11 Ağustos 2012 Cumartesi
Yağmur'ca
Gece yarısını geçti zaman. Yine yeni bir güne doğru koşmaya başladı akreple yelkovan... Çok zaman geçmiş ardından, çok şey değişmiş… Ahh aslında anlatacak o kadar çok şey var ki; ama olmuyor, yazamıyorum. Ya ben içimdeki çocuğa kulak vermeyeli çok uzun zaman olmuş ya da senin yokluğunu anlatmak bana hâlâ çok zor geliyor. Belki de sırf bu yüzden kendimi sana karşı mahçup hissediyorum. Seninle konuşmuyorum, sana seslenmiyorum diye hem mahcubum hem de başım hep öne eğik. “Çoktan unuttu beni, zaten ne kadarcık bir zamanı beraber paylaştık ki? Unutması çok doğal.” diyorsun belki. Yanılıyorsun. Ben seni hiç unutmadım, ben sana çocukluğumdan beri hasretim… Ama sen bunu hiç bilmedin… Belki de sırf bu yüzden rüyalarıma gelmeyişin. Oysa ben her gece hep bir yıldız seçtim kendime, adını sen koydum. "Karanlıklar ötesindeki ışığım, yine buradasın, yine yalnız bırakmadın beni" dedim. Ve inan ben seni hiç unutmadım.
Gittiğin için de hiç kızmadım sana. Evet ilk zamanlar her akşam yolunu bekledim, bir bekledim , iki bekledim 5-20-50-100 bekledim de bekledim. Ama sen hiç gelmedin, gelemedin. Artık beklemekten vazgeçtiğimde de sana kızmadım. Seni hep özledim, hep sevdim ve hiç unutmadım. Hafızamda kalan 3-5 hatıranla avundum hep. Anılarımda kalan yüzünü filmin bir karesini sürekli başa alıp dondurur gibi yüzünü dondurdum hep hafızamda. Unutmayayım istedim ve hiç unutmadım.
Ve bugün 11 Ağustos… Gittiğin gün… Sensiz kaldığımız gün… Karanlıklar ötesindeki ışığım oluğun gün… Yokluğuna dair daha çok isim bulabileceğim bir gün…
Yıllar geçti… Çok şey değişti. Uzun uzun anlatmayacağım sana şöyle oldu, böyle oldu diye, çünkü biliyorum ki sen hepsini biliyorsun. Hoş bu yazıyı neden yazdığımı, sana ne anlatacağımı da bilmiyorum ki. Birkaç gündür sürekli içimde seninle konuşurken yakalıyorum kendimi. Anlatıyorum, soruyorum, ses gelmiyor ama ben susmuyorum yine yine anlatıyorum. Duyuyorsun biliyorum. Sen dinledikçe ben de anlatıyorum.
Geçen onca yılın ardından şimdiye kadar hiç yapmadığım bir şeyi yapıyorum. Tüm kalbimle sana bu satırları yazıyorum. Yedi yaşımdan beri her gece karanlıkların içinde bana göz kırptığın ve karanlıklar ötesindeki ışığım olduğun için ve en önemlisi babam olduğun için sana çok teşekkür ederim.
Bugün 11 ağustos, ben seni hiç unutmadım ve ben seni çok özledim...
8 Ağustos 2012 Çarşamba
Papatyaya
Burada çok var ve gökyüzü hep mavi.
Doğum günün kutlu olsun ablacığım.
Nice yaşları,
sevdiklerinle bir arada
sağlık sıhhatle geçirmen dileğiyle...
7 Ağustos 2012 Salı
Fikr-i Sabit
Ne bileyim ben
Kimdi Amerika'yı keşfeden
Ne eder beş kere beş
Güneyden mi kuzeyden mi doğardı güneş
Kaçıncı padişahtı Yavuz
Aylardan Nisan mı yoksa Temmuz
Ne bileyim nereye gider turnalar
Şeftali ne zaman çıkar
Bahçemde gül açmış ya karanfil
Umurumda değil
Sabahlara dek kadeh elde
Aklım fikrim o güzelde...
