19 Şubat 2014 Çarşamba
Tek Kişilik Aşk
Belki susmalıydım ama ben konuşmalıyım,anlatmalıyım herşeyi
Çekip gitmeliydim belki de ama anlatmalıyım,bilmelisin herşeyi
Yo yo yo pişman değilim unutmalıyım sadece ben
Yo yo yo yanlış anladım avutmalıyım kendimi
Bu kadar kısa değil bu tek kişilik aşk
Bu kadar bu kadar acı
Bu kadar kısa değil bu tek kişilik aşk
Devamı var yalnızca, yalnızca acı
Seni güneş sandım kendimi ay
Tutulmalıydım tutulmalıydım
ve seni ben seni ılık bir esinti sanmıştım
Kapılmalıydım kapılmalıydım rüzgara
Yo yo yo pişman değilim inanmalıydım ve sana ben
Yo yo yo bak üzgün değilim unutmalıyım sadece
Bu kadar basit değil o bilmediğin aşk
Bu kadar bu kadar acı
Bu kadar kısa değil o görmediğin aşk
Devamı var yalnızca, yalnızca acı
Gözlerimi açıp yeniden, uyanmalıydım uyanmalıydım bu sessiz uykudan
Kalbimi senden geri alıp koparmalıydım, kopmalıydım yapamadım
Yo yo yo dursun istedim durdurmalıydım bu sonsuz acıyı
Yo yo yo ölüyordum görüyordum önümde..
Ben denedim, denedim bitirmeyi bu tek kişilik aşk'ı
Ben denedim, denedim denedimmm
Bitirmeliydim, bu tek kişilik aşk'ı
Ben denedim, denedim
Hala bitmedi
Bak hala acıyor, hala acıyor, hala acıyor
Kırılan yerleri kalbimin
hala acıyor, hala acıyor, hala acıyor
Kırılan yerleri kalbimin
Cem Adrian
14 Şubat 2014 Cuma
8 Şubat 2014 Cumartesi
Var Bir Şey
Kederli ve kutu gibi
beton arasında uzakta
deniz kokusu
bozkıra dalarken gözlerin
buz tutar umutlar
bir varmış bir yokmuş
yol bana dost olmuş
aklım orda var bir şey Ankara'da
gökyüzünden yağarken hayaller
düşe kalka
yürüyorum telaşlı
ciddi ve suratsız
insanlardan kaçarak
bir varmış bir yokmuş
yol bana dost olmuş
aklım orda var bir şey Ankara'da
neden? diye sorma
böyle olsun istemedim
kaç şehirden kaç yoldan
soğuk ellerini özledim
bir varmış bir yokmuş
yol bana dost olmuş
aklım orda var bir şey Ankara'da
Temas
7 Şubat 2014 Cuma
GÖRMEDİN Kİ
Yüreklere kin dolmuş
Öfkeler dolu dolu
Karalara bürünmüş
Gölgeler içinde
Satılmışız dünyaya
Doğmadan gizlice
Hayallerin içinde yaşarsın bu dünyayı
El değmemiş sevdalar
Kurarsın kendine
Alır gider ömrünü
Varmazsın hiç farkına
Görmedin ki
Ah dünya bizi
Ağlarken de
Gülerken de...
Zaman dursa sessizce
Unutulsak bir yerde
Sarılmasak seninle
Konuşmasak tüm gece
Nefes kadar yaklaşsak
Bir masalın içinde...
Görmedin ki
Ah dünya bizi
Ağlarken de
Gülerken de...
