29 Mart 2009 Pazar

Feride


Feride

Sunu:
"İstasyonda konuşan iki dilsizdi onlar
ayrılığı söyleyen kara gürültülerde
şaşkındır buralarda ayrı düşmüş aşklar
kışın ve silahların beyaz serinliğinde"

l.Aragon

K(adın):Feride
Uyruğu:Dünya;
Dinin yok, dilin var
ve sonrasını ben bilirim...

Aynı yağmurlardan kaçarken bir saçağa düştük önce;
Sonra gece; Avluda bir kırık dal dursa üşür Feride...
Tarihini düşünmedim,
düşünmedim, ama tenimiz tanışır
ama tenimiz tanışır önce
ve terimiz...
O benim avradım olur gecelerce, günlerce;
Sonrasını... Sonrasını ben bilirim...

Geceye yağmur inerdi işte böyle sicim gibi, ipince
giderek soğuyan dünyamıza kanat vururken kuşlar
ve hüzünle şaşırırken yolunu yitik yıldızlar,
Feride, bir destan gibi yürüdü ömrünü
akmaya yaraşırken sular...

Sonra sular sulara, günler günlere vururdu
ve hayat onu da,
beni de hem ne kötü vururdu;
Hayvan gibi vururdu hayat,
küfür gibi, namlu gibi vururdu...
Sonra Feride geceler boyu uyurdu.
İleride unutulmuş bir Allah kendini doyururdu
ve susunca Feride, yeryüzü boğulurdu...
Yeryüzü yüreğimdi biraz da, kurudu...
Kurudu...

Ben onu dilsiz ve dipsiz biçimlerden çaldım kimselere
kimselere bırakmam
öpüşlere sararım, gidişlere sorarım
kimselere...
Kimselere bırakmam!
Feride başak kokar, esmer başak
gözlerini hep s(aklar) utanırken
sonrasını...
Sonrasını ben bilirim.
Günler turşu kıvamındaydı; Şarkı söyler,
rüzgar giyerdik akşamları. Masamızda hep
ucu karanfil dururdu; Yaralarımızı sarardık,
sorardık ihtilal dönüşleri,
infazlara sayardık...

Kadınlar ve erkekler kendi aybaşlarındaydı:
Gelinler su başlarında,
şöförler direksiyon, gerillar silah başındaydı.
Bitmezdi tükürdüğüm savaşlarda 'apoletleri büyük beyni küçük' generallerin!
Orospular sızardı gecenin yırtmacından
yırtmaçların tenine küfür dolardı
ve küfür yazardı gazeteler.
Geceler küfür kokardı/ alkol ve sperm
günlerin yaslı yüzünde kirli kan
ve peçeteler...

Peçetelerde günler turşu kıvamındaydı
faşizim kıvamında işkenceler
bir uzun yol şöförü yolları
yolları Feride'yi andığım gibi anardı
geceye devriyeler dolardı...

Ne o
kimliksiz miydik?
Feride hınca hınç grevdedir tek tip insan pazarlarında;
Dağlara atarım, bulutlara katarım onu kimselere
kimselere bırakmam!

Kül gecelerinden çalarken onu ateşlerin içinden
bastım bağrıma üzüm suyu damıtır gibi
sarar gibi ağrısını ışık kanatlı bir güvercinin
dirildim, diriltim onu kimselere bırakmam
kimselere!..

Sonra tenini tutkuladım avuçlarımda
mühürledim dudaklarını ateş kızıllığında
kattım onu yasak şarkılarıma, kitaplarıma
Feride'yi şiir saydım biraz da...
Nisanın kızıdır Feride; Bundandır
Nisan güneşi sinmiştir tenine ve kokusu
otların, kırlangıçların...
Dağları uyutur koynunda kavgalara gidince;
Sonra aşk olur,
kadın olur bana gelince... Ki aşkın saati, gömleği, takvimi yoktur;
Uçarı bir rüzgar gibidir
ansızın ne yana dönse yüzümü ufka çeviririm.
Sonrasını... Sonrasını ben bilirim...

Feride tütünü türküye banar da içer
yüreğinde bir tufan negatifleri
ölümden gelmiş, kollarıma yakışmış
bırakamam kimselere
k i m s e l e r e !..

Feride şiir huyludur, gül kokuludur
gül kokuludur gözleri ile gözlerime dokunur
dokunur...

Vaay!..
O aşklar ki hayatın teninde sonrasız bir oyundu
dağıtınca bir yangının alanında süngüler
birileri anlatmaya koyuldu...

"(...) Bu gün kimse konuşmuyor (eski söylediklerini yinelemeyenlerden başka), çünkü
dünyayı sürükleyen kör ve sağır güçler,
öğütleri, haber vermeleri,
yalvarıp yakarmaları dinleyeceğe benzemiyor.
Şu son yıllarda gördüğüm bizde bir şey kırdı.
Bu şey, insanın güvenidir; O güven ki,
insanlığın dilini konuştuk mu bir başkasından
insanca karşılık göreceğimize inandırır bizi (...)
insanlar arasında sürüp giden uzun
diyalog bitti..."

-A.camus-

(Herkesin bir Feridesi vardır bilmez miyim
herkesin bir ayakkabısı gibi birde şarkısı
herkesin bir kimsesi vardır bilmez miyim
bir de kimsesizliği...)

Gözlerimle gözlerime dokunuyosun
bir bilsen o an gözlerim oluyorsun.
Kaçalım! Beni gören sen sanacak...

Görüyor musun? Dağlara dokunuyor insanlar
giderek dağlaşıyorlar
görüyor musun? adınla başlıyor her şey
karın eriyişi, yağmurun dirilişi
özlemenin ilk harfi, gücün hecelenişi
adınla!
Adınla her şey: Şarabın dökülüşü, sesimin eskimeyişi...
Ben ise sana abanıyorum
büsbütün aşk kesiyorum...

Yenile yenile bana abanıyosun sende
ateş kesiyor dudakların
saçların iri bir tutumak oluyor bu yangın yerlerinde
ben nereye gitsem biraz senden gelirim
ardımdan kuşlar ve uykular gelir...

Feride
ey yaar!

Gelip bana çıkıyor bu kent
ben kentlere çıkıyorum
kentler kent olmadı Feride
bir türkü tutturup açabilmeliyim anlımı.
Gecelerinde
güne koşarken çocuklar güne erkenden
ya deniz ya da dağ kokmalı yolları
çocuklar çocuk olmalı
aç bakmalı sevgiye
çocuklar bazen bir ülkedir
gözleri gök (yüzünde)

ter ve güneş kokarken işçiler evlerinde
herkes gibi olmalı, adı gibi
yoksa sonumuz olur Feride.
Utanır rüzgarlar hakedilmiş iklimlere

Çarşılarda kalabalık yürüyor
sanki topyekün bir ülke toprağın şiddetinde
ansızın o kalabalık soluyor'faili meçhul'lerde

(bu kalabalık ölmese
aşk,
önce!)