Cahit Sıtkı Tarancı
20 Temmuz 2012 Cuma
Sisler Bulvarı
elinin arkasında güneş duruyordu
aylardan kasımdı üşüyorduk
ağacın biri bulvarda ölüyordu
şehrin camları kaygısız gülüyordu
her köşe başında öpüşüyorduk
sisler bulvarı'na akşam çökmüştü
omuzlarımıza çoktan çökmüştü
kesik birer kol gibi yalnızdık
dağlarda ateşler yanmıyordu
deniz fenerleri sönmüştü
birbirimizin gözlerini arıyorduk
sisler bulvarı'nda seni kaybettim
sokak lambaları öksürüyordu
yukarda bulutlar yürüyordu
terkedilmiş bir çocuk gibiydim
dokunsanız ağlayacaktım
yenikapı'da bir tren vardı
sisler bulvarı'nda öleceğim
sol kasığımdan vuracaklar
bulvar durağında düşeceğim
gözlüklerim kırılacaklar
sen rüyasını göreceksin
çığlık çığlığa uyanacaksın
sabah kapını çalacaklar
elinden tutup getirecekler
beni görünce taş kesileceksin
ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!
sisler bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı
ıslak kaldırımlar parlıyordu
durup dururken gözlerim dalıyordu
bir bardak şarapta kayboluyordum
gece bekçilerine saati soruyordum
evime gitmekten korkuyordum
sisler boğazıma sarılmışlardı
bir gemi beni afrika'ya götürecek
ismi bilmiyorum ne olacak
kazablanka'da bir gün kalacağım
sisler bulvarı'nı hatırlayacağım
kırmızı melek şarkısından bir satır
lodos'tan bir satır yağmur'dan iki
senin kirpiklerinden bir satır hatırlayacağım
seni hatırlatanın çenesini kıracağım
limanda vapurlar uğuldayacak
sisler bulvarı bir gece haykırmıştı
ağaçları yatıyordu yoksuldu
bütün yaprakları sararmıştı
bütün bir sonbahar ağlamıştı
ağlayan sanki istanbul'du
öl desen belki ölecektim
içimde biber gibi bir kahır
bütün şiirlerimi yakacaktım
yalnızlik bana dokunuyordu
eğer sisler bulvarı olmasa
eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
sabah ezanında yağmur yağmasa
şüphesiz bir delilik yapardım
hiç kimse beni anlıyamazdı
on beş sene hüküm giyerdim
dördüncü yılında kaçardım
belki kaçarken vururlardı
sisler bulvarı'ndan geçmediğin gün
sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm
yağmurun altında yalnızım
ağzım elim yüzüm ıslanıyor
tren düdükleri iç içe giriyorlar
aklımı fikrimi çeliyorlar
aksaray'da ışıklar yanıyor
sisler bulvarı ayaklanıyor
artık kalbimi susturamıyorum
Kaynak: Sisler Bulvarı - 1954
Attilâ İlhan
15 Temmuz 2012 Pazar
Bana Bir Şimşek Çak
bana bir şimşek çak
ortalık fena karanlık
yüreğim örtülüyor
ağır bir dalgınlığa genişliyorum
durmadan değişen o mevsimde
dağlarda kalın
omuz omuza bulutlar
çok fena kalabalık
ellerim çıplak
bana bir şimşek çak
kötü bir tuzaktayım
bilmem ne yapsak
aklımda fikrimde onlar
yaşlı ve genç
erkek ve kadın
korkularıma tutsak
bana bir şimşek çak
içim içime sığmıyor artık
vahim bir çağrışımdan
daha vahimine atlamaktayım
bana bir şimşek çak
belki fena halde
yanılmaktayım
o ince kız çocuğu
gün doğmadan her sabah
