3 Mart 2010 Çarşamba

Özletiyor Seni Bu Yağmurlar


Burada yağmur yağıyor
Aralıksız yağıyor günlerdir
Ama sen yine de şemsiyeni
Almadan gel ilk otobüsle

Buğulanan camlara usulca
Yüzünü çiziyorum ki yüzün
Bir yağmur damlası olup
Düşüyor yapraklarına gülün

Güller de bozamıyor bu uzun
Karanlık sessizliğini kentin
Anılarını yitiriyor sokaklar
Bezirgânlaşıyor bulvar ışıkları

Tarih de kekemeleşiyor bazan
Ki o zaman aşktır tek bilici
Aşksa yürümek gibi bir şey
Duyabilmek kuşların gelişini

Anısı bizsek eğer bu kentin
Unuttuğu türküler bizsek
Acıyı rehin bırakıp bir güle
Anımsatmalıyız bunları bir bir

Sonra yürümeliyiz seninle
Sokaklara caddelere çıkmalıyız
Belki bir aşktır bu kentin
Belleğini geri getirecek olan

Burada yağmur yağıyor ama sen
Şemsiyeni almadan gel yine de
Özletiyor bu çılgın sağanak seni
Sırılsıklam özletiyor biliyor musun

Ahmet Telli

Alarga Gönül


Alarga Gönül

Alarga gönül;
Demir al...
Kırmızı bir amiral
gibi kaptan köprüsüne çık...
Karşında deniz:
kaşı çatık
sana bakan
kocaman
mavi bir göz...

Alarga gönül,
palamarı çöz...
Amiral
demir al...

Gönül kaptan köprüsüne çık...
Çayır kokusu alan
bir tay gibi kokla açık denizleri...
Çevirmesin senin kafanı geri
geride kalanlara doğru giden
dümen suyunun köpüklü izleri...

Alarga gönül,
palamarı çöz...
Amiral
demir al...

Sür gemiyi dalgaların gözüne...
kulak asma Fikretin sözüne...
Çocuğun anan
olan;
denize inan...

Alarga gönül
daha alarga
daha alarga
daha
daha!

Alarga gönül
alarga...

1930

Nazım Hikmet Ran

Etki Ve Tepki


En iyilerimizin sonu genellikle kendi ellerinden olur
sırf uzaklaşmak için...
ve geride kalanlar
birinin onlardan
uzaklaşmayı neden isteyebileceğini
bir türlü tam olarak anlayamazlar.

Charles Bukowski

2 Mart 2010 Salı

Teşekkür


HerDemMavi, yüreğindeki güzellikleri cömerçe paylaşan katılımcılara teşekkürlerini sunar...

HerDemMavi


Bugün Salı,
hep beraber HerDemMavi'de buluşma zamanı,
çünkü;
mavi sevgi
mavi huzur
mavi mutluluktur...
mavi düşler yeşertir umutları
mavi derinlikler yüceltir
mavi gökyüzü kanatlandırır insanı
mavi hayattır ve hayat masmavidir...

1 Mart 2010 Pazartesi

Bir Küvet Hikayesi...


1
Süleyman'a karısı telefon etti:
— Konuşan ben,
ben, Fahire.
Tanımadın mı sesimden?
Demek çok bağırdım birdenbire.
Çığlık mı?
Belki...
Hayır,
çocuklar hasta değil.
Dinle beni:
İşini bırak da gel,
çabuk ol ama.
Telefonda anlatamam,
olmaz.
Daha kıyamet kadar vakit var akşama.
Saatlar, saatlar,
kıyamet kadar.
Sorma.
Dinle beni...
Hemen vapur bulamazsan
Üsküdar'a kayıkla geç.
Bir taksiye atla.
Paran yoksa
patrondan avans al.
Yolda hiçbir şey düşünme,
mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış.
Yalan kuvvetliye söylenir
ben kuvvetsizim.
Alay etme kuzum.
Evet kar yağacak,
evet
hava güzel.
Koynuna girdiğim adam gibi
kocam gibi değil,
büyüğüm, akıllım,
babam gibi gel...