Çarşılarda kalabalık yürüyor
her yanım kalabalık ve kabarık
duramıyorum böyle
çarşılara abanıyorum bende
gülüşleri, konuşmaları, oturuşları nerde?
Hani çocuklar mavi esintilerde?
bu kanlar da ne?

Bir bilsen o an gömleğimi parçalıyorum günün orta yerinde
çatırdıyarak kopuyor düğmelerim
suçlulular nerde?
Bıyıklarımı kemiriyorum, bitiyor
çekip koparıyom saçlarımı
bir bilsen ter damlıyor yüreğimden yerlere
bileklerim kesilmiş, damarlarım dökülmüş caddelere...

Çarşılara abanıyorum işte
çarşılar yalnız, çarşılar yalan
çarşılar bana abanmıyor Feride...

Keder bile yıkar bendini
yağmur iner, gök boşaltır içini
büyür
mü benim yüzyılım
b e n i m y ü z y ı l ı m h a n i ?

Çoğaldım ve bir soruyla dolaştım sokakları
bir soruyla açıp her sabah penceremi
benim yüzyılım hani?
Benim yüzyılım hani?

Sonra susamışlık oldum gitgide
ağlamışlık, kanamışlık birdenbire
artık bütün sularda bir susuzluğum
yankısı yok sesimin caddelerde
'bir yudum' diyorum sonra 'bir yudum,
halkım!'
Çarşılara abanıyorum işte
çarşılar yalnız, çarşılar yalan
çarşılar bana abanmıyor Feride...

Artık böyle başlar gün: Gün tomurcuk patlar,
bir dal kırılır apansız.
Birileri düşer yağmurlara... Yağmurlar zamansız...
Belki ağzının kıyısı kansız
yarım kalır türküsü;
Dağılır, yiter sesi
anlatılır rüzgarlara öyküsü...
Daha önümde ardımda korkunun kokusu
dağlarda kırılan alevin yanlızlığın
vahşetin böğründe zulmün tortusu!

Sonra güne koştum, güne coştum kucağımda dünyaların
türküsü; Çıkıp kentin en geniş meydanına boğazımı
gömleğim gibi yırtıyorum:
Susmayın! Bir şey bilmiyorsanız küfredin, düpedüz
küfredin işte!

Bir şey anlamıyorlar bile; O an gökyüzünde dingin bir
bulut, duvarları aşabilen rüzgarlar çarpıyor yüzüme...
(Bakıyorum da kanım pıhtılaşıyor
üstüm başım kir karanlık vay balam!)

Kapıyı yağmur diye çaldılar oysa
açtık:
K a s ı r g a !..

Kasırga
kasılıyor
kalarında ülkemin

(Bu hep böyle sürmese
aşk,önce!)

Sonra bir bilsen teni kan içinde hayatın
eti kan Yılmaz'ın, sesi kan
bir kahve önünde duruyorum
insanlar öylece oturmuş kendilerini turşuluyorlar
tuzsuz...

Dikkat dikkat!
Ülkem dolaylarında yatmakta olan insanlar için
.... guruplarında kan
aranmıyor!

Yitirdik infazda günlerimizi
can aranıyor! Can aranıyor!

Birden ön masadan üç adam kalkıyor,
"kes ulen" diyorlar: "-Ne canı? Can burada işte!
oturmuş pişti oynuyor çayına kahvede!"

Utanıyor, çok utanıyorum
benim yüzyılım hani?
Ülkem nerede?
Arkadaşlar, su... Su yok mu be!..

D(erken)
'Kimliğiniz lütfen...'

Yerlerde pıhtılaşmış kanların üzerinden
bir uğultu ummanında seslerin üzerinden
çarşılar yanlız kentlerin üzerinden
sessiz... Sensiz gidiyoruz Feride...

"EY KASIRGALARDA OKYANUSLAR ÇİĞNEYEN GEMİ
AYRILIKSA: VUR SİNEME ÖLDÜR BENİ!.."

'...yapılmamış, unutulmuş itirazlar mı vardı? Kuşkusuz vardı böyle itirazlar (...)
nerdeydi şimdiye kadar görmediği o yargıç? Nerdeydi o yüksek mahkeme?
Konuşacaklarım var el kaldırıyorum...'

-f.kafka-

(Poliste)
Portatif bir hayat
katlanabilir!

Belli ki tenimin rengini yitireceğim
ve hayat yitirecek rengini yüzümün sustuğu yerde
korkarak yürürken caddelerde
benim yüzyılım hani?
Ülkem nerede?

Feride
şimdi yanaş kıyılarıma bir vapur gibi
çarpıp durayım güvertede gözlerine

(beni böyle bir eller
beni yollar, beni yeller
kelepçeler, hücreler beni
alıp gitmeye
inan ki Feride inan
aşk,
önce!)
(Gözümü bağlıyorlar; Korkma sevgilim! Gözümü,
gönlümü değil...)

Kanlı karanlık odalarda
beni morartıyor, azaltıyor ve azdırıyorlar
böyle her seferinde, çıkınca, fırında ekmek gibi kabarıyorum
sonra bir çoğalıyor, bir çoğalıyor, bir çoğalıyorum

(Bir güzel renk değiştiriyorum; Korkma! Yürek değil, renk değiştiriyorum sadece...)
Ben can, camiler e(zan) derdinde!
Kollarım gidiyor önce, ayaklarım ellerim
saçlarım gitmişti zaten, bileklerim gitmişti...

Biliyor musun? Bir sen kalıyorsun içimde
yüreğimin alazında biz bize
ağlaşıyoruz sesizce...

(Sonra gözlerim açılıyor; Korkma! Dilim değil, gözlerim sadece...)

(Mahkemede)
yurdum,
seni
"devlet
topraklarının
bir
kısmını
veya
tamamını
ayırmaya
yönelik"
ve
gizli
s e v i y o r u m
dediler...

(Hapisanede)
buraya gelme Feride
bir hançer gibi saplama
savuran gözlerini yüreğime
yine o öksüz koridor, yaslı ve yaşlı koğuş
küf ve sidik kokuları yine
ben voleybol oynuyorum bahçede
birikmiş volta borcumu
taksitle, her gelişte ödüyorum...

Aldırma, bir kedere sevkolunmuş suretim
kadınım,
kardelenim
gülenim!
(Bir de sen... Sen Feride olmasan
bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kanmasam
kanmasam mahvolurum kız, mahvolurum!)

Ekmeksiz kal da demiştim
içeride
kavgasız, kadınsız, çaresiz kalma
bunları yazmadılar hayat bilgisi kitaplarında!

