16 Şubat 2015 Pazartesi

Yaz Bitti


yazın bittiği her yerde söylenir
söylenmeyen şeyler kalır geriye

ve sonra hiçbir şey olmamış gibi
ağır, usul bir hazırlık başlar
uykuya başlar yeni bir mevsime

orda burda, ev içlerinde, kır kahvelerinde, deniz kenarlarında
incelen yazın akşam esintilerinde
zaman usulca sıyrılır aramızdan
ta içimizde duyarız gelecek günlerin geçmişini
başka ne gelir elimizden
büyük bir uzaklığa gülümseyerek
geçiştiririz ıskaladığımız şeyleri

yatıştırır rüzgarlar
dışavurur içimizdeki lodosu, poyrazı, günbatımlarını
saklar bizi
gözlerimizdeki hüzne "dinginlik" adını verir
"seni iyi gördüm" diyenler
biz de iyi hissederiz kendimizi
elimizden başka ne gelir ki
köşe başları, akşamüstleri, kokular
tozar gider zamanın boşluğunda
karışır anların kuytu belleğine
belki sonraları bir gün
hatırlanır aynı kederle
yazın bittiği her yerde söylenir
söyleyenler inanır gerçekten birşeylerin bittiğine
yaz biter
eskir geceler, serin hüzünlü
yeni mevsime hazırlık ömrün teğel yerleri
bir yanı telaş, bir yanı ürperten yaz sonu ikindileri
çıkarır sizi dalgın derinliğinizden
yaşadığınızı duyarsanız teninizde
bir zamanlar okumuş olduğunuz kitapları özlersiniz
sıcak odaları, beyaz, temiz yastıkları
ahşap pancurları
yaz bitti
bitmeyen şeyler kaldı geride

yaz bitti
yaz bitti
yüksek sesle söylüyorum bunu kendime
her yerde söylendiği gibi
yaz bitti
yaz bitti
hiçbir şey hiçbir şey
hiçbir şey
yalnızca üşüyorum şimdi

Murathan Mungan

12 Şubat 2015 Perşembe

Tentation

Bana yaşadığın şehrin kapılarını aç..
Sana diyeceklerim söylemekle bitmez 
Yıllardır yaşamımdan çaldığım zamanlar 

Adına düğümlendi.

Bana yaşadığın şehrin kapılarını aç.. 
Başka şehirleri özleyelim orada seninle. 
Bu evler, bu sokaklar, bu meydanlar 
İkimize yetmez.


Özdemir Asaf

6 Şubat 2015 Cuma

Roman Okudum Seni Düşündüm


Bende tarçın sende ıhlamur kokusu 
Yürürüz başkentin sokaklarında 

Bir nehir şu tutuk konuşan cumartesi 
Üstünde iki yonga: Çarşamba, bir de cuma 

Ayrılık lafları etme sevgilim 
Önümüz Temmuz önümüz Ağustos nasıl olsa 

Kolkola yürüyoruz tek tük öpüşüyoruz 
Sonra ayrılıyoruz korkuyoruz da 

Kimi zaman neden kalabalığın içinde duruyoruz da 
Kimi zaman bir köşe arıyoruz en sapa 

İşimiz mi yok, şu Akay'a sapalım istersen 
İstersen garson girelim ilkyazın gazinosuna 

Börekçi! diye bağır istersen şurda 
Kısmet çıkar -sanırım- Emek'te oturan kıza 

Abiler! Abiler! diye bir şey satayım ben 
Mendilim kalmamış kağıt peçete yok mu çantanda? 

Üç peseta gibi bir paraya dondurma yemiştim 
Madrid'te yemiştim, ve çatılardan kanguru akıyordu 
Londra'da 

Seversin mi beni, doğru söyle ama? - Sigara? 
Ne eflatun etin var, yanarca mı yanarca 

İnan Selimiye'nin minareleri gibisin 


Cemal Süreya


1 Şubat 2015 Pazar

Altro

Şarkı söylüyormuşum 
Sokaklarda, 
Görmüşler. 