GRUP İSTASYON
4 Şubat 2014 Salı
Otuzbeş Yaş Şiiri
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Fotoğraf; E. HalefoğluCahit Sıtkı TARANCI
30 Ocak 2014 Perşembe
Önden Giden Atlılar
Issız sıcak çölleri
Karşı karlı dağları
Çoktan aşıp gittiler
Kayboldular uzakta
Önden giden atlılar
Ben burada kaldım böyle
İşleri aceledir
Çok uzundur yolları
Bense geride kaldım
Yetişemedim size
Önden giden atlılar
Çok uzundur yolları
Bense geride kaldım
Yetişemedim size
Önden giden atlılar
Gittiler hep gittiler
Aştılar kızgın çölü
Toprak tükendi bir gün
Denize ulaştılar
Aştılar kızgın çölü
Toprak tükendi bir gün
Denize ulaştılar
Çektiler dizginleri
Kendileri dursa da
Atlar duramadılar
Çaresiz kalıp birden
At sürdüler denize
Önden giden atlılar
Kendileri dursa da
Atlar duramadılar
Çaresiz kalıp birden
At sürdüler denize
Önden giden atlılar
Önlerinde okyanus
Kızgın bir çöl arkada
Asıl içlerindedir
Zaptedilmez bir deniz
Önden giden atlılar
Kızgın bir çöl arkada
Asıl içlerindedir
Zaptedilmez bir deniz
Önden giden atlılar
Teknik değişti diye
Bıraktılar atları
Atlarsa bu kıyıda
Sanki sevgili gibi
Onları beklediler
Günlerce beklediler
Bıraktılar atları
Atlarsa bu kıyıda
Sanki sevgili gibi
Onları beklediler
Günlerce beklediler
Yeri yırtar ayaklar
Göğe fırlar başları
Nerden çıktı bu deniz
Bizi ayıracaklar
Önden giden atlardan
Göğe fırlar başları
Nerden çıktı bu deniz
Bizi ayıracaklar
Önden giden atlardan
Sevgiliden daha zor
Ayrılmak bu atlardan
Buğulanmış gözlerle
Geri dönüp onları
Gemilere aldılar
Önden giden atlılar
Ayrılmak bu atlardan
Buğulanmış gözlerle
Geri dönüp onları
Gemilere aldılar
Önden giden atlılar
Üç gün duramadılar
Yaptıkları gemide
Karşı kıyıda yeni
Güzel atlar buldular
Yaktılar gemileri
Önden giden atlılar
Yaptıkları gemide
Karşı kıyıda yeni
Güzel atlar buldular
Yaktılar gemileri
Önden giden atlılar
Vardılar Kurtuba’ya
İnmediler atından
Gülle karşılandılar
Ne güzel atlar bunlar
Bunca yol çiğnediler
Çiçek çiğnemediler
Önden giden atlılar
İnmediler atından
Gülle karşılandılar
Ne güzel atlar bunlar
Bunca yol çiğnediler
Çiçek çiğnemediler
Önden giden atlılar
Önden giden bu atlar
Seni gördüler kalbim
Sahabe atlar bunlar
Dünyanın beklediği
Önden giden atlılar
Önden giden atlılar
Seni gördüler kalbim
Sahabe atlar bunlar
Dünyanın beklediği
Önden giden atlılar
Önden giden atlılar
OSMAN SARI
Fotoğraf; E. Halefoğlu

20 Ocak 2014 Pazartesi
Aklımın Buhranları
Ha şu denizin dalgasının sesinden
Ya bu rüzgarın gökyüzünden
Girer
Firar etmiş gözlerinin rengi
Gözlerimden
Düşündüğüm –o ateşböceklerinden-
Bir gecenin vakti
Ay
Gökyüzünde
Güneş olmuşken
Girer
Resim olmuş gözlerinin rengi
Gözlerimden
Kızgın kumsalın üstünde
Kızmış bedenim de
Her an daha kızgınlaşırken
Yakamoz olur
Girer
Şiir olmuş gözlerinin rengi
Gözlerimden
Ha şu dudaklarımın rüyası
Ya bu aklımın hülyası
Hani ‘Çekim Kanunu’ keşfedilmemişmiş