Olmasam da hey Feride tüten geceler
Feride, yine tütünü türküye banar da içer
yüreğimde bir tufanın negatifleri
yazmadılar!

Oysa ki ben aşka inanıyorum
hep ölüm bu(yurdunuz)
yazıyorum:
Ey devlet!
Ey Tanrı! Artık o(kulun) yok senin...

Ben uçurumlar önünde kendimi kemiren kerem
artık beni kemiren türküler dinlemem

dinlemem...
Ki rüzgardım
usluca kedere kaldım
yürüdüm, göçebeydim;
Yürüdüm, kurşunlandım!
Sonra Mart kaldım, Eylül kaldım ey susmanın çorak iklimi!
Yüzüme uzun sürmüş soruşturmalar yorgunluğu
çarmıhlara gerildim, ölümlere tek kaldım...
Bu
tufan
ne yana
yana
yana
susmayı dilince
büyümeyi bilincine devşiren çocuk!

(Dışarda)
çıktım
da uyku sızarken gecenin şarkısından
nerede yaralı kuşları yorgun yüzümün
kendi köpüğünü eriten bir denizde?
Bileylenen her bıçak kınında çirkin
kınından çık yüreğim, geç mi kaldın geç mi kaldın?

Çıktım kanlı karanlık odalardan
elbet çıkarım, çıkacağım!
Şimdi dağları aralasan bu akşam üstleri ben çıkarım
kuşları kovalasan, yürüsen yollara göçebe yanım
geceleri kanatsan alnımda yağmur, saçlarım kar türküsü çıkarım!

( Ben bu çiçeği bölsem, koklasam sen çıkar mısın?)
Bu nasıl yalan yollar ki böyle yürüdüğüm
saçlarımın kokusu sinmiş bu kente
bu gece saçlarından geçiyorum yüreğim ter içinde
sussam yokluğun kan tükürür beynime
geceler büyürse tutsağım sabahlar doludur yüreğime
çıktım
da kentler kent değildi yine
belki bu yüzden tüketmiş soluğunu şarkılar
kuşlar da gitmiş, keder büyümüş
ama hiç boğulmamış içimizde kıyılar...
(kıyılara varsan ben çıkarım
halkımı tanısan yurtsuz çıkarım!)

Kal kendinin anası ol doğur kendini
sonra gel beni doyur büyümeden açlığım...

Sesim mi?
O da büyür sen kaygılanma

gel
bata
çıka
çıkalım
düşe
kalka,
gide dura, güle
ağlaya...

(Bana kalsa bir namlunun ucundan rengimi, sesimi alır çıkarım
ben bu şiiri okusam sen çıkar mısın?)
Sonra zıbarıp kalmak için yer ayırttım bir 'palas palas'ta;
Oturup fotoğraflarına baktım, yazı makinamın içinde
külleri temizledim. Sokağa çıktım, yasak yürüdüm;
Üzerime
adını almayı unutmadım...
Yollara dokunmadım, kedilere, camlara dokunmadım;
Yıldızlara...
Yıldızlara hiç dokunmadım, dokunsam düşecektin...

Sonra geceye şiirler okudum, bitti
bitmedin!

Bilsen ne çıkar; Hem nasıl bileceksin?

(Sen bir şeyler bilsen bildiğinden ben çıkarım
çocukluğuma dokunsan öksüz çıkarım...)

Şimdi sokaklardayım
sokaklarda... İçimim sokaklarına adın yürüdü
adın satırbaşlarında ayrılıkların
oysa ben bu geceyi bilmiyorum, yolları bilmiyorum
unutmayı hiç;

Şimdi sokaklar bile esniyor uyumayı bilmiyorum...
Yanmamış bir gaz sobasının yerlere dökülmüş artıkları
soluğumu kesiyor.
Soba boruları kırık camlardan dışarıya uzuyor;
Dışarıda kar, dışarıda rüzgar esiyor;
Uykusuzluğa uyuyorum...
Dört battaniye aldım üstüme,
üşüyorum Feride; Kalkıp şiir yazacağım,
ama hep şiir mi
yazılırmış kuşatılmış gökyüzüne?

Ben seni... Seni diyorum;
Nasıl gelirim hangi sokaklar çıkar sokak desene?
Yine o gitmelere gitmeden
seni yorumluyor, sana yoruluyorum işte
başka nereye giderim söylesene?

Sonra bir bakıyoruz biz kokmuşuz biz bize
taşıdık, taşındık bitti...
Öpüp durma üç numara traşlı kafamı öyle
Feride, kız, geldim işte
ağlama, şişmanlarım yine
yine sevişiriz sur dibinde bahar gelince

Feride, bu sen misin, nasılsın söylesene?
Ellerin... Ellerin nerede?
Bak, ıssız bir ada gibiyim beni çevrele
beni sar, beni sor, beni ağlat bu gece
üşüyorum bana bir palto bul Feride
ya da aç göğsünü ısınıp kalayım öyle
geceler çarpıp düşsün dalgın güzelliğine...

Gözlerini sil ve bu sevda kadar koyu bir çay tutuştur ellerime
yok, gitme!
Gitme, sen gidince sevmek yüreğimde düğümleniyor
özlemeyi yutkunuyorum
sonra pencerene ürkek kuşlar konuyor
şu gök var ya şu gök, birden üstüme çöküyor
yok, gitme
gitme aç göğsünü ısınıp kalayım öyle...

Diyorum ki bir koluma seni
çıkınca
diğerine ülkemi
gör ki payıma çığlıklar düşmüş ve kül geceleri
benim yüzyılım hani?
Çarşılar çarşı mı şimdi?

Belki insanlar tenine gül sunmaz diye
kir görmez diye
hasrettir böyle kanla ıslak
ve kire karılmış böğrünün asıl rengine
darda
daralır bir yerlerde...

Bana bir ülke getir Feride
üstünde masmavi bir gök olsun...

Saçlarını çöz
sağrıları ıslak taylar gibiyim
ve tenin senin
doludizgin bir ülke...

Gözlerimin ortasında
gözlerimin ortası
tenini hatırlat tenime
bana aç vücudunun deltalarını
kadın kokunu ver
sulamak için rahminin kıraç topraklarını...

Şimdi aşk,
önce!

(Bu sensin
ve sensin
bu terin ve tenin ıslaklığı
kal öyle
ısıt gözlerimi gülüşlerinle...)

Birazdan kapılar kırılacak belki de
birazdan kapkara bir örtü olabilir gözlerimizde
biz diz kırarken sinesinde sancının
yolunur papatya, deşilir ten ve yara da
çünkü ölmek günleri biraz da
gülmek günleri (de), inadına
gün gülümsemeleri ardında...