bir hapisaneden bir nezarethaneye
kelepçeli götürülüyor
dudakları titrek
gözlerinde buğu
bilmem ki nasıl anlatayım
bağışlanmaz suçu dünyayı sevmek
bir de o
adını bile bilmediği
kıvırcık saçlı 'devrimci' öğrenciyi
fakülte kapısında vurulmuş
yağmurun altında
çıplak
bana bir şimşek çak
çok yanlış anlaşılmaktayım
hesabım yanlış bir mahkemede görülüyor
içimdeki zemberek
boşandı boşanacak
yaşamak mı gerek
yoksa unutmak mı
şaşırmaktayım
galiyef yoldaş ne olacak
galiyef yoldaş sibirya sürgünü
sanki yalın bir bıçak
kayarak
bir kırlangıç hızıyla
bulutların arasından
karanlığın böğrüne saplanacak
galiyef yoldaş ne olacak
galiyef yoldaş sibirya sürgünü
elinde bir mektup eski yazıyla
artık yüzünü bile unuttuğu
karısından
burnunda sadece kokusu var
ilkbahar kadar müşfik
sonbahar kadar yumuşak
galiyef yoldaş ne olacak
avrasyada hala mazlumların uğultusu
kısa bozkır atlarının nallarından
gizli kıvılcımlar ki etrafa saçılıyor
azadlık mermileridir
çekirdekleri çelik
cehennem gibi sıcak
bana bir şimşek çak
sala veriliyor görünmez minarelerden
İzmir de istibdat'ı yaşamaktayım
bir yangın soluğu sokak içlerinden
kordonboyunda muzaffer atlılar
fahrettin paşanın süvarisi
bana bir şimşek çak
yolumu aydınlatacak
gazi'nin gözlerinden
mavi bir şimşek
kuva-yı milliye mavisi
aynı emaneti taşımaktayım
'hürriyet ve istiklal benim karakterimdir'
çünkü hain sinsi ve korkak
aynı düşmana karşı
savaşmaktayım
Attilâ İlhan
19 Haziran 2012 Salı
İSTANBUL

Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Niksar'da evimizdeyken
Küçük bir serçe kadar hürdüm.
Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Mevsimler ne çabuk geçiverdi
Unutmak, unutmak, unutmak.
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Yine kamyonlar kavun taşır
Fakat içimde şarkı bitti.
Cahit KÜLEBİ
13 Haziran 2012 Çarşamba
Güneşin Işığı

her şey güneşi seviyor
hattâ denizler bile
denizlerde nefes alan sen bile
ve biz
güneşi değil ışığını seven insanlarız
güneş içime vuruyor
güneşin ışığı var
güneş yok
güneşin ışığını kim anlatabilecek
pazar pazar gezmek
dağ dağ dolaşmak
ve ormanlarda kalmak
güneşin ışığını anlatacak olanı arıyorum
güneş içime vuruyor
Asaf Halet ÇELEBİ
5 Haziran 2012 Salı
Kan Revan İçindeyim

Bağışlayın beni sevdalarım
Kendimi parçalara (ahh!) ayıramadım
Alın gidin korkularımı
Saçlarımı ellerinizle okşayın
Hiç bir ayrılık yeniden yeniden yaratmıyor artık beni
Alın gidin korkularımı
Saçlarımı ellerinizle okşayın
Ve bütün ayrılıklar sabah olunca alıyor nefesimi
Kanrevan içindeyim
Gönlümün derdindeyim
Yerlerin dibindeyim
Kurtar ne olur, ne olur
Kanrevan içindeyim
Yarimin peşindeyim
Cennetin izindeyim
Kurtar ne olur
Aşk ağır yükler bindirdi
Küçülen omuzlarıma
Kalplerinizden kaçtım hep
Varıp gittim en karanlıklara
Yağmur ıslak mazeretler yükledi büyüyen yangınıma
Cehennemden düştüm hep