Bilmez mişim mi gibi
Ayaklarım havadayken
Ayaklarım havadayken
Hani o rüyanın günahları
Ah bu aklımın buhranları
Deniz gelir
Gider gökyüzü
Deniz gider
Gelir gökyüzü
Aşk’mış bu gelip giden
Gelip gidermiş Melankoli
Bir Melankoli’ymiş bu Aşk
Gelir gidermiş hep yeniden
Bir şiir tadında masal gibi başlamış öyle “Aşk”
Böyle ‘Bir varmış’ derken
Doğarken hani denizden
Hani annenin içinden
Annenin içi umman hani
Hani umman annen ikenken
‘Bir yokmuş’ gibi bakıyormuş o aşk ona
Gözlerinden
Okurken
Bir de yazarken bile onu düşünmekten
Girmiş
Mürekkep olmuş gözlerinin rengi
Gözlerinden
DENİZ GÖKYÜZÜ
Bir varmış
Masal Şiir başlamış
Hep, yalnız uyanıyor, çok yalnız uyuyormuş, hep… Yalnız, yalnız, yalnız, yalnız… Çok, çok, çok, çok…
Çok yalnız geçiyormuş böyle zaman, geçerken... İstiyormuşki, bir sevgiye kapılsın… Sevgi onu alsın, sevsin önce… Sevsin bi, ısınsın ilk önce... Öyle sevsin ki sevgi onu, içi titresin böyle… Sevsin ki, çok yalnızlık; yalnızlık, yalnızlık, yalnızlık; çok, çok, çok, çok uzaklaşsın kendisinden.
İlkbaharın başlarında
Hani çiçekler henüz açmamış
Çimenler yeşerirken daha
Aşk diye dilenip
Dileklenip
Dillenip dururken
Olsun
Baharın son ayında karşılaşmış
“Deniz Gökyüzü” Aşk’la
O birkaç an…
O birkaç an nasıl bir ömür ederin
Şiir masalı bu işte!
Aşk
Duyduğun An kadar Zaman
Gördüğün Zaman kadar An’dır
Kısa bir süre bakışabilmişler sadece… O kısacık zamanı, bir ömür yapansa ondan sonra yüzünde durduramadığı gülümsemesi olmuş… Yüzünde hiç durmayan gülümsemesinden…
Nasıl gülümsemesin de gülümsemeyeyim
Gözleri hem ışıl ışıl
Deniz
Hem gökyüzü
Efil efil
Diyeyim
Sonra mı? Sonra; Sokmuş aklını, aklının aklındaki aklına...
Bakarken arkasından, ayakucunda deniz boyunca
Dalgalar bir gelip
Dokunup
Sonra
Gidip ta gökyüzüne
Karışırken böyle
Öyle
Sonsuz gibi masmaviymiş heryan öyle
Böyle
Mavinin içinde beyaz bulutlar
Dalga dalga
Sessizce seslenerek
Sessizce seslenerek
Gel peşimden
Der gibiymiş
Gözlerini kırpmaya başladığında, dalgaların köpükleri, kocaman deniz, kocaman gökyüzü, beyaz bulutlarmış…
Sonra düşünmeye başlamış… Peşinden gidecekmiş...
O Deniz Gökyüzü’nün olduğu yer
Şimdiki zaman içinde
Zaman evvel biçimde
Bir diyarmış
Öyle gelip hemen gittiğinden
An bir zaman
Zaman bir anmış
Ve karar vermiş, korkmadan ona gidecekmiş. Korkusunu yenmesi çok zor olsa da korkusuzca ona gidecek ve yeniden yine kısa bir süre için bile olsa onu görecek ve görecek ve görecek ve görecekmiş işte!
Sonra:
Aşk, görmek istemek’tir.
Ayaklarını köpük köpük bulutlara sokup
Bütün korkular üzerine gelip
Giderken
Peşindeymiş işte
Develer tellal, pireler berber ikenmiş işte
Bir adım atmış… Gelmiş gitmiş… Bir adım daha atmış… Gelmiş gitmiş…
Aşık olmaktan korkmuyorum! Aşık olmaktan korkmaktan korkuyorum, diye düşünerek bir adım daha atmış... Utangaç cümlelerinin maviliği içinde aklı dalgalanmış… Gitmiş işte!