2
Geldi Süleyman,
Fahire, kocası Süleyman'a sordu:
— Doğru mu?
— Evet.
— Teşekkür ederim Süleyman.
Bak işte rahatladım.
Bak işte ağlamıyorum artık.
Nerde buluşuyordunuz?
— Bir otelde.
— Beyoğlu tarafında mı?
— Evet.
— Kaç defa?
— Ya üç, ya dört.
— Üç mü, dört mü?
— Bilmiyorum.
— Bunu hatırlamak bu kadar mı güç Süleyman?
— Bilmiyorum.
— Demek ki bir otel odasında.
Kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi.
Bir İngiliz romanında okudum,
bu işlere yarayan otellerde
kırık küvetler varmış.
Sizinkinde de var mıydı Süleyman?
— Bilmiyorum.
— Hele düşün,
toz pembe çiçekli, kırık bir küvet?
— Evet.
— Hiç hediye verdin mi?
— Hayır.
— Çukulata, filân?
— Bir defa.
— Çok mu seviyordun?
— Sevmek mi?
Hayır...
— Başkaları da var mı Süleyman?
— Yok.
— Olmadı mı?
— Hayır.
— Bunu sevdin demek...
Başkaları da olsaydı
daha rahat ederdim...
Çok mu güzel yatıyordu?
— Hayır.
— Doğru söyle, bak ne kadar cesurum...
— Doğru söylüyorum...
— Zaten gösterdiler bana.
İnek gibi karı.
Belimden kalın bacakları...
Fakat zevk meselesi bu...
Bir sual daha, Süleyman:
Niçin?
— Bilmiyorum...

Karanlıkta pencerenin hizasında
karlı, ağır bir çam dalı.
Bir hayli zaman oldu
sofada asma saat on ikiyi çalalı.

3
Süleyman'ın karısı Fahire
şunları anlattı kocasına ertesi gün:
—... Dayanılmaz bir acı halindeydi
kendime karşı duyduğum merhamet,
ölmeye karar verdimdi, Süleyman...
Annem, çocuklarım ve en önde sen
bulacaktınız karda ayak izlerimi.
Bekçi, polisler, bir tahta merdiven
ve bir kadın ölüsü çıkaracaktınız
arka arsada bostan kuyusundan.
Kolay mı?
Gece bostan kuyusuna doğru yürümek,
sonra kenarına çıkıp durarak
baş aşağı atlamak karanlığına?

Fakat bulmadınızsa eğer
karda ayak izlerimi
sade korktuğumdan değil.
Bekçi, merdiven, polisler,
dedikodu, kepazelik,
aldatılmış bir zevcenin intiharı:
komik.
Niçin öldüğümü anlatmak müşkül.
Kime? Herkese, sana meselâ.
İnsan, ölmeye karar verirken bile
insanları düşünüyor...

Sen yatakta uyuyordun
yüzün rahat,
her zaman nasıl uyursan
ondan evvel ve o varken.

Dışarda kar yağmaya başladı.
Bir tek gecelikle çıkmak balkona:
Zatürree ertesi gün,
nümayişsiz ölüvermek.
Hayır,
hiç aklıma gelmedi nezle olmak ihtimali.

Yaktım sobamızı.
İyice ısınmak lâzım ilkönce.
Ciğer bir çay bardağı gibi çatlarmış.
Pencereye, kara bakıyorum:
«Eşini gaip eyleyen bir kuş
gibi kar
geçen eyyamı nev baharı arar...»
Babam bu şiiri çok severdi.
Sen beğenmezsin.
«Sağdan sola, soldan sağa lerzânı girizan...»

Lambayı söndürmeden balkona çıktım.
«... gibi kar
düşer düşer ağlar...»
Oturdum balkonda iskemleye.
Havada çıt yok.
Karanlık bembeyaz.
Uykudayım sanki.
Sanki çok sevdiğim bir insan
korkarak beni uyandırmaktan
yumuşacık dolaşıyor etrafımda.
Üşümüyordum.
Kederim duruluyor
berraklaşıyor.
Odanın camlı kapısından balkona vuran ışık
sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin.
Ben rehavetli bir mahzunluk içinde
acayip şeyler düşünüyordum:
Feneryolu'ndaki çınar
150 yaşındaymış.
Ömrü bir gün süren böcekler.
Gün gelecek
insanlar çok uzun
çok bahtiyar yaşayacaklar.
İnsanın yüreği ve kafası var...
İnsanın elleri...
İnsan?
Ne zamanki,
nerdeki,
hangi sınıftan?
Onların insanları,
bizim insanlarımız.
Ve her şeye rağmen
yeni bir dünya için yapılan kavga.
Sonra sen
ben
bir kırık küvet
ve benim
kendime karşı duyduğum merhamet...