Beni hiç görmediler
Yağmur ıslak mazeretler yükledi büyüyen yangınıma
Seviştim ve yoruldum
Varıp gittim en yalnızlıklara
Kanrevan içindeyim
Gönlümün derdindeyim
Yerlerin dibindeyim
Kurtar ne olur
Kanrevan içindeyim
Yarimin peşindeyim
Cennetin izindeyim
Kurtar ne olur
Murat Yılmazyıldırım
Bu Şarkı Dinlenir
25 Mayıs 2012 Cuma
SEN GÖZLERİMİN İÇİNE
Ben daha büyük
Ben daha yüce
Sen gökyüzü
Ben insan
Ben sevgi
Ben düşünce
Ben daha büyük
Ben daha yüce
Ölürüm özgürlük için
Acılar bende
Umutlar bende
Ben daha büyük
Ben daha yüce
Sen gökyüzü
Sen sonsuzluk
Sen bende
Sen gözlerimin içinde
Orhon Murat ARIBURNU
8 Mayıs 2012 Salı
Ayrılsak Ölürüz Biz
Yok, dokunduğun her yerim acıyor şimdi
Gidemezsin ki, gidemezsin ki
Biliyorum deli gibi sevdin
Ayrılalım artık diyemezsin ki, diyemezsin ki
Biliyorum deli gibi sevdin www.sendeyim.com
Ayrılalım artık diyemezsin ki, diyemezsin ki
Ayrılsak ölürüz biz
Bir bedende bütünüz biz
Ellerde ölürüz biz
Ayrılsak ölürüz biz
Bir bedende bütünüz biz
Ellerde ölürüz biz
Yok, dokunduğun her yerim acıyor şimdi
Gidemezsin ki, gidemezsin ki
Biliyorum deli gibi sevdin
Ayrılalım artık diyemezsin ki, diyemezsin ki
Biliyorum deli gibi sevdin
Ayrılalım artık diyemezsin ki, diyemezsin ki
Ayrılsak ölürüz biz
Bir bedende bütünüz biz
Ellerde ölürüz biz
Ayrılsak ölürüz biz
Bir bedende bütünüz biz
Ellerde ölürüz biz
Taner Kaya
Ayrılsak Ölürüz Biz
4 Mayıs 2012 Cuma
SÖZ / DE SARARIR
Olur, aramam seni ve kimseyi
Anıları pas tadında bırakırım
Konuşacak ne kaldıysa kalsın
Susmaktır birşeylere saygılı kılan
Ayrılık da bir olanaktır bilirsin
İnce bir sis, bir hüzün örtüsü
Dumanlı bir ıslık yakışır şimdi
Dudaklarıma, bırakıp giderim
Söz / de sararır biterken bir aşk
Kediye iyi bak çiçekleri sula
Diyorsam da aldırma sözlerime
Alışkanlık işte başka birşey değil
Söz / de sararır biterken bir aşk
Ahmet Telli
3 Mayıs 2012 Perşembe
Gittin İçimde Kaldı Ayrılık
Gittin
Ayrılırken buz tutmuş bıyıktı gözlerin
Kaçamak ellerimiz komutsuz sallandı
Dudaklarımızda sıradan sözcükler
Vedalaşmayı bile beceremedik
Son bir bakış kaldı arkanda
Kalabalığa karışan
Her şey düzmece bir dinginliğe gömüldü
Gittin.
İçimde
Yığınlarca kitap kaldı uçuşan
Sözcükler beynimin köşelerinden
Çıkıp korkuttular gecelerimi
Peşimden geldi gölgeler
Aynalara bakamaz oldum
Hiçbir oyun avutmadı beni
Yaşamıma sığmayan bir şey kaldı
İçimde.
Kaldı
Yeni bir kent işkenceye hazır
Ödeşemedim gittiğin mevsimlerle
Belleğimi silkeleyip anılardan
Tik tak çaldın uzun zaman
Alışamadım yarımlığa
Düşlerimde intihar tutkuları
Sırtımda hançerinin oyduğu boşluk
Kaldı.
Ayrılık
Çoğalarak giriyor günlerime
Senden başka kim bilebilir
Geçmişin dökümünü yaptığımı
Ağır ağır pulsara dönüşürken güneşler
Sonbahar hüznüne benziyor pencerede
Artık konuk beklemeyen gözlerim
Sayfalar da bitti ışık da her yanı kapladı
Ayrılık.