Aşkın denizine dalmış
Aşkın gökyüzüne dalmış
Aşk olmuş işte
Karışıyormuş şimdi o aşka…
Anlamış denizin gökyüzünün rengini aldığını
Anlamış gökyüzünün derinliğinin deniz olduğunu
Bütün korkularının yersiz olduğunu anlamış işte
Sonra;
Dünya
Hayat
Aşk
Dalmakmış işte
Şiir masal biterken…
SON
Bir varmış
Bir Aşk varmış
Hani doğup ışığın içinde
Işık karanlığın önünde öyle
Yani
Karanlığın ardında böyle
Ha şu dudaklarımın rüyası
Ya bu aklımın hülyası
Hani ‘Çekim Kanunu’ keşfedilmemiş
Bilmez mişim
Gibi
Ayaklarım gökyüzündeyken
Hani o rüyanın günahları
Ah bu aklımın buhranları
Deniz gelir
Gider gökyüzü
Deniz gider
Gelir gökyüzü
Yücel Kavlak
3 Ocak 2014 Cuma
Doğum Günün Kutlu Olsun
Nice doğumgünlerini sevdiklerinle bir arada sağlıklı ve mutlu geçirmen dileğiyle.
İyi ki doğdun canım ablam...
İyi ki doğdun canım ablam...
31 Aralık 2013 Salı
18 Aralık 2013 Çarşamba
Kirli Yüzlü Melekler

sayende şayeban olduk İstanbul şehri
sayende sebil olduk aç kaldık sefil olduk
yıldızlar dem çekti güvercinler gibi başucumuzda
ve yaktı perişan eyledi sine-i sâd-pâremizi
saplanıp hançer misali bir hilal
sokaklar serseri biz serseri
Yüksekkaldırım’da
bir Cezayir şarkısını dile getirdi plâklar
cadde-i kebir: bütün ışıklarını yakmış bir gemidir
sinemalar neredeyse boşalacaklar
vay anam vay
sen ne dersin İstanbul
sen garip bir şair olsan söyle ne halt edersin
kimin gücü yeterse kahretsin parasızlığı
sefalet akıyor gürül gürül sokaklardan
yol üstünde bir şehvet çarşısı tıklım tıklım
yol üstünde sevda pazarlığı aşk pazarlığı
kurtulamadık gitti bu denlü kepaze hayattan
hep böyle gecelerin koynunda yaşadık
geceler serseri biz serseri
karakoldaki aynada safran gibi kirli yüzümüz
gözlerimiz hasta gözleri ellerimiz hasta elleri
kırılmış kavala dönmüşüz
sen söyle serseriler kralı İstanbul
sen söyle iki gözüm
hangi merhem çaredir şu bizim yaramıza
yel üfürdü su götürdü gençliğimizi
elimiz boşa geldi meydanlarda kaldık
meydanlar serseri biz serseri
sağımız sefalet solumuz ölüm
işte geldik gidiyoruz
kahrolasın
kahrolasın İstanbul şehri
Kaynak: Sisler Bulvarı - 1954
Attilâ İlhan
14 Aralık 2013 Cumartesi
HER GÜN SENİNLE
Güzel olan
Her günü seninle tekrar tekrar yaşamak
Erimek yarını olmayan zamanlarda
Durdurmak bir yerde bütün saatleri
Bütün kuralları kırıp parçalamak
Sonra varmak o yerlere
Mevsimlere dur demek
Kar yağarken çiçek açtırmak ağaçlara
Güneşi bir akşam saatinde tutup bırakmamak
Sonra doldurmak ay ışığını kadehlere
Delicesine içmek
Ve unutabilmek her şeyi ansızın
Sevmek seni en yücesiyle sevgilerin
Birlikte geçmiş, gelecek bütün çağları aşmak
Güzel olan
Sevmek seni Tanrılar gibi
Seninle Tanrılaşmak...