Kar durdu.
Sökmek üzre şafak.
Utanarak
odaya döndüm.
O anda uyansaydın
sarılıp boynuna...
Uyanmadın.
Evet,
çok şükür nezle bile değilim.

Şimdi?
Zaman zaman hatırlayıp
zaman zaman unutacağım.
Yine yan yana yaşayacağız
beni sevdiğine emin olarak.

4
Altı ay kadar geçti aradan.
Bir gece karı koca denizden dönüyorlardı.
Gökte yıldızlar, ağaçlarda yaz meyveleri vardı.
Fahire birdenbire durdu
baktı muhabbetle kocasının gözlerine
ve suratına tükürür gibi bir tokat vurdu.

16.8.1940

Nazım Hikmet Ran

Gel


Nasıl ağlamıştın öyle akşam sokaklarda.
Birden nasıl büyümüştü içimde yerin?
Japon türkülerine benziyordu gözlerin
Sen japon türkülerini bilmezsin...

Pişman oldum yaptığıma o günden beri
Gel gitme çocuk!
Buruk bir acı çöker yüreğime geceleri
Nereye bu hazin yolculuk

SEN PİŞMANLIĞI BİLMEZSİN...

Gözlerin olmasaydı, beni ağlatmasaydı
Alıp giderdim başımı uzak iklimlere yarın
Hani bahar gelince pembe güller açar ya
Senin de öyle mektupların.

Şarkıların, türkülerin en güzel olduğu yerden
Ne olursun bir ses getir bana yetecek.
Seni güzelliğin mi alıp götürdü birden?
Ama bu yalnızlık beni hep kahredecek.

Burası İstanbul mu böyle yosun kokulu?
Gel gitme vakit erken.
Gel Beyazıt Kulesi'nden türküler söyleyelim.
İstanbul bu kadar güzelken

Şimdi Japon türküleri söyleniyor gel!
Rüzgar gibi uzaklardan, yelken gibi denizlerden
Gel bırakma sokaklarda böyle yapayalnız beni
İSTANBUL BU KADAR GÜZELKEN.

Yavuz Bülent Bakiler

Yağdıkça



Yerle yeksan, ıslak saçlı, kem gözlü,
Kavim göçlerinden bu yana ağlayan
Ve durmadan
Cep kanyağı yakıcılığında ezgiler
Çalan, çaldıran, yakalatan
Adı bende gizli bir kadındı İstanbul
Şehre bir yağmur yağdı
Ben ağladım

Sevilirken ayrılmak mı kaldı Bizanstan
Yalan dolan yoktu gözlerde sadece ses
Verilen sözler birdi edilen yeminler sıfır
Eşyalar alındı fotoğraflar söküldü yerlerinden
Bir aşkın izlerini yok edecek yeni bir aşk sipariş edildi yeniden

Bir şehre yağmur yağdı
Ben ağladım

Kim daha çok yalan söndürdü çay bardaklarında
Hangisi talandı demli öpücüklerin
Ve buğularda yitirilen kimin adıydı
Bir aşktan diğerine kaç saatte gidiliyordu
Soyulur muydu kabuğu hayatın
Yoksa bütün vitamini kabuğunda mıydı?

Yağmur şehre bir yağdı
Ben ağladım

Ben ençok seni götürdüm giderken
Aklımın nakliyesiydi asıl yoran taşıyıcıları
Yardan düşmüştüm yaralarım yardan armağandı
Kutsal kitabımdı ziyan edilmiş sevgililer atlası
Ben sevmeyi beceremedim belki de sevilmeyi
Benim sevmeye engel evcil acılarım vardı

Ben yağmur ağladım bir şehre yağdı
Ben şehre ağladım bir yağmur yağdı
Ben bir ağladım şehre yağmur yağdı

Ben...
Yağmur...
Ağladım...