A.Kadir
27 Nisan 2012 Cuma
Bende Bir
Bende bir aşk var
Onu hep yanlış kalplere bıraktım
Bende bir ask var
Onu soğuk yataklarda harcadım
Tutuk dileğimi neden köksüz ağaçlara adadım
Bende bir ask var
Onu hep kırık yelkenlere bağladım
Senin gökyüzünde benim yerim yoktu
Kuru dallarında kanatlarım kırılıp koptu
Senin toprağında benim evim yoktu
Kader ayrı sondu, yazdığı son hikâye buydu
Yanlış yerde geziyor bu kuş
Bu yüzden yalnız uçuyor bu kuş
Beklediğim biri var
O sen değilsin yazık ki anladım, bir yudum sevgin var
Neden hep kötü rüyalarda uyandım
Ben bir kalp var
Onu en ucuz romanlarda harcadım
Bende bir aşk var
Onu hep yanlış kalplere bıraktım
Senin gökyüzünde benim yerim yoktu
Kuru dallarında kanatlarım kırılıp koptu
Senin toprağında benim evim yoktu
Kader ayrı sondu, yazdığı son hikâye buydu
Yanlış yerde geziyor bu kuş
Bu yüzden yalnız uçuyor bu kuş
Hey ya Hey Tey Tey Tey
Göksel
23 Nisan 2012 Pazartesi
Bir sabah uyandığında,
Göğsünün ortasında kara bir delik,
Büyük bir yara
Ve aynaya baktığında,
Yüzündeki çizgilerin arkasında,
Kayıp bir çocuk, büyük bir yumru
Hep yalnız uyuyup, yalnız uyanınca
Yalnız bitirip, yalnız başlayınca
Yalnız boğulup, yalnız kurtulunca, içinde
Yalnız kırılıp, yalnız onarınca
Yalnız vurulup, yalnız kanayınca
Yalnız arayıp, yalnız bulununca, içinde
Kalbim, bir katilin ellerinde
Kalbim, bir katilin ellerinde
Bir ölüm sessizliği, yüzünde
Bölük börçük, delik deşik, kırık dökük, paramparça
Kaybolup gidiyorsun, kaybolup gidiyorsun
Hep yalnız uyuyup, yalnız uyanınca
Yalnız bitirip, yalnız başlayınca
Yalnız boğulup, yalnız kurtulunca, içinde
Hep yalnız kırılıp, yalnız onarınca
Yalnız vurulup, yalnız kanayınca
Yalnız arayıp, yalnız bulununca, içinde
Kalbim, bir katilin ellerinde
Kalbim, bir katilin ellerinde
Kaybolup gidiyorsun, kaybolup gidiyorsun...
Cem Adrian
Kalbim Bir Katilin Ellerinde
HAYAT MAYAT
Hayat, mayat diyorlar
Benim gözüm mayat'ta
Hayatın eksiği var
Hayat eksik hayatta,
Takınsam, Kanat, manat
Kuş muş olsam seğirtsem
Bomboş vatana inat
Manata doğru gitsem
Necip Fazıl Kısakürek
11 Nisan 2012 Çarşamba
Hasretinden Azık
Acıkmayasın
Sevgi koydum
Azık sana
Yer dolusu çiçek
Gök dolusu güneş
Verdim sana
Üşümeyesin
Korkmayasın
Işık koydum
Azık sana
Öplüm öplüm
Öpülgen dost
Saçları denize
Dökülgen dost
Ağlamayasın
Yazık sana
Gülme koydum
Azık sana
Ali Yüce
10 Nisan 2012 Salı
Kederim sana nur olsun Meral. (ece temelkuran)

En güzel aşk mektubu
Meral Okay'ın ardından, "Ben derdim ki; Tanrım, bu adam ne zaman yorulacak!' diye. Meğer acelesi varmış..." diye yazdığı Yaman Okay için kaleme aldığı yazıyı hatırlatıyoruz.
"Yaman benim eski arkadaşımdı... O, Ankara Sanat Tiyatrosu'nda oyuncuydu, ben de Ankara'da yaşayan bir öğrenciydim.