Yere yere bakıyormuşum 
Yürürken, 
Duymuşlar. 

Sonrasını kendileri uydurmuşlar.


Özdemir Asaf

31 Ocak 2015 Cumartesi

Denize Karşı



Adam oturmuş denize karşı 
Elinde oltası yıldız tutar 
Çeker çıkarır bir geceden 
Çeker çıkarır tadına bakar 
Ardında ışık içinde çarşı 

Bir kız geçer arkadaki yoldan 
Bir eda bir çalım akça pakça 
ağzı yüzü bir delice türkü 
Vurur kokusu uzaklaştıkça 
Öyle bir dişi ki beter gerçekten 

Dalmış gitmiş işine beriki 
Vız gelir çarsı türkü vız gelir 
Çocuksu bir bakış gözlerinde 
Bir başına rıhtımda oturur 
Ne geçer içinden bilinmez ki.


S.Kudret Aksal

25 Ocak 2015 Pazar

Beni Unutma



Ben ayağımda çarık elimde asa
Senin için şu yollara düşmüşüm
Seneler sonra sana dönüşüm
Bir mahşer gününe de rastlasa
Beni beni unutma

Bir gün gelir de unuturmuş insan
En sevdiği hatıraları bile
Bari sen her gece yorgun sesiyle
Saat onikiyi vurduğu zaman
Beni unutma

Çünkü ben her gece o saatlerde
Seni yaşar ve seni düşünürüm
Hayal içimde perişan yürürüm
Sende karanlığın sustuğu yerde
Beni beni unutma
  • Söz: Ümit Yaşar Oğuzcan
  • Müzik: Selda Bağcan
  • Düzenleme: Ekin Eti

14 Ocak 2015 Çarşamba

Gece



Ah, sen ey, ölüm kadar sonsuz olan 
Ve dar bir tabut gibi rahat uyku! 
Islak geceyi örtün kalbim, uyu! 
Artık uykuyla tek başına kalan 

Ruhum gemiler uğramaz bir liman 

Bir tanrı gibi her tarafta korku; 
İşliyor bütün saatler kurmadan, 
Dışarda yağmur yağıyor durmadan, 
Görmüyor pencereler sonsuzluğu. 

Beni dibine çeker misin kuyu! 

Bitti gücüne güvendiğim zaman, 
Gökler yakın bir ayrılıkla dolu; 
Aynasında yüzüm dalgalanan su, 
Nağmesine vurgun olduğum umman. 

Al beni rüzgar! Kül et beni volkan! 

Toprakta o baş döndürücü koku 
Ve ölüm, gece ucundaki çoban. 
Gel yetiş, ey pişmanlık! İşte yaman 
Bir gecedir, yaman bir gecedir bu. 

O derin gözlerin ne güzel, puhu!


Ahmet Muhip Dıranas
Fotoğraf; E. Halefoğlu

9 Ocak 2015 Cuma

Vakit Var Daha


Elif Lam Mim. Yirmi üç haziran dokuz yüz altmış yedi 
Bulanık atmosferin içinde gözlerim sımsıcak; 
Yel değirmeni’nden denize sarpa sararak inen bir sokakta. 
Vakit tamamdır diyorum. Ve sokağın sesi 
Diyor ki değil daha 
Vakit var daha 

Bir kilise tadı taşıyor Dolmabahçe camiinin pencereleri 
Uzaktan bakmak şartıyla ve aydınlık oluşunu saymazsak; 
Ve denizin gişesinde oturan kısa boylu saat kulesi 
Yakasının içine kaydırmış hafifçe basınç-ölçerini 

Diyor ki değil daha 
Vakit var daha 

Mermerin memelerinden hafifçe hafifçe damlıyor mavi 
İlk mavi, doğru mavi, çayır çimen bilgisi 
Cücükleniyor orda hemen ılık menekşesi Şems’in 
Çalgıcısını da yanında gezdirirdi Konya’da Şems ki 

