24 Şubat 2009 Salı

Seval'ce



Ben burada ne yapıyorum? Neden geldim, niçin buradayım? Kaderime (ki, kader mi - değil mi orası da tartışılır ya) boyun eğmeyi, bir kere daha benden beklenileni yapmayı, benden istenileni vermeyi, ben istiyor muyum? Neden hiç istemediğim, hatta en minicik hücremde bile isyan uyandıran bir eyleme razı oluyorum?

Uzun zamandan beri yanlışlar içindeyim, tamam bunu kabul ediyorum ama birçok yanlışı daha büyük bir yanlışla mı düzelteceğim? Kaç yanlış bir doğru eder? Ya sonra? Sonra ne olacak? Ne değişecek? Ben! Evet, ben değişeceğim, kendimden daha çok nefret edeceğim, her aynaya baktığımda kendi gözlerimden kaçmaya çalışacak ve bunu beceremediğimde de yüzüme tüküreceğim... Gözpınarlarım kuruyana kadar ağlayacağım... İyi de, bunun karşılığı ne olacak? Nasıl unutacağım? Kendimi nasıl affedeceğim? Pişmanlıklarımı kiminle paylaşacağım, kiminle dertleşebileceğim? Kimim var? Tanrım? Yanımda mısın? Ne olur beni affet, yalvarırım... Sen bir akıl ver, bir yol göster...

Neden geldim diyorum da belki de sormam gereken asıl soru "buraya nasıl geldim?" olmalı. Sahi ya, bugüne nasıl vardım ben? Seninle başladı ya herşey, seninle başladı ya hayat! Seninle ne zaman, nerede? Hatırlıyor musun? Yıllar önceydi hani ben daha çocuktum, sen de daha bıyıkları yeni terlemiş ince uzun bir delikanlı...

Neden soruyorum ki sen hatırlamazsın, biliyorum. O günleri unutmayan benim, sen değil! Sadece ben...

O zamanlar sen babanı yeni kaybetmiştin, acılı, sessiz ve mahsundun ama yine de bana takıldığında gözlerin gülümseyerek bakardın biliyor musun? Hiçbir şeyim olmadığın halde-öyle- sanki sevgi dolu bakardın ya işte, o bakışlarınla her şeyim oldun sonunda...

Ve bugün? Bugün neyimsin? Benim olan bir yerin var mı? Hiç oldu mu peki? Ne çok soru varmış içimde hepsi de cevapsız kalmaya mahkum. Bilmiyorum, anlamıyorum artık kendi kendimi bile anlamıyorum. Cahilim ben, bak bu çok doğru, çok cahil. İlkokuldan sonra okula da gitmedim zaten. Ama bu benim kendi kararım değildi. Bana o zaman "Git kızım, devam et, oku, doğruyu-yanlışı öğren, kendini geliştir!" diyen biri olmadı. "Kız kısmının okul nesine?" dediler, ben de itiraz bile etmedim. Hiçbir şeye itiraz etmediğim gibi... Düşünmedim bile.

Hem dedim ya, daha o zamanlar aklıma düşmüştün sen. Karşılaştığımızda tatlı tatlı bakar gülümserdin bana, ben o çocuk aklımla başka bir aleme giderdim sanki o tebessümle. Öyle isterdim ki, o gözlerin hep bende kalsın, o gülücük de yüzünde...

Bu istek zamanla benimle birlikte büyüyen büyük sırrım oldu, sonra da tüm benliğimi eline geçiren büyük tutkum. Ben farkına bile varmadan... Ben beni, bulamadan kendimi yaşamadan, senin olmuştum bile çoktan....
Sana olan tutkunluğuma tek özürüm, belki sevilmeyen bir çocuk olmam. Bugünkü aklımla bulduğum mazeretim ise sadece yenmeye çalıştığım yanlızlığım...

Hani hiç kimsenin ilgilenmediği küçücük kız çocukları vardır ailelerin... Hani sevilir belki de, bu ona pek bildirilmez, gösterilmez. İnsanların duygularını saklamayı marifet bildikleri, töre ve adetlerin etkisiyle göstermeyi ayıp saydıkları ailelerin istemeden düşünmeden doğurdukları çocuklardan biri...

Babasının karşısında korkuyla karışık bir saygıyla titreyen, her zaman uysal annesini gördükçe daha çok ürkekleşen, yerden gözlerini, bükük boynundan başını kaldırmaya korkan küçük bir kız...

Çok erken yaşlarda öğrendim ben başım eğik, gözlerim yerde olunca babamın beni daha çok sevdiğini, annemin daha memnun olduğunu. Sesimi çıkartmaz, karşı çıkmazsam ikisinin de gözleri daha bir şefkatle bana bakar gibiydi. Korktuğumdan değil ama asla (hiç bir şeyden korkmadım ben!) sadece beni sevmelerini istediğim için oynadım istedikleri oyunu. Kazandım mı? Sevdiler mi gerçekten beni? Bilmiyorum.

Hiçbir şey bilmiyorum artık, ama... Bildiğim bir şey var ki, kendimi bildim bileli sen vardın bende ve ben seni hep sevdim. Ve yalnız seni severek büyüdüm... Seni görmek için ilk defa kaldırdım başımı eğdiğim yerden, seni doyasıya görebilmek için diktim gözlerimi gözlerine... Senin bana yine öyle yıllar önce baktığın gibi bakman için, gözlerindeki o ışığı, beni ısıtan o sıcaklığı görebilmek için neler vermezdim neler...

Ama bir dakika, bir dakika ya, verdim de be! Verdim ulan! Bende ne vardıysa verdim! Seve seve verdim, gönüllü verdim, kendimden çaldım sana verdim! Karşılık sormadım, sevgini görmedim, kırıntılara razı oldum! Değerlerimi hiçe indirdim, hepsini sana kurban ettim... Hep verdim ama yine de yetmedim, bir türlü memnun edemedim...

Şimdi sen benden bebeğimizi öldürmemi istiyorsun! O ölürse benim aşkım yaşayacak mı sanıyorsun? O günahsız masum ölünce mi beni seveceksin? Almaya doymadın, istemeye de bıkmadın! Yıllarım geçti senin için, sensiz ve nedense hep kaldım yetersiz... Sırada ne var, daha neyimi isteyeceksin? Verecek bir tek cevabın var mı? Şerefsiz! Erkeksen dürüst ol benimle, açıkça yüzüme ölmemi istediğini söyle! Gözünü bile kırpmadan beni buraya getirip bu kasaba teslim ettin ya... Benden günah gitti bilesin... Aklım başıma bir geldi ki, kork artık benden bundan böyle...

Not: Bir zamanlar, evli sevgilisinin kürtaja zorladığı bir kadının duygularını kendimce anlatmaya çalışmış yazıya dökmüştüm, eski dosyalarımı karıştırırken buldum, sizinle de paylasmak istedim...

By;Seval

2 yorum:

no name dedi ki...

O kocaman yüreğine sağlık...
İyi ki varsın...

Adsız dedi ki...

No Namecim cogu zaman yürekten tasani haykirmak, duymaktan kolaydir. Sen duyanlardansin! :)

Bence biz, paylastikca güzellestik..