O zamanların Ankara'sı, herkesin birbirini tanıdığı ve belirli yerlerde toplandığı bir yerdi. 70'li yıllardı ve kültür tüketicileri birbirlerini bir şekilde sıkça görürlerdi.
Bizim müşterek arkadaşlarımız vardı, bunların başında Rutkay Aziz gelir. Rutkay'la siyaseten de bir aradaydım, Türkiye İşçi Partili'ydim ben.
O yılların derli toplu Ankara'sında sık sık görüşme şansımız olurdu. Yaman'la tanışmamız o yıllardır; fakat aşık olmamız daha sonraya rastlar.
O sinemaya "Sürü" filmi ile geçince İstanbul'a gelmişti, ben de daha sonra İstanbul'a geldim. O eski bir Ankaralı olarak bana sahip çıkmaya kalktı; Ankaralıların böyle bir derdi de vardır.
Biz, başımıza aşkın taşının düştüğünü bir mevsim geçtikten sonra fark ettik. Bir gün evi düzenlerken fark ettim. Bir de baktım ki, benden çok Yaman'ın eşyaları var. Küçük küçük poşetlerle sızmıştı. Aşk bir sızma hâlidir.
Ben Ankara'dan örselenmiş ve kırılmış bir kalple gelmiştim. Yaman çok tutkulu ve sabırlı bir adamdı, bir de baktım kalp ağrımdan eser kalmamış. Yani taş düşmüştü ama adını koymamız için bir mevsim geçmesi gerekti.
Yaman, o kadar temiz bir adamdı ki, ona kızamazdınız. Bir o kadar da yiğitti. Ben Yaman'ı hep bir lunaparka benzetirim. Onunla yaşamak bir lunaparkta yaşamak gibiydi. Bir yandan bütün cümbüşü, pırıltısı, eğlencesi ve sürprizleri, öte yandan yüreğinizin ağzınıza geldiği anlarıyla tam bir lunapark gibiydi.
Üstelik ben bir Ankaralı olduğum, üstüne üstlük bir subay kızı olduğum için, bir yanımla derli toplu, diğer yanımla despot falan bir kızdım. Yaman bir gün bana, benim taklidimi yaptı; her şeyi net olarak alt alta sıralamamı, emir kipiyle konuşmamı, 'canımın içi' derken bile bazen tonlamamdan dolayı 'Hadi canım!' anlamı çıkabileceğini falan gördüm.
Bu, bir oyuncuyla birlikte olmanın hem avantajı, hem dezavantajıydı. Bunu Yaman'ın aynasında görünce, 'Aaa çok fena bir şeymişim!' dedim. Ee bu aynayı tutan eğer pırıltılı ve doğru bir adamsa, dönüştürücü de oluyor. 'Benimle o garnizon sesiyle konuşma' derdi.
Yaman, çok renkli ve heyecanlı bir adamdı. Ben derdim ki; 'Tanrım, bu adam ne zaman yorulacak!' diye. Meğer acelesi varmış... Her şeyi o kadar yoğun, hızlı ve çoşkulu yaşıyor ve yaşatıyordu ki büyüleyici bir şeydi bu.
Her şeyi hızlı yaşardı, hızlı yemek yerdi, hızlı içki içerdi, bir proje söz konusu olduğunda hızına yetişemezdiniz. Bir gece arkadaşlarla yemekteyken sabah kahvaltısını Bodrum Türkbükü'ndeki evimizde yapmaya karar vermesiyle kendimizi yollarda bulmamız bir olurdu. Bazen düşününce dehşete kapılıyorum, demek ki acelesi varmış diyorum. Kısa bir ömre, birkaç kişilik bir hayat sığdırdı.
Bizim Yaman'la tarihe kayıt olarak düşeceğim hiçbir kavgamız olmadı. O, kalbini insanlara açarken de, onlara güvenirken de çok hızlıydı ve kırılması da doğal olarak aynı hızla olabiliyordu. Aktörlerin kalbi camdandır. Çok çocuk, çok bebektirler. Belki de bunu çok yakından gördüğüm için ben daha dikkatli davranırdım. Belki de tek sürtüşmemiz onu kıranlara karşı olan tutumumdan olmuştur.