Gün gülümsemeleri ardında
dağlandıkça
dağlaşmak
ve dağları sevmeye yaraşmak
yaraşmaya
yanaşmak günleri...

Sen de yanaş kıyılarıma bir vapur gibi
çarpıp durmayayım güvertelerde gözlerine...

Her gün bir avuç öldüğüm bu cehennemde
el verdiğim kentler vurulacak, vurulacağım
bu yangı kabardıkça çok yanacağım!

Farkında mısın infazlara ayarlı saatler yine
bu kabartma geceleri susmak böyle...

Caddeye bir taşıt hüzmesi düştü görüyor musun?
Bak bakalım beni mi arıyorlar?
Yada ne geziyorlar gecede yarasa gibi?

Bakarken görünmesin göğüslerin pencereden
yollar bir çift gül görmeye alışık değil...

Tan atacak birazdan geceyi yırtarak yine
saçların da dağınık, her yanın ter içinde
Feride...

Sen bu kadar akıllının içinde nasıl
nasıl delisin böyle?

Sevdan kıl beni, kaybetme ellerimi
tutmazsam
dağlara çığ düşerken, o çınarlar susarken
tutmazsam kırılır elim
tutmak kirlenir...

Ben yolculuğum,
sen bildiğim yol gibi
toplayıp ıssızlığa kirlenen Eylülleri
geç hiç eskitmeden sevgileri
bazen de çalarak kendime bedenimi
girmesen,
geçmesem yollar kirlenir...

Benden kalan incelikler var sende
ateşimin örsüsün, sana akar ırmaklarım
akar
ve biterim...

Bitmesek taşarız
bitmek kirlenir...

Topla denklerini ürkmeden
külü dök, ateşi yüklen
kentlerde yazısı silik duvarlarsa, bulvarlarsa geçilen
sen, sen ol apansız gelen gece bitmeden
gelmesen söz kirlenir...

Kime aitse kucağın
açık tut
ve diri
tutmasan insanlığın kirlenir...

Bak sevda bu, tut söz
hem kim var ki böyle sevecek seni?

Öpmesem dudakların,
yazmasam şiir
sevişmesem kadınlığın kirlenir...

Ve bir gün değil, her gün her şey kirlenir
çalarak bir şeylerin hayattan ve insandan
yenibaştan
yenibaştan...

Kirlenmeyen tek şey ise
kirdir...

Rüzgâr
ve kar
kar... Yurdumda
bir dal daha kırılıyor rüzgarda
kimseler bilmiyor
o dalı yeşertebilir miyiz Feride
baharda?

İki gözüm, kar yağıyor dışarıda
elimden terliyor ellerin
kar yağıyor yoksul gecelerine ülkemin
pencerelerine perdesizliğin...

Kara kan karışıyor!

Kara bin damla kan düşürüyoruz
çoktandır ayaz günleri ülkemin...

Kar da
kar değil,
kan mevsimi...

Bırak, serseri yağmurlar, darbeci generaller, vizite
kağıtları ve gündelik telaşlar bir an bir yerlerde kalsınlar!
Gecenin yüzüne karşı konuşan cinayetlerde ölümdü,
kederdi, hasretti gördüm!
Tüyleri dökülen bir kuşun yüreği kadar sıcak
ve bir kez ağzımızdan çıkmış bir küfürdü hayat!
Şimdi göç yollarında mısın?
Yurdunu mu yitirdin?
Örselenmenin yurdu
yok! Aşkın yurdu
yok! Özlemenin
yok!

Daha gece bir keder salkımıyla geliyor; Bir salkım da
bizden! Yollara çıkmanın yurdu
yok! Yürümenin
yok!

Şimdi hasret iri gözlü bir çocuktur çırılçıplak kıyılarında
her uçurumun! Göç yollarında yurdum yağmadır, kabarık
ve kangren! Ömürlerin ömrü
yok! Efkarın takvimi
yok!
(Yok! yağma, kabarık ve kangren...)

Şimdi bir namlu gibi gözlerin
dışarıda kar dinmiş
çamlar gelin...

Bak, bir izbe oda düşmüş payımıza
ısrarda çoğalıp, inadına
ışıkları söndürelim
susmasın elim
tenimi tanı
kokumu
ve terimi
bu çığlık bir bıçak olup yırtacaksa geceyi
al, göm göğsüne dağlanmış
suretimi
al da susalım biraz...

Hep aynı göğe büyürken ellerimiz
bana bir ölüm tarif et Feride
yakma cıgaranı!
Çek şu kibriti de
olur ya
dinamit gibiyim bu gece...

Aldırma! Bir kere de sevk olunmuş suretim
kadınım
kardelenim
gülenim...

Daha yenile yenileme bana abanıyorsun sen de
ateş kesiyor dudakların
saçların iri bir tutunmak oluyor yangın yerlerinde
bırak! Çarşılar bana abanmasa da
çarşılara abanacağım yine
yoksa yaşamayı oynamıyorum işte
yoksa bu şiir burada biter Feride...

Çarşıları yalnız, kentleri öksüz
şiirleri yarım bırakmayalım!

Kentler kent değilse
parçalanırım yine
gömleğimi boşuna ütüleme
bencağız, damarlarım dökülsün caddelere
ter damlasın yüreğimden yerlere
çarşılar bana abanmasa da
bırak! Ben çarşılara abanacağım yine...

Şimdi sınasam
mı gücünü göğe sokulan ellerimin?
Sıkıyönetim ''dört ay daha'' olağanlaştı
karanlık koyulaşıyor üstünde çok öldüğüm günlerin

Sonra kirli bir duman çöküyor kente
serçelerde sonbahar mahmurluğu...

Şimdi porno ve arabesk geceleri bu kentin
ve ölesiye yanlızlığım;
Candan geçip Feride'den geçilmez geceleri bu kentin...

(Bir de sen... Sen Feride, olmasan
bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kanmasam,
kanmasam mahvolurum kız, mahvolurum!)

Sana bir bıçak vereyim rüyalarımı dağıt
bir rüzgar vereyim külümü
bir sevda vereyim kuraklığımı dağıt...

Biz o yıllar rezil gecelerde üşüdük
hey gidi kirli günler ne çok üşüdük
sıcaklığımı al şimdi bu üşümeleri dağıt...

Bak, bu kentler yeter bize
sevişmek için de, çıldırmak için de!

Kalabalık ol gel yalnızlığımı
gövdemi vereyim gel dağıt açlığımı...

D(erken) yıllar geçer
o herhangi bir gün de akşam olur
akşam olur sen bana bir bardak çay getirirsin
ensenden öperim, o saat bardakta şeker gibi erirsin
sen bir yaz güneşisin bakınca gözlerin bir sevinir bir sevinirsin...