Diyor ki değil daha 
Vakit var daha 

Bir koku gibi dururdu parmağı yüzüğünün içinde 
Gerindikçe bütün Doğuya yayardı bedenini, 
Sağlığından çerçeveler yaratır Kelime Hatun 
Uzun uzun duyardı gözlerine çekilmiş mili 

Diyor ki değil daha 
Vakit var daha 

Evlerden çadırlardan toplananlar bini buldukça 
Padişahın önünde törenle uçuruldu kelleleri. 
Geceyi bir dert gibi geride bırakan Yahudiye 
Gündüz de tırnaklı hayvanların eti haram edildi 

Diyor ki değil daha 
Vakit var daha 

Genç Osman annesinin rahmini çekip üstüne 
Adı burgaçlara yazılsın diye bekledi. 
Ve Sinan düdenlerde olsun diye ölümü 
Kurduğu her yapının temelini suya indirdi 

Diyor ki değil daha 
Vakit var daha 

Düşmanına ilerlerken tuhafça gülerdi 
Köroğlu’nun sırtında üst üste dokuz dombay derisi. 
Ve kaçarken yılan sokmuş orman perisi 
Gözleriyle izlerdi sessizce erkeğini 

Diyor ki değil daha 
Vakit var daha 

Deve, devenin üstünde tabut, biri çekiyor deveyi 
Üçü de Ali: deve, deveyi çeken ve tabutun içindeki, 
Çılgın gibi koşuyorum köylerden şehirlere 
Başını kayalara vura vura ilerleyen bir insan seli 

Diyor ki değil daha 
Vakit var daha 

Hafif kanlı Chevrolet’ler, hırslı Pontiac’lar, kıranta Buick’ler 
Gürültüyle akıp gidiyor General Motors’un enikleri; 
Ve ağır kıçlı, geniş çeneli, soluklu arabaları Ford’un; 
Ve ağaçlar görüyor, gözlüklü, iri kıyım Chrysler ailesini 

Diyor ki değil daha 
Vakit var daha 

Sokak lambaları yerebatanlar yük kamyonları 
Almadan edemeyeceğimiz bir selam gibi 
Sırtlar arkalar talvekler duldalar öte yüzler 
Ve kuyuya sarkıtılmış bir testinin dibi 

Diyor ki değil daha 
Vakit var daha



Cemal Süreya
Fotoğraf; E. Halefoğlu

6 Ocak 2015 Salı

Tahta At


Dostlarımız geldi hafif danslar geldi
Şeker verdik aslan yeleleri aldık kırk kapı açtık
Kırk kapı açtık Mavi Sakal öldü
Kırk odanın içinde güzel aslanlar güldü
Sen güldün Asya güldü hafif danslar geldi

Gel kalbini saat yap odamıza
Saatin içine kutsal sözler yaz
Güneş yap aşka güzel ölümleri uslu ölümleri
Gel mesut odalar içinde çözül güzel bulmaca
Güzel ve mağrur ve katil

İç dünyamı ikili susmalarla bölme
Şiir günlük konuşma dilimiz
Kıskançlığımdan örülme bir perde
Perdeye çarpan beş deniz
Kuvveti yok bende itham etmek hakkından önce

II
Dostlarımız geldi sağlam izleri var karda
Yapacaklarının yapılabileceği iyi öğretildi onlara
Ve sağlam kutular içine koydular gölgelerini
Karışık bir ses teller üzerinde Londra
Gel bu gece görülmemiş bir şey olacak

Yanlış bir dağın altından yanlış bir su çıkarsa
Kaybolursa taşlar içinde taşlar getiren taş bir bulut
Eşkiya heybesinde çizgili kayığa asıl
Merhametin bildik kaynağı eşkiyalar
Kıldan ince çarpık bilgileri unut
Sessiz derin sonsuz yaslı duvarlar önünde
Türküler içinde en şen en senin olanı söyle

III
Aşk kadar nazlı saat kadar gerçek
Bir bülbül bakıyor bana doğru
Boş oda kadar tedirgin tehlike kadar güzel
Bir bülbül içimde sedefle kaplanıyor
Payıma korkarım eşsiz bir azap düşecek

Dostlarımız geldi öldü büyücüler
İnsanla peygamber arası basık bir gürültü içinde
Korkunç ilgiler döner dolaplar
Sedef gurur ve inat içinde

Seni bana getirsin ölüm yatağımdayken
Kırık ayaklı tahta at.