Ben köşeleri çok olan bir insandım; Yaman beni eğitti. O hüzünleri ironik bir neşeye çevirebilme ustasıydı. Bu yönüyle de bakınca gam kasavetten çok çabuk çıkabilirdik.
Aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden 'biz' olabilme hâlidir. İnsan egosu denetlenmesi en güç olan şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz.
Biz birbirimize karşı çok saygılıydık; mesleklerimiz ve bunun gerektirdiği fedakârlık hallerinde hele daha da çok saygılı ve yol açıcı davrandık hep.
Ee bazen de sıkılırdık, hele üç beş aydır bir aradaysak birbirimizin gözüne bakardık, önce kim gidecek diye, böyle nefes molaları da verirdik. Döndüğümüzde yepyeni bir enerji ve hasret bekliyor olurdu bizi. Aşk bazen de bir kıyamama hâlidir.
Şunu çok açıkyüreklilikle söyleyebilirim; o benden daha iyi bir insandı. O kadar bebek, o kadar adam, o kadar temiz... Ben Yaman'la birlikte onun kadar temiz, onun kadar beklentisiz, onun kadar masum yaşamayı öğrenmeye çalıştım. Buradan bir öğretmen öğrenci ilişkisi anlaşılmasın. O, o kadar ahlâklı ve temizdi ki, yaşam biçimi ve duruşu karşısında başka türlü olamazdınız. Onun yanında kirli kalamazdınız.
Hastalığının son bir ayında, ki hastalığın çıkmasıyla kaybetmemiz 1.5 ay sürdü. Tıp hastalığının süratine yetişemedi. Hep şunu düşündüm; hayata, sanatına ve bize dair bir sürü düşüncesi, projesi vardı ve hepsi sanki hızla arka arkaya gerçekleşmeye başlamıştı. Neden şimdi, neden bu adam, diye çok düşündüm. Orada bile hızlıydı.
Komaya girene kadar Yeşim Ustaoğlu ve Tayfun Pirselimoğlu ile birlikte senaryo çalıştılar. Onlar her gün geldiler ve bu oyunun gönüllü yoldaşı oldular. Sonra o film çekildi; Yeşim'in ilk uzun metraj filmidir "İz" filmi ve Yaman'a adadılar.
Yaman'ın rolünü Aytaç Arman oynamıştı. Bunlardan bahsetmişken o sürecin acısını hafifleten bir yığın katıksız dostluklar yaşadık. Gerçi o sürecin acısı hafiflemiyor. Ben de harlı ateş şeklinde yanma hâli tam 10 yıl sürdü. Asmalı Konak'ın son dört bölümünü yazarken o acıyla yeniden yüzleştim ve ancak o zaman birazcık küllendi diyelim.
Böyle, bir şölen gibi, bir lunapark gibi sevdalık yaşayınca bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana. Bu ateşle yanma hâli, o kadar derinden, için için yanıyor ki, dönüp bir başka ölümlüyü yakmaya içi elvermiyor insanın.
Yaman'la her günümüz Sevgililer Günü'ydü... Eşine bu kadar çok çiçek getiren bir adamı daha analar doğurmamıştır. Biz birçok defa sabah uyanıp birlikte gün doğumunu seyreder, ne bileyim çingene vapuruna binip sabah erken Boğaz'ı turlardık.
Sezen'i anmamak olmaz: Sezen, Yaman'ın çok yakın arkadaşıydı. Ben Yaman'dan dolayı tanıdım. Sezen, insanın hayatına çok hafif dahil olur. Sızar ve siz bunu anlamazsınız.
O benim kardeşim, arkadaşım her şeyim oldu. Yaman'dan sonra işlerimin önemli bölümünü tasfiye ettim. Sezen, ısrarla profesyonel olarak birlikte çalışmaya zorluyordu beni. Nerdeyse kafamı kıra kıra bana şarkı sözü yazdırdı.