Yüreğimden ansızın okul çocuklarının trampetleri geçer
tramvaylar, havai fişekler geçer
benim yüreğimde ise hep uzak ki yollar
içinden uzun yol otobüsleri, sessiz ırmaklar geçer
benim ırmaklarım,
ırmaklarım benim senin gözlerinden geçer...

(Biz on ikiden vurulmuş Eylüllerde üşüdük
hey gidi kirli günler ne çok üşüdük!)

Şimdi "kaç" diyorsun da
başka sokağım yok ki
yağmurum yok ki benim!

Sokaklar mühürlüdür burada
kalbinde kör bir baykuş telaşı saklar
benim yüreğimde ise hep bir tabur konaklar...

Kalsam da bu kent beni yaralar
sabahları da kederli çocuk gözleri
göğsünde sahte lambalar...

Sonra bir yağmur
ipince
bir yağmur daha başlar
ölümün taht kurduğu varoşlarda nasıl da kirlenir aşklar...

Yorgun bir baş ayrılacak gövdesinden
ve bir kaçak gibi gideceğim bu kentten...

Dışarıda simsiyah bir geceye çarpan hırçın rüzgarlar
olsun;
Siz başka ölümlerde arayın beni
gidiyorum, yollar kollasın kederimi
gidiyorum
bir uzun yol otobüsünün camına düşerek başımı
bir kaçak gibi...

Bir baş nasıl ayrılır gövdesinden?

Bir rüzgar,
ikliminden?

Bir ırmak,
sesinden?

Bir şair,
bir şiir ülkesinden?

(Her ipi denedim infazıma!)

O kuşlar yine çarpacak o mavinin alnına
o çocuk sekerek yine okul yoluna
kapımı kimse çalmayacak belki
artık uçurdum yüreğimin ıssızlığından ıslak güvercinimi
ömrüm kopacak bir infaz ipi...

Belimde bir silah var bu gece dağıtacağım beynimi
bu gece
yine gece
dağıtacağım geceyi birdenbire
damıtacağım yaşamdan rengimi
şu başına buyruk takvimleri, kinleri, kirleri
belimde bir silah var dağıtacağım beynimi
ömrüm kopaca bir infaz ipi...

Sonra ışıklar ve ıssızlıklar içinde, yeniden
yürüsem de uğultulu bir gençlikle
ömrüm kuşatılır ihtilallerle...

Her bıçak tenimi
her namlu beynimi sınar...

Tutuklarken yangınlar acemi dilimi de
bir anı... Bir dize kalır belki geride
kirli yaşansa da günler belki çevrilir maviye
(ve güzel bir imge
dolanır dünyanın eksenini yine...)

Hayat, hep böyle düşünmek, düşmek;
''düşmek'' dedim de
düştüğüm çok oldu biliyor musun?
Ve düşürüp bir şeyleri düşündüğüm çok oldu...

Ağlar gibi olup
da ağlamadığım;
ağlayamaz gibi durup
da ağladığım, çağladığım çook!

Yurtsuzdum, bunu yazdı bültenler de
yurtsuzdum da yeni bir yurt kurdum kalbime
sana bile vize koydum, kimlik sordum Feride

(Ben feodal bir yaraydım belki de...)

Oysa ki iki tufandık seninle
lavlardan ayrı düşmüş iki kanardağ
savrulduk usulca günlerin dargın göğsüne...

Hani yüzün kar çiçekleri gibi açardı
yüzün sığmazdı öpüşlerime ve hep bir kuytu ararken özlem tüten yüzünde
hiçbir aşkı mevsimsiz yaşamadım
da kaç mevsim aşksız feride...

Oysa ki tufandık seninle
yatağını arayan iki ırmak belki de
çoktandır dalgınlığımı düşünüyorum göğsüne
yorgunluğumu, solgunluğumu bu dar evlere...

Ve akşamüstleri taşıtların amansızca zırladığı bu kentte
geceler karanlık, çiçekler uzak, aşklar dağınık
beni anlamıyorsun!

Ve biz seninle soğuklar kadar yoksul
çünkü bir ekmeğin öyküsü ilişmiş kimliğime......
Sonra geceler boyu izimi sürdü kan düşmanlarım
ansızın sesimi koyacak yer bulamadım
bir sesim vardı
bas bariton
onu dağlara emanet ettim
duruyor
orada
çapraz asıllı silahların gizli esmerliğinde....

Artık gözümü kırpmadan vurabilirim kendimi de;
Vurabilirim kendimi bir usturanın katil çeliğiyle
ya da o silik duvar yazıları önünde bir paslı tüfekle!
24.00 sonrası... Kanlı karanlık çekilirken rengine
bir namlunun ansızın dağıtacağı beynimi
bırakabilirim bulvarda aç gezinen itlere
ardımdan kan
kan koksun gece!

(Bilirim cesedimin üstünde bir dal kırılır, bir yaprak hışırdar yine; Orada 'kime ne'sin
sen; Alıp gidesin kendini kendinle...)

Ölürsem heceler kalır dişlerimde
ay biter
se
bende biter,
ay üşür
se
ölmüşlüğüm kadar üşürüm ben de
kalınca ömrüm ölüme
yalnız!

(Zaten yalnızdım...)

(SONRA BENİ İŞGÜZAR TÜRK BEKÇİLERİNE EMANET EDİNİZ...)

Yalnızdık dağlara karşı
ya kentlere?
Kentler ki tükürsek içinde boğulacaktık
sulara karşı yalnızım
gecenin desenine ay dokununca
yanlızdık
yük ve türkü taşıyan o ipek yollarına bir de...

İşte şimdi ay kanar
yoksa başka ne kanar?
Ve uzakta, bozkırlarda atlar... Atlar... Atlar...
Atlara yalnızdık!

Yanlızdık karanlığa Feride...

(Şimdi vuruldu bu sevdada bu fısıltıya
çiğnenmiş bir bahçedir artık ömrümüz!)

Denizleri özlerdi Feride
elleriyle atlasları örterdi
deniz yellerini atlasların...

Kaldırımlarda "Fosforlu Cevriye'ler biterdi, sonra yazlık sinemalarda evde kalmış
kızların ciklet çiğnemeleri; Mahallelerin bıyıkları tütün kokan emeklilerin ve renkli
giysileriyle külhan gençleri..."

Bir de sen... Sen Feride olsan da!

(Herkesin bir Feridesi vardır ben bilmez miyim herkesin bir ayakkabısı gibi bir de
şarkısı herkesin bir kimsesi vardır ben bilmez miyim bir de kimsesizliği...)

Yanmaktan değil, yakmaktan 'müebbedenmen' ömrümde
iri dağlar, güzel kadınlar sevdim yinede
ve bir tutam hırçın gençlikle
yürüdüm takvimlerin amansız büyüsüne
yüreğim hep uçurumlar denginde...