Yılmaz Erdoğan

27 Şubat 2010 Cumartesi

Ateşte Unutulmuş Ferman


herkes kendi ateşini başkasının cehenneminde sınar
kendi külünde söner bütün rüzgârlarına yazıldığın akşam
ateş tadında kum tadında kalarak
derinleştirir bazı ayrılıkları zaman
al ağrını git buradan
en uzun eylülü ömrümüzün
uyutmuyor seni ne kömürleşmiş bu gurur
ne göğsündeki kaplan
seçilmiş taş milyonlarca taş arasından
başını vurduğun
çok gençti genç olmak için bile
kendi zamanına muhtaç
kendiyle dalgın
daha yolun başında görülüyordu
menzilindeki noksan
ömrünce sızlayacak
kayıplar sarayında ateşte unuttuğun ferman

Murathan Mungan

Yağma Yağmur


Ateşi düşürdüm yere
Sigaram sönük
Bir yağmur ince ince
Perdeler inik

Başımda bir düşünce
Hüzünlü ezik
Çok derin düşününce
Ne kadar komik

Yağma yağmur
Beni silip süpürme
Yağma yağmur
Denizlere götürme

Yaşlarımla yaşlandım
Sırılsıklam ıslandım
Beni eski sevdalara

Bakışı belirir yine
Ne kadar uzak
Bulutlanır gökyüzü
Morumsu mavimtrak

İlhan İrem

http://www.youtube.com/watch?v=u-Vh2Da_Lw8

Seyyah Olup Şu Alemi Gezerim


Seyyah olup şu alemi gezerim
Bir dost bulamadım gün akşam oldu
Kendi efkarımca okur yazarım
Bir dost bulamadım gün akşam oldu

İki elim gitmez oldu yüzümden
Ah ettikçe yaşlar gelir gözümden
Kusurumu gördüm kendi özümden
Bir dost bulamadım gün akşam oldu

Bozuk şu dünyanın temeli bozuk
Tükendi daneler kalmadı azık
Yazıktır şu geçen ömüre yazık
Bir dost bulamadım gün akşam oldu

Kul Himmet üstadım ummana dalam
Gidenler gelmedi bir haber alam
Abdal oldum şah giyindim bir zaman
Bir dost bulamadım gün akşam oldu


Kul Himmet

http://www.youtube.com/watch?v=xMr1vO-Wnx4&feature=related

Yalnızlık


Yalnızlık bir ağacın
Kurgusudur.
Kemikli pek de iri
Bir eldir o.
Fonda gerilmiş donuk
Bir gök vardır.

Sabahattin Kudret Aksal

26 Şubat 2010 Cuma

Şiirinle Sar / Şiirimden Öp Beni


bende ince bir sızı;
sende eskiden kalma o tanıdık yalancı sancı...
gözlerimi kıyamette kıyamda bıraktım
sözlerim ise secdede kendini boğmakta....

aldırma,
boşver...
sen
gel
yine de
şiirinle
sar,
şiirimden
öp
beni...


yitirdiğim umutlar kadar oldu yaşım
ve bir o kadar da yasım...
bedenim gölge oyununda,
ruhum ona serzenişte artık...
her gecenin karasında,
sabahın mavisine buz tutmuşken yüreğim
ne sevda kaldı,ne de masalı bende...
ezber bozan bir fakirim ben...
sadakayla aşkın bereketi olmazmış
bilemedim...
yolumu kaybettim,
beni bende bulamadım...

tutamadığım ellere,
bakamadığım gözlere ağıtlar yaktım
kafın eteğine kef oldum
bir bilsen ne afilli sözler sattım,
arafı da sıratı da ben yaktım...
vardım,yok oldum
hüzzamı seçip,nihavendi geçtim... bittim...
yolumu kaybettim
beni bende bulamadım...


aldırma,
boşver...
sen
yine de
şiirinle
sar
şiirimden
öp
beni...


Ayfer Balbay

Aşk Dinmemiştir


önce aşk, sonra göç başlar...