Sezai Karakoç

28 Aralık 2014 Pazar

GEL BİTTİ DİLİMDE


Alışkanlıklarımla dolduruyorum boşluklarımı. 
Eski bir kitap, eski bir arkadaş, eski bir şarkı... 
Yaşamaktan ve yazmaktan sahnelerini ezberlediğim oyun, seninle yenileniyor. 
Rüyalarım olmazdı oysa. 
Yalnızlık derin bir uyku koynundayken canımı acıtmazdı. 
Şimdi, uyanmak için seninle boğuştuğum, uyanmak için sana yalvardığım rüyalarla geçiyor uykularım. 
Uyandır beni küçük kız! Uyandır ve çık sokaklara. 
Odalara kapattığın bedeninin ruhu bende! 
Kırılmış ve rüzgârına küsmüş bir dal sitemkârlığında bana bakan yüzün, uykulardan kaçtığım günlerin telaşında bile bırakmıyor aklımı. 
Sokaklara çık! 
Bir serserilik yap, bir delilik, bir iyilik? 

Alışkanlıklarım doldurmuyor boşluklarımı. 
Her eski, yeniye duyduğu öfkeyi benden alıyor. 
Hatırıma yer etmişlerim unutulmanın hıncıyla, kendini unutturmamacasına saldırıyor. 
Neye sarılsam bana vefayı anlatıyor, vefasızlığımı vuruyor yüzüme. 
İstanbul bile karşımda. 
İstanbul bile eskiye alınmanın alınganlığıyla, sırtını dönüyor bana. 
Yazmaya bulduğum çareler kelimelerimi kemiriyor. 
Kalır ayak kanayan bir iç bulanmasında her şeyi kusup üstüme düşleri de berbat ediyorum. 

Unutuyorum her seferinde. 
Neresinde kalmıştık ayrılığın? 
Hareketsizliğe alışamamış ayaklarım, eski şehirleri getiren adımları kapımdan kovamıyor. Sana seslendiğimi sandığım her yazı da yaz ellerimi üşütüyor. 
"Çık sokaklara" bende bir feryat artık. 
Ve kapanıklılığın duvarları aşıyor da suretini yaşatırcasına beni buluyor. 
Asıl düşmanlarını hatırladım bu öykünün ama çok geç, yeni bir kötüye can vermeye. 
Örsümü zorluyorum bazı geceler sesin ilişir umuduyla. 
Sen böyle mi susardın? 
Susardın ama küçük kız edasıyla ve nazıyla. 
Gönlün alındı mı, geçerdi şımarıklığın. 
Ama şimdi bir dilsiz, bir sağır gibi suskunluğun... 
Ya neden ben de gözlerin ve neden bırakmıyor yakamı gülüşün. 
Gülüşün bir şeyleri geçirmek içindi, şimdi hasım kahkahalara eşlik ediyor. 
Ve korkuyorum çocuk yüzünden. 
Bu yüzden İstanbul İstanbul gezinmelerim. 
Korkağı olduğum aşk, bana seninle öç aldırıyor. 
Bedellerimiz aynıydı lakin bana senin gözyaşlarını akıttırmamak paylanıyor. 
Sen ağladıkça ağlayamamak yetiyor, teslim olmama. 
Yine de eşkıya sevdalılığım yer bulmuyor 
İstanbul'un koynunda. 
Boğazına çıktığımda boğazım düğümleniyor, seviniyorum ağlayacağıma ama yaşlarım kirpiklerime takılıyor. 
İçindeki esaretinden sokaklara kaç ve sokak sokak dağıttığım özgürlüğümü al. 