Bir gün bu akan sele dur diyeceğim, göreceksin
Ne bu şehir kalacak
Ne bu duygusuz sürü
Bu korkunç kalabalık
Her vapur seni getirecek bana
Bütün istasyonlarda seni bekleyeceğim
Kapılar sana açılacak
Senin için söylenecek şarkılar
Şiirler senin için yazılacak
Her evde bir resmin
Her meydanda bir heykelin olacak
Ve sen kimi gün bir rüzgar gibi
Kimi gün denizler gibi, bulutlar gibi
Kopup ötelerden, ötelerden
Yalnız bana geleceksin
Bir gün bu akan sele dur diyeceğim göreceksin.
Ben eskimeyen tek güzelliği sende gördüm
Sende buldum erişilmez hazları
Yanında sıyrıldım korkulardan, yalanlardan
Duyguların en ölmezini sende duydum
Susuzluğum dudaklarında dindi
Yalnızlığım ellerinde
Çoğu gün unuttum açlığımı
Sende doydum...
İlk defa seninle bütünlendim, anlıyor musun
Anladım yaşadığımı her nefes alışta
Seninle geçtim bütün zamanlardan
Seninle var oldum
Eridim seninle bir sonsuz çalkanışta.
Boynunda bir yer vardır, ben bilirim
Ne zaman oradan öpsem,
Değişir gözlerinin rengi
Yanar dudakların, terler avuçların
Dökülür kapkara aydınlık gibi
Omuzlarına saçların
Gitgide artar kalbinin vuruşları
Bir musiki halinde dünyamı doldurur
Ansızın bütün sesler kesilir
Zaman durur
Bir baş dönmesi başlar o en yükseklerde
Her gün seninle yeniden var oluruz
Eriyip kaybolduğumuz yerde...
Sesini duymadığım gün
Yaşanmış değil
Açan çiçek değil
Öten kuş değil
Yüzünü görmediğim gün
İçimde yıldızlar sönük
Güneşler güneş değil
Seni sevmediğim gün
Seni anmadığım gün
Olacak iş değil...
Her günüm seninle geçsin
O güneşe en yakın
Kimsenin varamayacağı bir dağ başında
Uçsuz bucaksız uzak denizlerde
İnsan ayağı değmemiş ormanlarda
Uzaklarda, en uzaklarda
O gemilerin uğramadığı limanlarda
Işığım ol, alınyazım ol benim
Vatanım ol, evim ol
Yeter ki bir ömür boyu benim ol
Her günüm seninle geçsin...
Her günü seninle tekrar tekrar yaşamak
Erimek yarını olmayan zamanlarda
Durdurmak bir yerde bütün saatleri
Bütün kuralları kırıp parçalamak
Sonra varmak o yerlere
Mevsimlere dur demek
Kar yağarken çiçek açtırmak ağaçlara
Güneşi bir akşam saatinde tutup bırakmamak
Sonra doldurmak ay ışığını kadehlere
Delicesine içmek
Ve unutabilmek her şeyi ansızın
Sevmek seni en yücesiyle sevgilerin
Birlikte geçmiş, gelecek bütün çağları aşmak
Güzel olan
Sevmek seni Tanrılar gibi
Seninle Tanrılaşmak...
Bir gün bu akan sele dur diyeceğim, göreceksin
Ne bu şehir kalacak
Ne bu duygusuz sürü
Bu korkunç kalabalık
Her vapur seni getirecek bana
Bütün istasyonlarda seni bekleyeceğim
Kapılar sana açılacak
Senin için söylenecek şarkılar
Şiirler senin için yazılacak
Her evde bir resmin
Her meydanda bir heykelin olacak
Ve sen kimi gün bir rüzgar gibi
Kimi gün denizler gibi, bulutlar gibi
Kopup ötelerden, ötelerden
Yalnız bana geleceksin
Bir gün bu akan sele dur diyeceğim göreceksin.