(Ve hangi renkte olsakta
kalarak bizi sarıp sarmalayan günlerin asıl rengine
rengarengine...)

Benim ömrüm hep beyaza kandı ey 'şarkısı beyaz'
ama hangi beyazı tutsam gri oluyor
sonra boğuluyor
kararıyordu...

Hiçbir beyaz
bembeyaz;
hiçbir yaz,
yaz
kalmıyordu!

(Bütün griler eskiden beyazdı Feride...)

Tüketmeden bir sevda ezgilerini bir ünlem olmak varken;
üç mevsim ilk yaza açılırken yeşile dolmak, yerküreyi
uçurumlarda bile sarmaşık gibi sarmak, tek telden her
tele bir akort olmak, dorukların dağlarına tutunup kalmak, meydanlarında, halaylarda
diz kırıp gülmek
varken;
Sen sar ve sor bırakıp gitmek varken...

Çünkü yalnız sana gelmiştim, dağılmıştım, sevmiştim;
kabaran belam, en unulmaz sularda vurgun yenilmiştim...

(Artık sen... sen Feride olsan da
bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kansan da
kansan da mahvolmuşum kız, mahvolmuşum!)

Her yağmur bir gök bulur, elbet kendine; Her yeşil bir dal, her su bir damla, her ateş
bir kül, her takvim bir yıl bulur elbet kendine! Her yangın bir duman, her öğrenci bir
okul, her artı bir eksi, her yol bir taşıt, her soru bir yanıt;

Her Aragon bir Fransa
her Fransa bir Elsa...

Her Karacaoğlan bir zülüf bulur (yeter ki bakmayı bilin, her yarin bir zülfü vardır);
Her ressam bir tuval, her kış bir ayaz, her kitap bir okur, her şarap bir adam bulur
kendine; Yeter ki şarap, şarap olsun, içen çıkar...

Her deniz bir martı, her ömür bir tufan, her rüya bir uyku, her nota bir şarkı, her
mezar bir ölüm, her ağaç bir kök, her dağ bir duman, her güneş doğacak bir
kuytuluk bulur ya kendine,
bulur ya;

Ben
senden
başka
sen
bulamam
b u l a m a m !

Paramparça kıldım şiirimi
bu kadar b(ölüm) yeter mi?

S
o
n
r
a

a
ş
k:

Sonra!
Ve ben gittim yüreğimde kan gülleri...
Siz de o aşkın teninde dinamit sayın beni!

Yılmaz Odabaşı

Lütfen...


Şşşşşt...
Bakar mısınız lütfen?
Sevgi var mı sizde acaba?
İhtiyacınız olmayan, fazladan, gereksiz
biraz da eskimiş olabilir
hiç önemli değil...
Atın sokağa,
vermeyin bana istemem...
Atın lütfen, atın sokağa...
Biri bulur belki ihtiyacı olan.

Sakın tutmayın sevgileri içinizde.
Verin birilerine bir şeylere...
İnsanlara, hayvanlara, verin dağlara
taşlara, duygulara, esen rüzgara, farketmez.
Verin lütfen sevgilerinizi, korkmayın
bitecek diye, atın çekinmeden,
Salın ardınca gitsin esen rüzgarın...
Sevgiler verdikçe çoğalır...

Vermezsen kurur o, ölür içinde,
Öldürür ölürken seni de,
Lütfen verin...
Birini bulamazsanız verecek,
atın sokaklara, dağlara, taşlara denize,
Bırakın balıklar yesin...
Bırakın içinizde yenileri büyüsün...
Bırakın sevgiler çoğalsın, bırakın,
bırakın LÜTFEN...

YAVUZ KURT

Mavilere Uyanmak


Yedi iklim geçer,
Ağarıp solan güz ışıklarından
Yalan pencerelere doğru...

Uykularda olur ne olursa
Yangınlar,
Takvim ziyanları,
Gömülü sevdalar...

İksir gibi yayılır
Hücrelerimin rehavetine ıslaklığın
Düş tüccarları ağır mesaidedir...

Uykularda olur ne olursa,
Talanlar
Ve beton serinliği
İnşaat halindeki aşkların...

Uykularda ölür ne ölürse,
Kıpırdayan su
Gülümseyen yel...

Yedi iklimin oralarda
Kavalını kırmış bir çobandır
Gökyüzü,
Aklında new orleans
Heybesinde caz!

Yedi iklimin
Bar olduğu yerdedir uykunun
Alkol imparatorluğu
Kalabalık avındadır bakışlar...

Uykularda olur ne olursa,
Bitmez efkar kırları
Bazı saçlarda
Ve ölüm gibi suskunluklar açar
Derin kuyularda...

Ve şaka gibi
Ve sarsak sarsak
Ve kımıl kımıl
Bir yaşamaktır
MAVİLERE UYANMAK
En kesif karanlıklara kafa tutan
Gözlerinin mavisine kuşanmak...

Senin kanatların var,
Benim köylü yüreğim...
Operada tezek kokusu
Bu şehirdeki varlığım! ..
Beni taşıyacak vesaitim yok
Bu caddeüstü sevdada
Ellerinden gayrı..
'gayrı dayanamam ben bu hasrete'
Ya beni de yitir
Ya sen de git
Beni götürdüğün yere...
Türküleri sev
Yalan kahkahalardan uzak dur
Canımın suyuyla yıka ellerini..
Aklımın maharetiyle giydir
En mavi yerlerini...

Senin adın
Buzul mavisi!
Çünkü mavilerde uyur,
Benden sana geçen
Sende beni kalkındıran ne varsa!
Sevdiğim, açlığımın uzak ufku,
Her sabah;
Güneşten ne zaman işaret alırsan
Ne zaman dar gelirse soluğun
Böyle uzun sarılmaklara,
Fikrini kurcalarsa eğer
Açık korkular,
İşte o zaman
Mavilere,
Mavilere
Uyandır beni...

YILMAZ ERDOĞAN

28 Mart 2009 Cumartesi

Hasankeyf kork kendinden


“Ağlayacaksın Heredot” demişti senin için yazan bir şair arkadaşım. Çünkü yüzyıllar dır seni şekillendiren ve sana yaşam veren Dicle’n Bürütüs’ün olacak ve sırtından hançerleneceksin diye devam etmişti…
Kork kendinden Hasankeyf, Asur’un, Sümer’in ve Babil’in hükümdarlıkları son bulacak, 5000 yıllık geçmişine ihanet edecek, Ninova’nin kütüphanelerinden kovulacaksın, Hatırlasana İyaz Bin Ganem feth ederken seni Mezopotamya’nın bekçisi benim demiştin. Beni feth eden bütün bölgenin hâkimi olur diyerek böbürlenmiştin. Oysa Abbasiler, Mervaniler, ne kadar da çok kanlar dökmüştü pencerenden bir kez olsun Dicle’i seyredebilmek için. Artukoğulları’na başkentlik yaparken Diyarbakır, Mardin, Silvan ve Cizre’ye yükseklerden bakıyordun kıskandıran ihtişamın ve asaletinle. Şimdi emanetine sahip çıkamadığın Yavuz Sultan Selim’in gözlerine ihanetle bakacaksın…
Kork kendinden Hasankeyf, artık Hülagu’nün zulmünden koruyamayacaksın hiç kimseyi, Bahadır Hasan Bey’e Oğlun Zeynel Emin Ellerde diyemeyeceksin, Pir Hüseyin hesap soracak sana nerede Zeynel Bey’imin mavi işlemeleri...

