var

Aç kapını bir tanem
Aç kapını ben geldim

Sana umutlarla geldim
Yüreğimde aydınlıklar
Hiç kirlenmemiş
Ve paylaşılmaya hazır

Sana sevgilerle geldim
Kucak dolusu sevgiler
Hiç örselenmemiş
Ve düşmemiş dillere

Aç kapını bir tanem
Aç kapını ben geldim

Söz : Nuray Bayram Demir
Müzik : Coşkun Demir

http://www.youtube.com/watch?v=OatKOhjkHoo&feature=related

3 Ekim 2009 Cumartesi

Kırılganım Bu Günlerde


Kırılganım bu günlerde
Elim ayağım toza bulanmış.
Herkesten önce ölmeyi isteyecek kadar
Bencilim bu günlerde...

Beni boğmayı isteyen bir nefes
Doluyor içerime,
Omuzlarım ağrıyor, hüzün yükü
Her şey birikiyor üzerime.

Ağlamayı özlüyorum biraz da
Gecenin bir vaktinde,
Yıldızların gözlerinden düşüyor
Ur gibi hasret yüreğimde.

Düş kırıntıları kalıyor uykularda
Üveyiğin kanadından,
Aşk değil de nedir çekilen
Bitmeyen özlemlerde?

Sadık değiliz kendimize,
Yalanlar birikiyor öykülerde.
Aslında tren rayları gibiyiz
Birlikteliklerde...


Orhan Bektaş

Sensizlik...


Sensizlik kapkaranlık.
Dipsiz bir kuyu.
Sensizlik,
Aşılmaz bir buz dağı.
Sensizlik,
Yaşamla ölüm arası.
Sensizlik,
Anlatılması imkansız.
Sensizlik,
Alaca karanlık kuşağı...

Alıntı

Sen Gittin Ya...


Sen gittin, ardından Sonbahar mevsimi geldi. Döküldü yapraklar bir bir, her biri bir tarafa savruldu... Kocaman ağaçlar beyaz kefen giyinip ağladı, döküldü anılar bir bir dallardan.... Sen gittin, beni de alıp gitti sarı rüzgarlarıyla sonbahar, yaprak yaprak savurdu sokaklara, bir öksüz çocuk misali tek başıma kaldım kaldırımlarda... Kanadı kırık bir turnayım şimdi. Yorgunum, çok yorgun... İçim dışım sonbahar...

Bedenim soğuk şimdi üşüyor dudaklarım, göğsüne düştü başım hüzünlü yılların. Avuç avuç kimsesizlik yağıyor üzerime... Terkedilmiş cümlelerin satırlarında sonbahar alfabesine yazılıyor adım harf harf, satır satır içime dökülüyor yapraklar. Kimisi gül olup açıyor şiir şiir, kimisi diken olup batıyor yüreğime...

Ey sonbahar, gazellere yazılmış bir kırık öykü hayatım, sıradan ve anlamsız. Her gece üzerime yıldızlar serpiştiriyorum, anlamını bilmediğim ama acısını duyduğum karanlık duygular kaplıyor içimi...

Sen gittin, dilimi kanatan şiirler üşüşüyor parmak uçlarıma her gece, güz kanadında çıplak ayaklı bir çocuğum şimdi. İnceden bir sızı gibi hasret tutuşturuyor içimi. Yalnızlığın en orta yerinde öksüz ve yaralı. Kaldırımlara saçıyorum yüreğimi her akşam.

Sen gittin, ardından Sonbahar geldi. Döküldü yapraklar birer birer her biri bir tarafa savruldu. Gözyaşlarımdan turnalar döküldü kaldırımlara, hıçkırıklara büründü gökyüzü, hangi atlasın, hangi sayfasına gittin bilinmez... Bütün mevsimler sonbahara ağıt yakıyor şimdi, hiç bir mevsim avutmuyor hicranımı.

Sen gittin, sonbahar yaprakları gibi şarkılar da dökülüp dökülüp gitti ardından. Hani, Elveda bütün hatıralar... "Yine hazan mevsimi geldi, yine yapraklar rüzgarların peşi sıra gidecek" şarkılarını kimse söylemiyor artık.
Hani,Hastayım, gönül hastasıyım gönül ilacımı bulamazsam ölürüm... Masalındaki sevdalıları da kimse anımsamıyor artık.
Şimdi şarkılar, şiirler, masallarda hazan mevsiminin hüznü var, kimsesizliğimin hüznü...

Sen gittin, ardından Sonbahar mevsimi geldi. Döküldü yapraklar bir bir. Aradan yıllar geçti, göçüp gitti ömrümün vefalı turnaları.. Anladım ki herkesin bir masalı var, her masalın bir sonu. Şimdi artık ne masallar kaldı ne de inanan masallara, ne seher yelleri yare selam götüren, ne de nazlı yardan haber getiren telli turnalar.

Bir kasırga gibi esiyor sonbahar rüzgarları. Şimdi zamanın ezen girdabında yapayalnız, sevgiye, güzel bir bakışa hasret, kuruyup gidiyor ömrüm. Ne zaman seni düşünsem kanadı kırık turna misali bükülür boynum...

Gittin, ömrümün bütün mevsimlerinde seni aradım, her giden yolcuya, her gelen yolcuya, esen rüzgarlara, yağan yağmurlara seni sordum...

Saydım tam bir ömür olmuş sen buralardan gideli , ben hâlâ o duygulu, o hüzünlü, o yüreği kocaman utangaç çocuk...

Sonbahar geldi yine tüm hüznüyle... Sessizce, gizlice çöküverdi üstümüze aniden... Başlayan yağmurlarla anlamsız yolculuklarına çıktı sararan yapraklar... Ağaçlar eğdiler başlarını, ağladılar yalnızlıklarına tıpkı bizler gibi... Sonbahar bu. Ayrılıkların mevsimi. Ağlayan mevsim. Tamamlanmamış bir şeyleri andırıyor sanki. Adı hiç konmamış gibi. Hep bir şeyler eksik bu zaman diliminde. Asla yeri dolmayacak adı bile bilinmeyen bir şeyler eksik… Bilinmeyeni aramak öyle zor ki! İçimdeki boşluğu hissetmek, ama dokunamamak. Nasıl anlatılır bu bilmiyorum ki. Söylediklerim anlatabilir mi içimdeki var olabilme savaşını? İnan bilmiyorum. Belki de bu yüzden anlatıyorum sonbaharı sana. Bana benzediğine inandığım için...

alıntıdır.

2 Ekim 2009 Cuma

Ay Yüzlüm


Ah ay yüzlüm bize neler oldu
Ah gül yüzlüm bize neler oldu.
Geçse pencerenden yalnızlığım, seslenir misin?
Yağsa gökyüzünden gözyaşlarım, ıslanır mısın?
Yoksa çoktan beri bensizliğe hazır mısın?
Oysa ben sensizliği hiç düşünmedim.
Buralarda yalnız bir başıma,
Gülerim yalnızlığa...

Uğur Aslan

http://video.ayniyer.com/Ah-Ay-Yuzlum-Bize-Neler-Oldu--Aile-reisinde-calan-sarkiizle27.html