Ben eskimeyen tek güzelliği sende gördüm
Sende buldum erişilmez hazları
Yanında sıyrıldım korkulardan, yalanlardan
Duyguların en ölmezini sende duydum
Susuzluğum dudaklarında dindi
Yalnızlığım ellerinde
Çoğu gün unuttum açlığımı
Sende doydum...
İlk defa seninle bütünlendim, anlıyor musun
Anladım yaşadığımı her nefes alışta
Seninle geçtim bütün zamanlardan
Seninle var oldum
Eridim seninle bir sonsuz çalkanışta.
Boynunda bir yer vardır, ben bilirim
Ne zaman oradan öpsem,
Değişir gözlerinin rengi
Yanar dudakların, terler avuçların
Dökülür kapkara aydınlık gibi
Omuzlarına saçların
Gitgide artar kalbinin vuruşları
Bir musiki halinde dünyamı doldurur
Ansızın bütün sesler kesilir
Zaman durur
Bir baş dönmesi başlar o en yükseklerde
Her gün seninle yeniden var oluruz
Eriyip kaybolduğumuz yerde...
Sesini duymadığım gün
Yaşanmış değil
Açan çiçek değil
Öten kuş değil
Yüzünü görmediğim gün
İçimde yıldızlar sönük
Güneşler güneş değil
Seni sevmediğim gün
Seni anmadığım gün
Olacak iş değil...
Her günüm seninle geçsin
O güneşe en yakın
Kimsenin varamayacağı bir dağ başında
Uçsuz bucaksız uzak denizlerde
İnsan ayağı değmemiş ormanlarda
Uzaklarda, en uzaklarda
O gemilerin uğramadığı limanlarda
Işığım ol, alınyazım ol benim
Vatanım ol, evim ol
Yeter ki bir ömür boyu benim ol
Her günüm seninle geçsin...
Ümit Yaşar Oğuzcan
2 Aralık 2013 Pazartesi
Eskidikçe
Dağı, ovayı
Yüzyılların uykusunu
Otu, börtü böceği,
Bir kanat vuruşta uçan kartalı,
Ağır akan ırmağı,
Ağzında dünyayı taşıyan leyleği,
Korkunç bir yalnızlık duyan karacayı.
Yaşamak süsler eklemektir sonsuz gerçeğe
Derin bir soluk almak gibi
Pencereden dışarı bakmak gibi gökyüzüne,
Bir kırlangıç uçmak gibi
Kök salmak gibi toprağa;
Ölümse, açılan bir eski zaman sandığı.
Zaman diyorsun, bir çingene gibi karşıma çıkıyorsun o zaman,
O zaman zaman kaçıyor;
Kim tutabilir şimdiyi dünü eskiyi
Ölümlerden ölüm beğeni
Kırk katırı kırk satırı?
Saçlarında güller, karanfiller, dünyanın en güzel kırları,
Saçında gelincikler, sabah çiyi ve tarlakuşları
Çizmeli kedi
Yedi derya geçen şehzade
En güzel sırma tel
Sabahın yedisi ve ıssız göl
Ve güneşin hiçbir şeyi
Güvercinlerin çığlığı!
Yüz çocuk ırmağa koşuyor
Bin çocuk daha
Ve yanıyor ayakları kumlarda
Tozda ve küllerde ve saçında.
Anılar eskidikçe, insan yaşlandıkça
Kavağın gölgesi suya düştükçe
Rüzgârın sesi ve sis, odaya dolar
Ve dağlar uzakta çok uzakta
Şimdi, şu sabah gibi güzel oldukça
Kırıldıkça kırağı.
Uçuşunu görmek güvercinlerin gökte
Beni bir çocukluk anısı gibi duygulandırıyor;
Görmüyor güneşi akşam ezanı köyde.
Yalnız sular mı uykuya varacak dağlar kayalar mı şimdi?
İşte çam çıraları da bitti
Haydi sen de var uykuya:
Çöksün üstüne gecenin karanlığı!
Ali Püsküllüoğlu
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)