Senden gitmek zorunda değildim. 
Sen gönderdin kelimelerinle. 
Bu yüzden ardına kadar açık kapılarım. 
Geleceğini biliyorum çıkıp odanın derinliğinden, yüzünde yüzlerce sitemle. 
İçerime girer misin yoksa kapı önü nöbetine mi yatırırsın bedenini bilemem ama "gel" bitti dilimde. 
Şimdi konuşuyorsam, biraz da bundan! 
Ah küçük kız; bir kez olsun sussaydın, daha kalacak çok yerim vardı sende! 

Kahraman TAZEOĞLU


26 Aralık 2014 Cuma

Ay Karanlık


 Maviye
    Maviye çalar  gözlerin,
    Yangın mavisine
    Rüzgarda asi,
    Körsem,
    Senden gayrısına yoksam,       
    Bozuksam,
    Can benim, düş benim,
    Ellere nesi?
    Hadi gel,
    Ay karanlık...

    İtten aç,
    Yılandan çıplak,
    Vurgun ve bela
    Gelip durmuşsam kapına
    Var mı ki doymazlığım?
    İlle  de ille
    Sevmelerim,
    Sevmelerim gibisi?
    Oturmuş yazıcılar
    Fermanım yazar
    N'olur gel,
    Ay karanlık...

    Dört yanım puşt zulası,
    Dost yüzlü,
    Dost gülücüklü
    Cıgaramdan yanar.
    Alnım öperler,
    Suskun, hayın, çıyansı.
    Dört yanım puşt zulası,
    Dönerim dönerim çıkmaz.
    En leylim  gecede ölesim tutmuş,
    Etme gel,
    Ay karanlık...

                           Ahmed ARİF
F
otoğraf; E. Halefoğlu


23 Aralık 2014 Salı

ÇAĞRIŞIMLAR


Çok küçük bir yalanı 
Çok büyük bir orantıda 
Dinlediniz mi? 
Çok büyük bir yalanı 
Çok yalın bir doğrultuda 
Söylediniz mi? 
Gecikmiş bir gizlemi, 
Birikmiş bir özlemi 
Sakladınız mı? 
Gelmeyecek bir gideni, 
Olmayacak bir nedeni 
Beklediniz mi? 
Bir gerçeği erken, 
Bir açlığı tokken 
Anladınız mı? 
Hep mi hep ölecekmiş gibi, 
Hiç mi hiç ölmeyecekmiş gibi 
Yaşadınız mı? 
Yalanı sürmeye sürmeye, 
Yanlışı görmeye görmeye 
Saklandınız mı.. 
Doğruluğun yönünde, 
Doğruların önünde 
Aklandınız mı.. 
Ortamsız bir yaşamda, 
Yaşamsız bir ortamda 
Harcandınız mı.. 


Özdemir Asaf
Fotoğraf; E. Halefoğlu

10 Aralık 2014 Çarşamba

Başımızın Üstünde Bir Bulutun


Başımızın üstünde bir bulutun 
Güneşe asılmış gölgesi, 
Uzakta toz halinde dağılan 
Yoğurtçu sesi, 
Gün bitmeden başladı içimizde 
Yarınsız insanların gecesi.


Ahmet Hamdi Tanpınar

Fotoğraf; E. Halefoğlu

1 Aralık 2014 Pazartesi

Son Bulut Sıyrılınca

Son bulut sıyrılınca üstünden 
Beyaz alevden bütününle sen 
Hayalimde belirmeden daha, 

Gece yeryüzü varıp uykuya 
Issızlıkta ay inince suya 
Benzedin odamda bir sabaha. 

Aman dur! ve hiç kıpırdama ki, 
Kusursuzluğunda başlar belki 
Kalbi ulaştıran yol Allah'a... 

Sonsuzsun bu ak güzelliğinle! 
Ölüp, ölüp de her an sevginle 
Dirilmek... Bir, bir daha, bir daha...