27 Mart 2009 Cuma

Doğrudur


“Kendilerini hep “çok” bizi hep “yok” saydılar.
Ve sonra kuyruklu bir yıldız gibi kaydılar, kayboldular..”

Doğrudur
Bu hayattan
Bu dünyadan
Ezginliğim
Bezginliğim
Doğrudur!

Doğrudur
Bu üç günlük sevdalara
Sözüm ona yılın aşklarına
Böylesine yalanlara dolanlara
Önümüzde olanlara
Arkamızdan çalanlara
Bizi böyle yakanlara
O kör gözle bakanlara
Melek yüzlü yılanlara
Nefretim
Doğrudur!

Doğrudur
Vur patlasın çal oynasın gecelere
Gözyaşımıza gülenlere
Kalbini cebinde unutup gezenlere
Bu vurdum duymazlara
Bu şiirsiz şarkılara
Bu asrın hatası bestelere güftelere
Kendisinden başkasına yar olmayan şairlere
Böylesine yazanlara çizenlere
Cümle uyur gezerlere
Hayretim
Doğrudur!

Bu nasıl bir tiyatro
Bu nasıl bir komedi
Kim dedi? Ne dedi? Nasıl dedi?
Kim kimi havuza itti
Kim kimi bir çıtır için terketti
Tutturmuş gidiyor
Bir ele vole - güle vole - tele vole
Oysa kalemizde hep çile vole
Bu ne hazin bir gerçek
Bu nasıl bir ateşten gömlek
Baştan başa acı
Baştan başa yabancı
Kendi yurdumda gurbetim
Doğrudur!

Ah benim dolar yeşili gözlüm
Ah benim gece kuşum
Ah benim rüzgar gülüm
Seni de şiirlerim gibi
Parça parça kopardılar benden
Ne sana
Ne bana
Ne de uykusuz gecelerime acımadılar
İşte bu yüzden
Bu yüz karası günlere
Bu kendi ellerimizle yazdığımız kadere
Cinnetim
Doğrudur!

işte o gün-bugündür
Kadın gibi kadına
Adam gibi adama
Hasretim
Doğrudur!


Ahmet Selçuk İlkan

Tek Hece


Var mı beni içinizde tanıyan?
Yaşanmadan çözülmeyen sır benim.
Kalmasa da şöhretimi duymayan,
Kimliğimi tarif etmek zor benim...

kimsesizim hısmım da yok hasmım da,
görünmezim cismim de yok resmim de,
dil üzmezim tek hece var ismimde,
barınağım gönül denen yer benim...

Bülbül benim lisanımla ötüştü.
Bir gül için can evinden tutuştu.
Yüreğime Toroslar'dan çığ düştü.
Yangınımı söndürmedi kar benim...

Niceler sultandı, kraldı, şahtı.
Benimle değişti talihi bahtı,
Yerle bir eylerim tac ile tahtı,
Akıl almaz hünerlerim var benim...

Kamil iken cahil ettim alimi,
Vahşi iken yahşi ettim zalimi,
Yavuz iken zebun ettim Selim'i,
Her oyunu bozan gizli zor benim...

Yeryüzünde ben ürettim veremi.
Lokman Hekim bulamadı çaremi.
Aslı icin kül eyledim Kerem'i.
İbrahim'in atıldığı kor benim...

Sebep bazı Leyla, bazı Şirin'di.
Hatrım için yüce dağlar delindi.
Bilek gücüm Ferhat ile bilindi.
Kuvvet benim, kudret benim, fer benim...

İlahimle Mevlana'yı döndürdüm.
Yunusum'la öfkeleri dindirdim.
Günahımla çok ocaklar söndürdüm.
Mevla'danım, hayır benim, şer benim...

Benim için yaratıldı Muhammed.
Benim için yağdırıldı o rahmet.
Evliyanın sözündeki muhabbet.
Enbiyanın yüzündeki nur benim...

BENİM ADIM AŞK!


Cemal Safi

26 Mart 2009 Perşembe

Eğer Sen Gidersen...


Önce melekti, düşlerim
Pembeye çalardı hafiften...
Beynimde eski film müzikleri
" 'İf you go away'
Perilerde gitti, senin izinden
Sabah, kavga etmeden doğmaz ki..."

Gidersen, ne mi yaparım?
Bir dram bekleme...
Yüzlerce 'Kırıkkale hasret geceleri'
Şarabın burukluğu gözlerimde
Ve elimde hüzün, tutkulara sarılırım...
Duvarlara resimler çizerim
Tuvallerimi parçalayıp.
Komşu çocuklarını uyandırırım;
"-Bir fincanlık oyuncak verin"
Belki;
Bir serseri bulurum benim gibi
Köşedeki meyhaneden.
Beynimi karartsın eroin çöküntüsü
Siniflerim kağıdı sonuna kadar...
Gidersen git!
Bütün kitaplarımı bağışlarım
İsmetpaşa'da ki tinercilere,
Düşlerim vardı alın diye...
Ve çiçekler kuruturum bakışlarımda
Gözlerimi oyarım, yedi benekli ela gözlerimi...
Git hadi şimdi,
Gözün arkada kalmasın...

Bir melekti düşlerim,
Öpme boynumdan öyle, öpme
Ağlarım...


Canan Üçer

Sen Benim Hangi Yanımdın?


Sen benim hangi yanımdın?
Şiir yanım,
Öykü yanım,
Suskun yanım,
Git yanım...

Hangi yanım sevdi seni?
Duman yanım,
Gece yanım,
Tutku yanım,
Kaç yanım...

Yüreğim de yer vermiş mi sorsana ?
Duru yanım,
Çocuk yanım,
Uzak yanım,
Sus yanım...

Hangi yüzle sevdim seni?
Yüzsüz yanım,
Arsız yanım,
Suç yanım...

Bir köşede hangi yanım yazdı sana?
Özlem yanım,
Hırçın yanım,
Sen yanım...