I
aşk
dinmemiştir
yine de dalgındır elleri aşkın
ve sıcaktır
bir yurt kadar.
bir de burada uçurum kokar kadınlar
susarlar.
geceler boyu susarlar
yorgun tenleri terli avuçlarla
kırık bir dal mı
yağma bir bahçe mi ömrümüz?

II
yağmur
dinmiştir
de bilinir dinmemiştir korku
hava çığlık ve tükürük kokmaktadır
bir de geçip gidince atlar ve şarkılar
geride bütün suları bıçaklanmış bir akşam...
bütün suları bıçaklanmış
rengine rehnedilmiş bir akşam
unutmuş sevişmeyi,
sebebini
ve kendini
bir akşam...
ben de bütün kıyıları kurşunlanmış bir aşksam
ses de ölmüştür artık
geriye kalan kendisi kokmaktır
ve şubat ayaz, çığlık uçurum kokmaktadır.

III
çünkü sevda bir ayaz-
sa bütün gülüşler tutukludur.
bu yüzden gökyüzündeki son ıslak bulutu da biz
çözeceğiz
ama daha çok tüfek ve daha çok aşk gerek.
aşk gerek!
çünkü önce aşk, sonra göç başlar
göç başlar burada
savrulur aşklar
geride bütün suları bıçaklanmış bir akşam...

Yılmaz Odabaşı


http://www.youtube.com/watch?v=en53C9tLHkE

Papatya


Dünya sana sen bana
Yalan söylediniz aslında
Hiç ölmeyecek terketmeyecek
Hep sevecektik biz

Kalbim sanki bir papatya
Yapraklarını kopardın tutkuyla
Seni sevip sevmediğimi anlamak istedim

Çal kalbimi uzaklara götür
Çal hissimi sensiz hayat çöldür
Çal nefesimi kutsal, hürdür
Çal her şeyi al hepsini, bende sen bırakma

Kalbim sanki bir papatya
Yapraklarını kopardın tutkuyla
Beni sevip sevmediğini anlamak istedim

Dalga dalga gelir aşkın üstüme
Halka halka büyür etkin içimde
Bağıra bağıra yazdım göğsüme
Ağlaya ağlaya bıraktım ellere

Çal kalbimi uzaklara götür
Çal hissimi sensiz hayat çöldür
Çal nefesimi kutsal, hürdür
Çal her şeyi al hepsini, bende sen bırakma

Söz; Noyan Öztürk
Müzik; Noyan Öztürk- Anıl Karaman

Cemil Demirbakan
Zeynep Casalini

http://www.youtube.com/watch?v=DXwZXkcxaT0

Tereddüt


Sarahaten, acaba, söylesem darılmaz mı?
Darılmak adeti, bilmem ki çapkının naz mı?
Desem ki; "Ben, seni..." Yok, dinlemez ki, hiddet eder!
Niçin? Bu sözde ne var? Sanki hiddet etse ne der?
Desem ki; "Ben, seni pek..." Ya kızar, konuşmazsa?
Derim; "Bu çektiğim insaf edin, eğer azsa..."
Desem ki; "Ben, seni pek çok..." Hayır, kızar bilirim,
Tereddütüm acaba hiddetinden az mı elim?
Desem ki; "Ben, seni pek çok..." Sakın gücenme emi,
Sakın gücenme, eğer anladınsa sevdiğimi...


Söz; Orhan Seyfi Orhon
Müzik; Münir Nurettin Selçuk

http://www.youtube.com/watch?v=xJj3oyLkjjk

(Sarahaten; Açıkça, alenen)

Seval'ce


Vefa

Gönül borcudur vefa, ölçüsü olmayan.
Sevgiyle birlikte doğar, sevgiyle yoğrulur...

Aşk eğer alevse her şeyi yakıp tutuşturan,
Yananın yanmaktan yorulması doğa kanunudur.

Yorulan alevler kora dönüşür de,
Daha derin, daha içten, daha çok yanar...

Dokunduğu yürekler ısındıkça,
Aşkın sevgiyle karışmış hali ortaya çıkar...

Sevgi, verdikçe artan, dağıttıkça çoğalandır.
Büyüdükçe nur olan, yol gösteren ışıktır.

Zaman rüzgarı esince korlar sönse bile,
Yaşanmışa saygıdır vefa, küllere duyulan aşktır...

By. Seval