Ahmet Muhip Dıranas

28 Kasım 2014 Cuma

Kurt




Köpek, diliyle içer suyu 
Kurt, soluğuyla 

Yüreğinin kokusunu taşır 
Boynundaki kutup çiçeği 
Öfkeli değil lacivert 
Yırtıcı değil sıcak. 
Kurt: büyük karbonun sesi 
Karanlıktan çağlayarak 
Atardamarıyla koşar, 
Ulur gözlerinin arasıyla. 

Kıt karınlı, iki mevsimli 
Yazları kızıl kışları ak 
Bir şimdiki zaman içinde 
Belleğini örttükçe tipi 
Unutuşun gri tipisi 
Yorgun atların tarazlı tipisi 
Ay tutulur gözlerinde 
Kaçar ufuk 
Bulanır gezegen. 

Erzurum'da Horasan'da 
Bütün kuzey yarıkürede 
Çağlar boyunca kurt 
Yekpare bir kemik halinde 
Tek bir kurtta yaşadı 
Sonra papağanlar geldi 
Gözlüklü yılan Hint'ten geldi 
Maymunlar Madagaskar'dan 
Ornitorenk Avustralya'dan 
Denizler büyüdü 
Gece azaldı. 

Kurt, soluğuyla içer suyu 
Köpek, diliyle 

Köpek: ılık profesyoneli 
İpeğin, camın, korunun 
Eti havayla dolu 
Burnunda sinir, kıçında peri 
Bakkal, tefeci, orospu 
Hayvan hikayesi düzenlerin 
Ve tanrının koyunlarını 
Güden çobanın dostu 

Ödleriyle öten kuşlar gibi 
Havlaya havlaya kirlenir 
Düşen kulaklarıyla birlikte 
Buruşur sevinci 
Ama diktiler mi kurdun karşısına 
Ağzı cehennemleşir. 

Kurt altı yavru doğurur 
Köpek olur bunlardan biri


Cemal Süreya

19 Kasım 2014 Çarşamba

Adımız Miskindir Bizim


Adımız miskindir bizim,
Düşmanımız kindir bizim.
Biz kimseye kin tutmayız,
Kamu âlem birdir bize...

Biz dünyadan gider olduk,
Kalanlara selam olsun.
Bilmeyen ne bilsin bizi,
Bilenlere selam olsun...
MFÖ
Athena - (feat.Mazhar Alanson) - 
BİZ KİMSEYE KİN TUTMAYIZ

Biz kimseye kin tutmayız
Ağyar dahi dosttur bize
Kanda ıssızlık var ise
Mahalle vü şardır bize

Adımız miskindir bizim
Düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmayız
Kamu âlem birdir bize

Vatan bize cennetdürür
Yoldaşımız Kak'dürür
Hak'tan yana yönelicek
Başka yollar dardır bize

Dünya bir avrattır karı
Yoldan iltir niceleri
Sürün gitsin öyleleri
Onu sevmek ardır bize

Dünya haramdır haslara
Helal olmuş nekeslere
Biz dünyayı dost tutmayız
Ol dünya murdardır bize

Yunus eydür Allah deriz
Allah ile kapılmışız
Dergâhına yüz tutuban
Hemen bir ikrardır bize
YUNUS EMRE

16 Kasım 2014 Pazar

Dans Edelim Gel


Gözlerini severdim en çok,
Gökteki yıldızlardan parlak;
Bir parça da baştan çıkarak.
Dans edelim gel!
Ne halleri vardı, sahiden,
Bedbaht âşığı berbat eden
Onun için hoştu ya zaten.
Dans edelim gel!
Doldurulmadı hâlâ yeri,
Gülden ağzının öpücükleri
Kalbimde öldüğünden beri.
Dans edelim gel!
Dizi dibinde oturduğum
Zamanları hatırlıyorum;
Bu, işte bütün varım yoğum.
Dans edelim gel!
Paul VERLAINE
Çeviri: Orhan Veli KANIK