Birlikte yazdığımız ilk şarkı; 'Masum Değiliz'. 'Kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer her gece. Yalnızlık, sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna' diye...
Yaman'dan iki ay sonra yazdık. Daha sonra bu ısrar otuz küsur şarkı sözü üretti. O dönem Sezen bana sadece 3-5 saat uyumaya yetecek kadar boşluk bırakıyordu. Stüdyolar, kayıtlar, konserler vb. çok yoğun bir rehabilitasyon oldu benim için. Sezen'in o toplumsal düzeydeki rehabiliterliği benim için özel bir muamele seçkinliğinde oldu. O benim kardeşimdir, canımdır.
Bugün eksik olan ne? Bu topraklarda aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır. Birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıktaki tutku kutsanır hep. Yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültüre aitiz biz.
Öyle kadınlar ve erkekler tanıyorum, risk almıyorlar. Aşk emniyetli bir şey değildir. Emniyetli olan sevgidir. Aşk ehlileşmez, sakinleşemez. Öyle olursa akraba olursunuz.
Bir de aşık olunacak mecra kalmadı. Artık ortak alanları paylaşmıyoruz. Bizim agoramız yok artık. Herkes kendi bacağından asılmak isteyen koyun tarifinde.
Bu hem maddi hem manevi bir şeydir. Gelir, böyle adamı aşkta da emniyet arayan birine dönüştürüverir. Herkes kendi kişisel başarı öyküsünün peşinde. Belki de biz herkes için daha adil, daha vicdanlı daha temiz bir dünyanın düşünü paylaştığımız için başkalarıyla da bir arada durmanın ne kadar zenginleştirici bir şey olduğunu biliyorduk.
Şimdi bu duyguların esamesi okunmuyor. Yoksullaşmamız sadece ekonomik anlamda olmadı. Duygusal anlamda, dayanışma anlamında birbirimizin yaralarına bakma konusunda da yoksullaştık. Şimdi empati denen modern kavram var ya, biz onun ağababasını tanıyan ve buna içerilmiş bir dünyadan geldik buralara.
Dizilerdeki aşık olma süreci o kadar uzun ki, öncelikle bu rasyonel değil! Aşk çok ani, hızlı ve genellikle beklenip, tasarlanamayan bir şeydir. Kafana bir taş düşer, neye uğradığını şaşırırsın. Ve bunun aşk olduğunun da sonradan adını korsun. İrrasyonellik sadece bu değil, bir de dizi karakterlerinin çok ön hazırlığı var aşık olmak için. Halbuki, hayatta böyle değildir, aşk tasarlanılan ve ön hazırlığı yapılabilen bir şey değildir.
Eskinin, hani o dalga geçilen mantık evliliklerinde bile, bugünkü hesaplılıktan daha çok aşk vardı diyesi geliyor insanın. Ali Poyrazoğlu dedi, 'Aşk bir kör atlayıştır.'
İnsanların birbirleri için 'sağlama' yapacakları alanlar kalmadı. Modern hayatlar ve modern zamanlarda böyle bir şansı yoktur insanın. Son bir aydır, 'Ben aslında duyguları olan iyi bir insanım' mesajını, ben şu cümleyle alıyorum.
- Babam ve Oğlum'u gördün mü?
- Hee gördüm
- Ağladın mı?
- Sana ne?
Yani ben de duyarlıyım ve iyi bir insanım. Bu arada, ben de filmi seyrettim. Yeri gelmişken ve sabah seansında katılarak ağladım ama bu soruları soran insanlarla o kadar ayrı şeylere ağladık ki.
Benim o filmde yandığım, bu ülkenin o temiz çocuk yürekli insanlarının, bu ülke tarafından nasıl da kırıldığını, nasıl da örselendiklerini, onurlarıyla ekmekleriyle nasıl da oynandığını gördüğüm için bu uğurda yiten, onulmaz acılar çeken insanlarımızı hatırlayarak ağladım.
Belki de bugünkü aşksızlık hâli de, o dönemlerin ürünüdür diyeceğim ama aşk bunların hepsinin üzerinden atlayabilecek bir şey olmalı..."