Dağıldığım yaşamlardan topla beni diyemem,
Toplasan da ben eksiğim her yandan,
Demlenirken her yanım...

alıntıdır

25 Mart 2009 Çarşamba

Yer


Bir yerde o varsa,
Onda da bir yer vardır.
Yer nerede ya da ne kadarsa;
O yoksa, yok kadardır.
Ama bir de o varsa,
Yer hem hep kadar, hem her kadardır.

Özdemir Asaf

Derdim Başka


Sanma ki derdim güneşten ötürü;
Ne çıkar bahar geldiyse?
Bademler çiçek açtıysa?
Ucunda ölüm yok ya.
Hoş, olsa da korkacak mıyım zaten
Güneşle gelecek ölümden?
Ben ki her nisan bir yaş daha genç,
Her bahar biraz daha aşığım;
Korkar mıyım?
Ah, dostum, derdim başka...

Orhan Veli Kanık

Davet


Bekliyorum;
Öyle bir havada gel ki,
vazgeçmek mümkün olmasın!

Orhan Veli Kanık

Macera


Küçüktüm, küçücüktüm,
Oltayı attım denize;
Üşüşüverdi balıklar,
Denizi gördüm...

Bir uçurtma yaptım, telli duvaklı;
Kuyruğu ebemkuşağı renginde;
Bir salıverdim gökyüzüne;
Gökyüzünü gördüm...

Büyüdüm işsiz kaldım, aç kaldım;
Para kazanmak gerekti;
Girdim insanların içine,
İnsanları gördüm...

Ne yardan geçerim, ne serden;
Ne denizlerden, ne gökyüzünden ama...
Bırakmıyor son gördüğüm,
Bırakmıyor geçim derdi.

Oymuş, diyorum,zavallı şairin
Görüp göreceği...

Orhan Veli Kanık

Ahmet Abi


Biz böyle olacak adam değildik Ahmet abi
Bu değildi hayattan beklediğimiz
Ne hayallerimiz vardı seninle
Gel gör ki beş para etmedi ümitlerimiz

Yıldırımlar düştü güvendiğimiz dağlara
Hep boş çıktı sarıldığımız eller
Hep taş çıktı inandığımız kalpler
Kaç kez sırtından vuruldu hayallerimiz
Kaç kez yıkılıp kaldık köşe başlarında
Kaç kez delik deşik oldu yüreğimiz
Görüyorsun ya Ahmet Abi
Görüyorsun ya
Bozuk para gibi harcandı gençliğimiz.

Kimbilir nerede senin o liseli
Kimbilir nerede benim o üniversiteli
Birimiz doktor olacaktık birimiz mühendis
Gel gör ki beş para etmedi ümitlerimiz

Oku adam ol derdin bana hatırlar mısn?
Oysa daha okumadan elimden aldılar kitaplarımı
Sayfa sayfa yırttılar umutlarımı...
İşte bu yüzden hala ıpıslak bakışlarım
İşte bu yüzden hala yumruk yumruk ellerim
İşte bu yüzden hep böyle çatıktır kaşlarım
Adam olamadımsa
Kendini adam sananlar utansın be Ahmet Abi!
Kendini adam sananlar utansın...

Bak bir türlü bitmedi hayat kavgamız
Hep başka bahara kaldı sevdamız
Kim vurduya gitti yarınlarımız
Yalan mı be Ahmet Abi?..
Yalan mı be?..

Sınırı olmayan bir dünya yok mu?
Kavgasız savaşsız bir hayat yok mu?
insanca yaşamak bu bize çok mu?
Konuşsana be Ahmet Abi...
Konuşsana be...

Elveda aşklara
Elveda yıllara
Bu nankör hayata
Yenildik be Ahmet Abi
Yenildik be...

İnsanın insanı ezdiği bu yerde
Bak bir ömür harcadık
Ve harcandık be Ahmet Abi
Harcandık be!..
Ah Ahmet Abi ahh...

Ahmet Selçuk İlkan

24 Mart 2009 Salı

BBO FM MAVİLİGÜNLER


Dostlar,
Gökyüzünün rengi ne olursa olsun,
BBO Adasında, BBO FM 95.5 te
Gökyüzü hep m a v i olsun...

mavi sevgi
mavi huzur
mavi mutluluktur...
mavi düşler yeşertir umutları
mavi derinlikler yüceltir insanı
mavi gökyüzü kanatlandırır insanı
mavi hayattır ve hayat masmavidir...

Gece gözlüme...


"Beyaza Dönsün Diye Devran"


Yanlış susuyorsun - gözlerin ağıt -
maviye bak.
Bir bugün mü , başında bunca bela?

Hatırla,
bulut değildi, umut hiç değil.
Üstümüze abanan - isli duman.
Biz ki milattan önce, milattan sonra
acı kara yıllar devşirdik sabırla
beyaza dönsün diye devran...
Kimi zaman bir çığlıkla çıktık, çığ altından.
Bir çığlıkla yıktık surları kimi zaman.
Biz ki nice tuzaklardan, sunaklardan
korlardan, korsanlardan kurtulan
kurban...

Yanlış susuyorsun - gözlerin ağıt -
maviye bak...

Sesin gökyüzüne akan ulu bir çavlan
susma, zamanın durağı yok.
Yok tarihin molası.
Bırak sesin gökyüzüne aksın, yıkasın yıldızları.
Kapama şarkını, şarkını kapama
durma öyle kendine uzak...

Yanlış susuyorsun - gözlerin ağıt -
maviye bak...

Değer kıyımlarına en soylu yanıt,
şarkıyla
güneşe köprü kurmak...

Türkan İldeniz

Gece gözlüme...


GECEDİR

Gecedir...
Durdum ortasında hüznün.

Yağmur mermi gibi iniyor sabrıma
bu dar havadan bıktım artık...

Yoluma mayın ekerek giden Aralık
yatmış pusuya,
Ocak sapa kaldı,
yamacından geçtim Şubatın da...

Gecedir...
Yumruğum kendi avcuma,
öylesine sürüldü ki yüreğim buzullara
öğrendim ateş yakmasını suda.

O hırçın nehir
köprüleri yıkmış,
bahar karşı kıyıda...

Gün olur bir şiir açar,
gökyüzü büyür
tat gelir acıya...

Türkan İldeniz

22 Mart 2009 Pazar

Sevi


Sabah olur, uyanırsın yanımda
Kuşlar kanatlarına sesini çizer
Durur geceki yağmur
Sokaklar güne iner

Sen gülersin, gözlerine pazar yeri kurulur
Bir çocuk annesini kaybeder
Senin yüzünde bulur

Konuşuruz, yolcular eve varır
Yanar gemilerde bütün ışıklar
Ay iner denizlere
Çilingir sofraları kurar balıklar

Yüzüne dokunurum, gözlerim dolar
Dünyanın her yerinde
Yeni bir şarkıya başlar kadınlar...

Ayten Mutlu